MILWAUKEE’DE BİRKAÇ SAAT
Şikago Union Garı’ndan Milwaukee’ye giden Amtrak treniyle yola çıktığımda adını duymuşluğum ve Wisconsin eyaleti sınırları içinde Michigan Gölü kıyısındaki konumu dışında adı bile kulağa ilginç gelen bu kentle ilgili fazlaca bilgim olduğu söylenemezdi. Bir de ulusal basketbolcumuz Ersan İlyasova bu kentin NBA takımı Bucks’ın (Geyikler) oyuncusu olduğunu biliyordum.
Şikago’da sayıları geometrik olarak azaldığı anlaşılan kitabevlerinden güçlükle eriştiğim birinden bulabildiğim bir harita ve bir de Milwaukee gezi kitabı elimdeki biricik kaynaklardı. Birbuçuk saatlik tren yolculuğu boyunca çevreyi mi kolaçan edecektim? Yoksa, ayak basacağım bu kentle ilgili bilgilere mi sahip olmaya çalışacaktım? İkisini de yapmaya çalıştım.
Yaklaşık yarım milyonluk Milwaukee’nin adı yerli dilinde suların birleştiği yer anlamına gelen “Mahn-a-waukee” ya da “Millioki” sözcüklerinden köken alıyormuş. Milwaukee’nin adını taşıyan Milwaukee ve Menomonee ırmaklarının birleşerek Y’nin alt bacağını oluşturup Michigan Gölü’ne dökülüşü Şikago’daki akarsu yapısına bire bir benzerlik gösteriyor.
Wisconsin ABD’nin Ortabatı’sında en kuzeyde yer almakta. Aynı zamanda Büyük Göller bölgesi eyaleti. Eyaletler arasında yüzölçümü (170.000 km2 ) bakımından 26.; nüfus (5.687.000) açısından ise 20. sırada yer alıyor. Michigan Gölü ve eyaletiyle komşuluğu var. Güneyinde ise yola çıktığım Illinois eyaleti yer alıyor. Doğuda Minnesota, güneybatıda Iowa diğer komşuları. Eyaletin başkenti ise Madison. ABD’de hemen tüm eyaletlerde başkent en büyük ve önemli kent değil. Tersine gölgede kalmış, fazlaca gelişememiş kentler başkent yapılarak biraz olsun önlerinin açılması amaçlanıyor. Türkiye’de hemen her şeyi İstanbul’a taşımaya çabalayan budalalığın bu paylaştırıcı anlayıştan alması gereken dersler var.
Milwaukee düşünsel geçmişiyle de dikkat çeken bir kent. Aydınlanma değerleriyle yoğurulmuş olan Alman göçmen çokluğu bu düşünsel geçmişin önde gelen öğesi sayılabilir. Bu bağlamda Milwaukee ABD’de sosyalizmin öne çıktığı bir kent olmuş. 1888’de Kuzey Amerika’da ilk kez bu kentte bir sosyalist belediye başkanı seçilmiş. Yine bu düşünsel birikimin “işsizlik sigortası” kavramının ortaya çıkmasında etkisi olduğunu söylemek yanlış olmasa gerektir.
Alçakgönüllü Milwaukee Garı’na indiğimde hiç olmazsa nereye yöneleceğimi bilmem iyi olurdu. Yolda dersime çalışmış olmam işimi kolaylaştırıyor.
Zamanım sınırlı olduğu için hızlı davranmam gerekiyor. Trenden iner inmez kurguladığım rotayı yaşama geçirme isteği içindeyim. Soluma baktığımda dekoratif bir asma köprü görüyorum. Elimde harita. St Paul Caddesi’nden karşıya geçip 4. Cadde boyunca yürümeye başlıyorum. Çok gitmeden sağda Zeidler Parkı çarpıyor gözüme. Biraz ileride bir alışveriş merkezi. Sabahın erken saatlerinde henüz açılmadığı için ne önünde ne de içinde kimseler yok!
