TÜTÜN KARŞITI
NAZİ KAMPANYALARI (*)
Geçmişi bilmemek hemen tüm sorunların kökenindeki önemli neden! Naziler, besin ve sudaki karsinojenlere, iş ortamındaki asbest başta olmak üzere başka kanser etkenlerine ve onların yasaklanmasına özel ilgi duymuştur. Nazi Almanyası asbeste bağlı akciğer kanseri ve mezotelyomanın önlenebilir olduğunu saptayan ilk ülkedir. Ne var bunda sorusu gelecektir usunuza! Haksız değilsiniz! Ama, yine de yazıyı okuyunuz öğüdümü tutmanızı dilerim.
“Tümör gibi Yahudi”, “Yahudi gibi kanser” ya da “komünist hücre gibi kanser” benzetmelerinin de bu döneme özgü olduğu pek bilinmez. Yanı sıra “ektomi” (lobektomi) ya da “otomi” (laparotomi) gibi köktenci çözümlere ilişkin paradigmaların yaygınlığı da dikkat çekicidir. Bir başka göze batan durum da “aydınlatılma” başlığı altındaki kavram bolluğudur. Robert Proctor Nazi dönemine damga vuran bu durumu “bilgisizlik bilimi” ya da “gözardı edicilik” olarak tanımlıyor.
Kısırlaştırma, denekleştirme ve ötenazi uygulamalarıyla nam salmış Nazi tıp anlayışının tütün karşıtlığı konusundaki tutumu da ilgiyi hak ediyor.
Nazilerin karsinojenlere bu aşırı ilgisinin ekonomi, endüstriyel paternalizm, çalışma verimi ve Almanya’nın tanınmış laboratuvar gelenekleri ile ilintilendirilmesinde yarar var.
Tarihçiler, tütünün sağlık üzerine etkileri araştırmalarında 1950’leri sıfır noktası olarak görürler. Tütünün akciğer kanseri etkeni olması konusundaki araştırmalar ABD ve İngiltere’de bu zaman aralığında yoğunlaşmıştır. Oysa benzer araştırmalar 1930’lu ve 40’lı yıllarda Almanya’da da yoğunluklu bir şekilde gerçekleştirilmiştir. Nazilere göre, tütün kısırlık, kanser ve kalp krizi etkeni olarak parasal kaynakların ve halk sağlığının tüketilmesine yol açan bir genetik zehirdir. Irksal ve bedensel arıtım kaygılarının belirginleştiği bu dönemde tütüne ilişkin yargıları bir de bu açıdan irdelemekte yarar vardır. Tütünün Alman ırkını yozlaştıran bir öğe olduğuna vurgu yapılmıştır. Tütünün yanı sıra Alman soyunu kirleten diğer etkenler arasında alkol, asbestoz, kurşun, Yahudiler ve Çingeneler sayılmıştır. Nazi dönemindeki tütün karşıtlığı siyaset-bilim etkileşiminin önemli başlıklarından birisine dönüşmüştür.
Tütün karşıtlığı kendisini ilk kez XX. yüzyılda göstermiş bir olgu değildir. Almanca konuşan topraklar tütün yasakları ile Hollanda ve İngiliz ordularının da yer aldığı 30 yıl savaşlarıyla tanışmıştır. Sigara Berlin’de 1723’te, Konigsberg’te ise 1742’de yasaklanmıştır. Benzeri yasaklamalar 1848’deki Pan-Almancı devrime dek kitap sayfalarında kalmış ve Nazi döneminde tütün ve Yahudi özgürlükçülüğü bütünleştirilme fırsatı yakalamıştır.
Tütünün kanser etkeni oluşuna ilişkin ilk yayın XVIII. Yüzyılda yapılmıştır. 1912’de Isaac Adler tütün ve akciğer kanseri konulu kitap oylumlu ilk derlemesini bilim ortamında paylaşmıştır. Bununla birlikte tütünün akciğer kanserine yol açmadaki etkisinin kesinleşmesi için epeyce zaman geçmesi gerekmiştir. Sonuçta tütünün etkisi ortaya konmuş olsa da giderek artan otomobil kullanımının ürünü olan eksoz gazları ve ortamdaki tozlar da etken olarak görülmüşlerdir.