Wisconsin Bulvarı’nı kesen köşede karşımda Federal Bina duruyor. Düşüncemi değiştirip batıya yöneliyorum. Yolda sağlı sollu yerleşmiş kiliseler çekiyor dikkatimi. Çevreye göz atarken bir gökdelenin üzerindeki yazı kilise finans alanına da mı el atmış dedirtecek cinsten. Geniş bulvarı ikiye ayıran bölgedeki boşluk küçük bir meydan gibi düzenlenmiş. George Washington heykeli ve Amerikan İç Savaşı’nı anımsatan anıtlar kondurulmuş. Bizdeki heykel düşmanlığı düşüyor aklıma birden. Herhalde dünyada bir tek bizlere yasak bizleri var eden değerleri yaşatmak ve yüceltmek. Milwaukee Merkez Kütüphanesi’ni geride bırakarak bir yerleşkeye giriş yapıyorum. Marquette Üniversitesi. Duvarlarla çevrelenmiş bir yerleşke görünümü yok. Başkaca yapılar da bulunmakla birlikte kentin bu bölümü Marquette Üniversitesi olarak gelişmiş. Fakülteler, barınma yerleri ve bir üniversitede yer alabilecek tüm birimler bulvar boyunca sıralanmış.
Olabildiğince çok yer görmek için kuzeye yönelip Wisconsin Bulvarı’na koşut uzanan Wells Caddesi’ne geçiyorum. Milwaukee Halk Müzesi görkemli yapısıyla davetkâr bir görünüm sunuyor. Zamanım sınırlı olduğu için bu çağrıyı yanıtsız bırakmak durumunda kalıyorum. Wells Caddesi’ni Plankington Caddesi’ni kesene dek kat ediyorum. Tam da burada yerini daha önceden saptadığım bir kitabevine uğramaya niyetleniyorum. Karşıma çıkan manzara kitabevi iflaslarının Milwaukee’yi de vurmuş olduğunu koyuyor ortaya. Rönesans Kitabevi vitrinindeki kitap ve dergilerin toplanması zahmetine bile katlanılmadan kapıya kilit vurmuş belli ki. Düş kırıklığı ile karışık Milwaukee Irmağı’nın doğu yakasına geçmekten vazgeçip Kilbourn Caddesi yoluyla yeniden batıya yöneliyorum. İyi ki de böyle yapmışım. Kentin spor alanları ve Bradley Merkezi adıyla konservatuarı da burada yer almaktaymış. İtfaiye önündeki bir heykel dikkatimi çekiyor. Heykel itfaiyeci botları, giysisi ve kaskından oluşuyor. Heykelin altındaki açıklamayı okuyunca görev başında yaşamını yitiren itfaiyecilere adandığını anlıyorum. Buradaki bir başka heykelin dört yüzünde “Öldüler, ama unutulmadılar!” yazısını okuyorum. ABD’de itfaiyecilerin bizdeki şehitlere eşdeğer bir konum ve saygınlıkta olduklarını söylemem gerek.
Milwaukee’de de kentin uygun olan her köşesine ya da boşluğuna heykeller ve başkaca sanat eserleri yerleştirilmiş. İşte onlardan biri…
Yürümeyi sürdürürken Peder Marquette’in Kamp yeri yazan bir tabela çarpıyor gözüme. Buradaki üniversiteye adını veren Cizvit Misyoner Marquette yukarı Mississipi’ye gelen ilk yabancılar arasına adını yazdıranlardan. Kamp yeri parka dönüştürülmüş. Noel ağacı da eksik değil.
Başka bir çok Amerikan kentinde olduğu gibi Milwaukee’de de eksik olmayan State Caddesi’nde doğuya yürüyüp 3. Cadde’ye ya da diğer adıyla Eski Dünya Caddesi’ne ulaşıyorum. Haritada bu yolun üzerinde kuzeydeki Historic King Drive bölgesini görünce yokuş yukarı kuzeye doğru ilerlemeye karar veriyorum. Caddelerin ıssızlığı ürkütücü. Sağlı sollu bira fabrikaları ilişiyor gözüme. Hemen hepsi terk edilmiş.
Bira deyince biraz soluklanıp bu konuda bir şeyler söylemekte yarar var. Milwaukee’ye 1836’da gerçekleşen ilk kitlesel Avrupalı göçünün önemli bölümünü Almanlar oluşturmuş. 1880’e gelindiğinde kentin % 35’i ve kentteki yabancıların % 70’i Almanya doğumlu kişilerden oluşmaktaymış. Alman ve bira sözcüklerinin bir aradalığı kimseyi şaşırtmayacaktır. Milwaukee’nin Almanların yanı sıra Polonyalı, Hollandalı, Sırp, Hispanik, Afro-Amerikalı, İrlandalı başta olmak üzere 2000 nüfus sayımına göre 50’den fazla ulusa yerleşke olduğu anlaşılıyor.
Bir zamanların (1950’ler) bira üreticisi Milwaukee’den günümüzde eser yok. O yıllarda ülkedeki bira üretiminin % 30’unu gerçekleştiren bu kentin ulusal pastadaki payı son yıllarda % 5’e gerilemiş.
Biraz ileride tanıdık ada rastlıyorum bir okulun duvarında. Golda Meir Okulu. Golda Meir 1969-1974 yılları arasında İsrail başbakanlığı yapmış kadın siyasetçi. Başarılı öğrencileri eğitmesi ve onlara akademik başarının yolunu açmasıyla tanınmış olan bu okula Golda Meir adının verilmesinin nedeni Meir’in 1906-1912 yıllarında bu okulda öğrenci olmasıymış. “Yaşamım boyunca taşıdığım değerleri bu okulda edindim.” diyerek bu okulu onurlandırmış. Milwaukee’de yakınımızdan tanıdık bir ikona rastlamak ilginç oldu.
Historic King Drive’a vardığımda ortalıkta tarihsel bir olguya rastlamadım. Gözüme ilişen Martin Luther King Jr heykeli bölgeye adını verdiğini de anlamamı sağlamış oldu. Heykelin altındaki şu anlamlı sözleri paylaşmadan geçemem.
“Dünyanın her yerinde insanlar bedenleri için üç öğün yemek, zihinleri için eğitim ve kültür, ruhları için saygınlık, adalet ve eşitlik isteme yürekliliği göstermelidirler!”
Dünyadaki güzellikler kadar kötülükler de insanın eseri. İnsan, isteyecek ki güzellikler egemen olsun dünyamıza. İnsan istemeyecek ki, kötülükler barınamasın bu güzel gezegende. İnsana düşen görev, insanda olması gereken sorumluluk bundan daha güzel ve hiç incitmeden başka nasıl söylenebilirdi?
Irmağın karşı kıyısına, doğuya geçme zamanı gelmişti.İki katlı köprünün yayalar için ayrılmış olan katından karşıya geçer geçmez kendimi Tarihsel Brady Caddesi’nde buldum. Tarihsel Brady Caddesi ilk olarak Alman, Polonyalı ve İrlandalı göçmenlerin gelişiyle 1860’ta yereşime açılmış. Bu eğilim 1930’a dek sürmüş. O tarihten sonra bölgede İtalyan egemenliği göstermiş kendisini. Belki de bu nedenle Milwaukee’nin Küçük İtalyası olarak anılmış. Tarihsel kavramı coğrafyaya göre değişkenlik gösteren bir olgu. Anadolu’da tarihsellik binyıllarla ölçülürken, ABD’de tarihsellik birkaç yüzyıl geriye ancak yürüyebiliyor. Her şeye karşın Tarihsel Brady Caddesi’nde olmak yerinde bir seçimdi. Sağlı sollu sıralanmış iki bilemediniz üç katlı eski evler yaklaşık bir kilometre boyunca korunmuştu. Zaman öğleye doğru ilerlerken insanlar da sokakları doldurmaya başlamıştı. Kentin Alman kökenleri buradaki bir kilisenin kapısında bir kez daha kendisini anımsatıyordu kendisini. Ünlü Alman gezgin Alexander Von Humboldt’un adı da burada yaşamakta. Buraya ilk gelen gezginlerin anısına mı bilemiyorum ama Fransa da unutulmamış. Balzac’ın adını taşıyan işyeri küçük bir örnek. Şimdilerde değilse de geçmişte bira kenti olan Milwaukee’ye Bira Dünyası’nı çok görmemek gerek. Cadde boyunca yürürken ara sokaları da es geçmemekte yarar var.