Bu süreci izleyerek Alman ırk arıtımcılarının ilgi alanına girecektir tütün karşıtlığı. Naziler tütünün Führer’e ait olduğu varsayılan insan bedeni ve zihnini denetim dışı bıraktığı düşüncesini benimsemişlerdir. Bu düşünce doğrultusunda sigara bağımlılarının zayıf ve yozlaşmış genetiğe sahip oldukları, sigaranın genç psikopatlarda yaygın kullanım alanı bulduğu bile öne sürülmüştür. Yaygın kanı böyle olunca Nazi Sağlık Bakanı Dr Leonardo Conti sigara bağımlılarının da fişlenmesi buyruğunu vermekte gecikmemiştir. Tıpkı evsizler, alkol bağımlıları ve sosyopatlar gibi fişlenir olmuşlardır.
Arjantinli Angel H. Roffo (1882-1947) 1930’larda sigaradaki katranın laboratuvar hayvanlarında kansere neden olduğunu ortaya koymuştur. Böylelikle nikotinin masumiyeti söz konusu olabilmiştir. İvme kazanan tütün zararları araştırmalarının sonuçları aynı zamanda Hitler’in tütün karşıtı çabalarını destekleyen dayanaklara dönüşmüştür.
Alman Nasyonal Sosyalist Partisi 1938’de kendi çalışma ortamlarında sigarayı yasaklamakla başlayacaktır bu alandaki etkinliklerine. Himmler’in buyruğuyla görevdeki polis ve SS’lerin de sigara içmesi yasaklanacaktır. Bunu gebelere, 25 yaşaltı ve 55 yaş üstü kadınlara sigara kuponu verilmesinin önlenmesi izleyecektir. Sigara reklamlarının yasaklanması da unutulmayacaktır.
Kısıtlayıcılık nikotinsiz sigara üretimiyle karşılık bulacaktır. 1940’ta Alman tütün üretiminin % 5’ine denk düşen 3 milyon kilo nikotinsiz tütün hasadı gerçekleştirilmiştir. Bu tarihte Almanya’daki tütün tarımcısı sayısı 60 bin dolaylarındadır.
Eş zamanlı olarak sigara kullanımının psikolojisi ve psikofarmakoljisi üzerine çalışmalar da yoğunlaşmıştır. Örneğin, gözleri görmeyenler arasındaki sigara bağımlılık oranı düşüklüğünün yanı sıra askerlerin geceden çok gündüz saatlerinde içici oluşları üzerine çalışmalar yapılacaktır.
Alman sigara karşıtlığı sürecinde Karl Astel’in Jena’daki Sigaranın Tehlikeleri Araştırmaları Enstitüsü’nden de söz etmek gerekir. Almanya’nın sorunlarına köklü çözümler başlığı altında göze çarpan bir başka öneri de “tam buğday ekmeği” üretimidir. Bu enstitü doğrudan Hitler’den 100 bin RM para desteği almıştır.
Karl Astel ateşli bir sigara ve içki karşıtı olarak da öne çıkan bir figür olmuştur. Jena Üniversitesi’nde sigarayı yasaklamakla kalmamış insanların ağzındaki sigaralara yönelecek denli militan davranışlar da sergilemiştir.
Akciğer kanseri ile tütün arasındaki bağlantının yeryüzündeki en gelişmiş epidemiyolojik çalışmayla değerlendirilmesinin doğrudan Hitlr’in desteğiyle yapılmış olmasını nasıl nitelendirmeliyiz? 1950’lerdeki benzer Richard Doll çalışmalarının bu çalışmaya atıf yapmamış olmaları önemlidir. Çok bellidir ki, bu çalışmalar tıp belleğinden silinmiş gibidir.
Tütün karşıtı uygulamaların Nazizmin üstün ırk düşüncesiyle yakın bağlantısı son derece çarpıcı bir durum olsa gerektir. Hitler’in sigaraya yönelik kişisel nefreti de önemli bir öğedir. Ancak, tütünün Alman halkının işte, okulda, savaş alanında, yatak odasında ve doğumhanede dayanıklılığını azaltan önemli bir etken olduğu düşüncesi yabana atılmamalıdır.