Göle koşut uzanan Farwell Bulvarı boyunca güneye doğru yürümeye koyuldum. Kentin seçkinlerinin mesken tuttuğu bir bölgede olduğumu düşündüren görüntüler var. Son derece hoş mimarili ve göl manzaralı varsıl evlerinin sıra sıra dizildiği bir caddedeyim. Göle sıfır yapılaşma yok elbette. Bu bize özgü kötü bir alışkanlık. Gölün hemen kıyısında parklar var. Milwaukee Savaş Anıtı ve son derece ilginç tasarımıyla Milwaukee Sanat Müzesi’ni göl kıyısına yapmakta sakınca görmemişler. Buna karşılık falanca ya da filancanın villasını göremiyorsunuz gölün kıyısında.
Bir şaire rastlıyorum yürürken. Robert Burns. (1759-1796) İskoç şairin bu heykelinin tıpkısından Kilmarnock’ta da olduğunu öğreniyorum. Önemli bir İskoç şair Robert Burns. Doğum günü olan 25 Ocak İskoçya’da resmi tatil. Burns Gecesi kutlamaları yapılmaktaymış her yıl 25 Ocak’ta. Bir elinde kalem diğerinde defter olan Milwaukee’deki bu heykeli İskoç kökenli tahıl tüccarı James Anderson Bryden tarafından armağan edilmiş çocukken yerleştiği bu kente.
Kentin Juneau semtinde Juneau Parkı’ndan geçiyorum. Park adını kentin kurucusu Solomon Juneau’dan (1793-1856) alıyor. Juneau Fransız ana-babanın oğlu olarak Kanada’da dünyaya gelmiş. Kürk tüccarı, arazi spekülatörü ve politikacı. Kuzeni Joseph Juneau da Alaska’da soyadını taşıyan kenti kurmuş. Kartvizitlerine “kent kuruculuğu” sıfatı eklense yeridir. Juneau Parkı buralara ilk gelenlerin anısına yapılmış gibi. Bir başka heykel Kaşif Leif’inki. Leif Erickson uzaklara bakarken eliyle gözlerine gölge yaparken betimlenmiş. Leif Erickson, bu kıtaya İS 1000 yılında İzlanda’dan yelken açarak ayak basmış. Kızıl Erik’in oğlu. Hyekelin özgün olanı Boston’da. Milwaukee’deki replikası. Kristof Kolomb’dan 500 yıl önce yeni dünyaya gelinmiş olduğunu anlıyoruz. Yerleşip de kültür ve uygarlık kur(a)mamak Leif’in tarihe geçmesine engel olmuş denilebilir.
Hava beklentimin ötesinde ılık. Hiç ummadığım şekilde terlemeye başlıyorum. Artık Farewell Bulvarı ile birleşen Prospect Bulvarı’ndayım. Milwaukee Sanat Müzesi’nin önünde Amerikalı sanatçı Mark di Suvero imzalı çelikten yapılmış “Çağrı” çekiyor ilgimi. Milwaukee Sanat Müzesi ünlü İspanyol mimar Santiago Calatrava tarafından tasarlanmış. Calatrava Atina Olimpiyat Oyunları Spor Kompleksi’nin de mimarıymış. İlgi çekici ve belleklerden silinmeyecek bir tasarım yaptığına kuşku yok. Sanat yapıtlarının ve müzelerin yoğunlaştığı bu noktada bir de Milwaukee Savaş Anıtı var. Savaşta yaşamlarını yitirenlere saygı sözleri içeren bir kitabesinin yanı sıra Abraham Lincoln’ü ayakta betimleyen bir heykel de konmuş. Kısa zaman aralığında iki Amerikan kentinde gördüğüm üçüncü Lincoln heykeli.
Çocuk Müzesi’ni solumda bırakarak yeniden Wisconsin Bulvarı’na giriyorum. Bu kez doğu ucundan. Doğuya doğru yürüdükçe kentin kalbine yaklaştığımı fark ediyorum. Jefferson Caddesi’ne gelince yeniden kuzeye yönelip Katedral Alanı’na erişiyorum. Buradan batıya dönüp Kilbourn Bulvarı boyunca yürümeyi sürdürmeden önce burada yer alan plaketten yola çıkarak bir köle öyküsünü paylaşmak istiyorum. Joshua Glover, St Louis’den kaçmış bir köledir. Glover’ın peşine düşen sahibi Kaçak Köle Yasası’ndan yararlanarak Joshua’yı yargılatır ve tutuklatır. Bu plaket o zamanki mahkeme ve tutukevinin bulunduğu yeri belirlemiş olmaktadır. Sherman Booth önderliğindeki başkaldırı hareketi Glover’ın tutukevinden kaçırılmasını sağlar. Bu olay kölelik karşıtı hareketin yerleşikleşmesiyle sonuçlanır. Bu sürecin sonunda Wisconsin Kaçak Köle Yasası’nı anayasadışı sayan ilk eyalet olur. Kentin sosyalist geçmişine yaraşır bir başka durum deyip geçelim.