1920’lerde dünyanın en güçlü sigara ve alkol karşıtı tutumu içinde olabilmiş bir ABD’nin yanında 1930’larda Almanya’da kendisini gösteren bu son derece güçlü tütün karşıtı hareket de dikkate değerdir. Ancak, ABD’deki bu durum çok geçmeden tersine bir dönüş gösterecektir. 1940’lar Amerikası’nda tütüne eleştirel yaklaşan hekime rastlamak zorlaşacaktır. John Dewey gibi bir liberal bile tütünün zararları konusunda kuşkucu bir tutum içinde olabilmiştir.
Almanya’da ise Nasyonal Sosyalizm’in yükselişiyle koşut giden bir sigara-alkol karşıtlığı söz konusudur.
Almanya’da Nazi döneminin ilk yıllarında çok etkili olmayan tütün karşıtı harekete karşı tütün kullanımı, caz dinleyiciliği ve dans partilerine katılım bir tür pasif direniş tutumu olarak da benimsenmiştir. ABD’deki tersine durum Almanya’daki yasakçılığa karşı duranlarca bağlaşık bir güç olarak da algılanmıştır. Hatta, “yasaklamanın çekiciliği” üzerine söylemler bile geliştirilmiştir.
II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte tütün karşıtı hareket hız yitirmiştir. Özellikle savaş alanındaki askerlerin bu kampanyadan bağışık tutuldukları bilinmektedir. Bu arada, gevşemeyi fırsat bilen sigara üreticileri kendi enstitüleri aracılığıyla tütün propagandasına bile girişebilmişlerdir.
Özellikle, savaş öncesindeki ekonomik iyileşmenin Alman insanının alım gücünü yükseltmesi tütün karşıtı hareketin başarısını sınırlamıştır. Diğer yandan, tütün ürünlerinden kaynaklı vergilerin Alman maliyesine katkısı da göz ardı edilemez boyutlara erişmiştir.
Savaşa bağlı kısıtlılıkların derinleşmesiyle birlikte tütün ürünü tüketimi önemli düşüş göstermiştir.
Başta Hitler olmak üzere sigara karşıtı hareketin önemli üyelerinin ölmüş ya da etkisizleşmiş olması sonucu savaşı izleyen yıllarda Almanya’da tütün karşıtlığından iz kalmamıştır. Bu anlamdaki bellek silinmesinin sonucunda Alman yurttaşları bile kendi yakın tarihlerindeki bu gerçekten habersizleşmişlerdir.
Nazi dönemi tütün karşıtı hareketin dikkate alınması “her kötülükten bir iyilik doğar” anlayışını öne çıkartmak ya da bu dönemin aklanması olarak algılanmamalıdır. Bundan günümüz sigara karşıtı yaklaşımlarının faşist köklerine göndermede bulunulduğu sonucu da çıkartılmayabilir.
Tütün karşıtı kampanyayla kendisini gösteren süreçte Alman biliminin, tıbbının ve toplum sağlığının Nazileştirilmesinin algılanandan daha karmaşık olduğunun anlaşılması önemlidir. Nasyonal Sosyalizm güdümündeki bilimin geçmişinde zorla kısırlaştırma, bitkisel tıp uygulamaları, toplama kamplarında seçilmiş kişilere uygulanan soykırım ve sigara yasağının önemli köşe taşları olduğu akıldan çıkartılmamalıdır.
Nazi döneminde tıp uygulamalarının çılgınlığa araç olduğundan kuşku yok. Bu dönemin derin izlerini taşıyan tütün yasaklarıyla tam buğday ekmeği girişiminin de sarı yıldızlar ve ölüm kampları kadar faşist uygulamalar olduğunun altını çizmekte yarar olduğu kesindir.
Ceyhun BALCI, 26.01.2014
(*)The Medicine and Medical Ethics in Nazi Germany, Berghahn Books, 2002, Oxford, New York, Nazi Campaign against Tobacco, Robert N. Proctor, pp 40-58.


Yorum bırakın