Milwaukee’nin cadde ve bulvarları son derece geniş. Hem de önümüzdeki yarım yüzyıl boyunca bu kenti taşımaya yetecek kadar. Burada metro yok. Toplu taşıma aracı olarak otobüslere de çok rastladığımı söyleyemem. Kızılok Parkı’na vardığımda City Hall’u solumda bırakarak Water Caddesi’nden güneye dönüyorum. Burada Milwaukee Sanat Okulu önünde de bir başka heykel var.
Milwaukee’deki yürüyüşüme saat 10’da başlamıştım. Biraz önbilgiyle ve epeyce de doğaçlamayla saat 14 sularında turumu tamamlıyorum. Milwaukee yürüyerek gezmeye son derece uygun bir kent. Bu anlamda butik bir kent dense yanlış olmaz.
Irmağa koşut olarak ilerliyorum. St Paul Bulvarı’na vardığımda solda Milwaukee Halk Pazarı’nı görüyorum. İçeri girme kararımın yerinde olduğunu gördüğüm manzara doğruluyor. Şarküteri, kasap ve başkaca gıda maddelerinin yanı sıra bira, kahve ve diğer içkiler bu kapalı pazarda satılan başlıca tüketim maddeleri.
Köprüden kentin batısına geçtikten sonra son görüş için yeniden Wisconsin Bulvarı’na geçiyorum. Yaklaşan tren saati nedeniyle adımlarımı sıklaştırıyorum.
Milwaukee’de bir kaç saat böylelikle sona eriyor.
Buraya kadar yansıtmaya çalıştıklarım bir kaç saatlik yürüyüşün bıraktığı izlenim olarak da algılanabilir! “ABD’nin diğer yerlerinde olduğu gibi tarihi sığ bu kentin sanatsal derinlik yaratarak ilgi çekici olmaya çalıştığını söyleyebilirim!” Milwaukee belki de bu nedenle bir açık hava sanat müzesi görünümüne sahip olmuş bir kenttir.
Bu gezide aksik bırakılmış yerler yok mu? Hiç olmaz mı? Hem de uzunca bir liste oluşur bu eksikler sıralansa. Örneğin, Harley Davidson ya da motosiklet tutkunu olsam her şeyin önüne Harley Davidson Müzesi’ni koyardım. Zaman kalmadığı ve biraz da ilgimi çekmediği için es geçmiş oldum. Yanı sıra Yahudi Müzesi, göl kıyısı turu gibi akılcı seçenekler de zamansızlıktan paylarına düşeni almış oluyorlar. Bir de Milwaukee Kent Müzesi’ni gezememiş olmayı önemli bir başka eksiklik olarak görüyorum.
Bir de Milwaukee’de gurme seçeneklerinden söz etmediğimin farkına varıyorum. Kentin göç aldığı hemen tüm ulusların mutfağı burada kendisini gösteriyor. İrlanda, Alman, İtalyan, Polonya, Sırp ve elbette uzak doğu ve Hint mutfaklarından örnekler sunan lokantalar bulmanız hiç de güç değil. Hatta, göz attığım bir yerel gazetede birkaç masadan oluşan küçük bir mekânda Somali yemekleri servis eden bir lokantanın bile yeni açıldığını okuyorum.
Bu kentte bir gece geçirecek olsaydım ve maç programı da uysaydı Ersan İlyasovalı bir Bucks maçı izlemek de ilginç olurdu diye hayıflanıyorum.
Milwaukee’nin butik tren garında Şikago trenine binip de yerimi bulur bulmaz gözlerimin kapanmasına engel olamıyorum. Trendeki şakacı ve cana yakın gezici satıcı bile uykuma engel olamıyor. Trenden indiğimde bir günlük aradan sonra kendimi Şikago’nun kalabalık ve telaşlı Loop’unda buluyorum…
Ceyhun BALCI, 20.12.2012

Yorum bırakın