ROUSSEAU’DAN SERKİSOFF’A ZAMAN NASIL UÇTU ???(*)

 (*) Yazı aylık bir derginin Horus’un Gözü köşesinde yayımlanacağı bilgisini de paylaşma görevini gözardı etmiş olmayalım.

Prof Dr Süleyman Kaynak

 Resim

Gözüne küçük bir kömür çapağı kaçmıştı. O zamanlar , hani benim asistanlığımda, pantokain solüsyonu eczanelerde yapılır , damlalıkta korunur  ve kullanılırdı. Çapağı çıkarırken , bir yandan da sohbet devam ediyor : Bu kömür parçası nerden geldi de kaçtı , diyorum .

–          Makinistlerin  gözüne her zaman kömür tozu  kaçar.. Diyor gülerek , ortalık toz dumandır ya..  Sonra ekliyor , şu damladan bize de verseniz de , yolda beldeyken çapak çıkarma işini kendimiz yapsak ya …

–          Ama bu damlayı gelişigüzel kullandınız mı , dokulara zarar verir..

–          Olur mu ?? Bizim kafa serkisof gibidir , hata yapmayız biz.. diyor. Serkisof sözünü ilk kez duyduğumu utanarak söyleyince , cebinden , çıkardığı cep saatini gösteriyor : Babam da makinist idi , rahmetlinin emeklilik hediyesidir, bak , şimendiferli serkisof bu işte… Tıkır tıkır çalışır.

Osmanlının batılılaşmasındaki en önemli adımlardan birisi de , “ zaman”ın ölçülmesi ve kavranmasıdır. Osmanlıda yüzyıllar boyunca , zaman kavramı “namazi” dir yani  namaz vakitleri ile belirlenmişti. Aslında namazi zamanlama usturlap veya kadrant kullanılarak yapılırdı ama hata payı çok yüksekti.

Dosya:Jean-Jacques Rousseau (painted portrait).jpghttps://encrypted-tbn1.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcSxG_yCFSBi5wZKZ-Mcc15FijzA8Has1t8fnFm2QmcTT6A--8rI

J.J.Rousseau                             Usturlab

https://encrypted-tbn1.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcRjJtKuqB5gwVirMc23SOh76O22_z5mSoZeCV2eiRFUOT9CVp0mPAhttps://encrypted-tbn1.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcQWjQ-ZAhikQ6QU0zF5xsHTbIJh-U6DoGr0lIxvbMmdwU4fDrmK

Serkisof Cep saati ve  kapağı.

Resimhttp://www.minicity.antalyanet.de/grafik/bilder/bildmc_DSCF3978.jpg

Serkisof kasasının içi                     İzmit Saat Kulesi.

Usturlab ( astro-labon –yunanca- yıldız yakalar) , MÖ. 2-3 . yüzyılda keşfedilip , giderek geliştirilen bir zaman aygıtı idi ve M.S. 8-9. yüzyıllardan itibaren de İslam dünyasında gerek  astronomi ve gerekse zamanın , özellikle namaz zamanlarının tespitinde kullanılması nedeni ile çok popüler olmuşlardı. Yıldızların ve ayın zamana karşı hareketleri ve konumlarının tespitinde de kullanılırlardı.

18. yüzyıldan itibaren , Osmanlı ülkesi , önemli  saat pazarlarından birisi haline geldi. Zira , zamanı daha iyi kullanma ve örneğin özellikle ticari etkinliklerde randevulaşma ve bir araya gelip toplantı yapmanın dakikliğinin sağlanması , bir bakıma batılılaşmanın temel unsurlarından birisi olarak yer etmeye başlamıştı . Saatler , doğunun batılılaşmasında temel öğeye dönüştü . Bu durum öncelikle saray ve çevresinde ve daha sonra da ticari çevrelerde oldukça rağbet görmüştü.  Bir bakıma , Osmanlı , saat ile batının zaman kavramını da almış oluyordu.

Sultan Abdülmecid , 1848 yılında İstanbul Tophane Nusretiye Camii saat kulesini yaptırarak , batılı zaman kavramını , halkın dikkatine ve hizmetine sunmuştur. Daha sonra II. Abdülhamit , Dolmabahçe saat kulesini 1890 ‘da yaptırmaya başlamış ve 1894’te bitmiştir. Daha sonra da tahta çıkışının 25. Yılı nedeniyle (1901) yayınladığı ferman uyarınca , İstanbul dışında da bir çok kentte , İzmit , Kütahya , Bursa ,Samsun , İzmir , Urfa ,  Zile, Mudurnu , Göynük ,  Gerede başta olmak üzere çok sayıda saat kulesi tesis edildi.  Bu süreç gerçekten saray önderliğinde , zaman kavramı üzerinden bir batılılaşma süreci olarak alınabilir. Sarayın bu önderliğini , Dolmabahçe sarayında yer alan ve sergilenen  çok büyük “oturtma” ya da “kuburlu” denilen değerli ve ender saatin varlığından da anlayabiliriz. Tüm batılı konuklar ve diplomatlar , sarayın bu ilgisini , getirdikleri hediyeler arasında saatlere özellikle yer vererek değerlendirmişlerdir. Bu nedenle , Osmanlı modern saraylarını gezerken özellikle saatlere dikkat edilmesi , “Osmanlıda zaman kavramını “  daha iyi anlamamızı sağlayacaktır.

Aslında Türkiyede saat yapımcılığı , 17. Yüzyılda Galatadaki gayrimüslim saatçi kolonisi tarafından çok etkin bir şekilde başlatılmıştır. Görünüşe bakılırsa , Galatadaki en ilginç saatçilerden birisi de  Isaac Rousseau idi. Isaac , çok iyi bir saat üreticisi ve tamircisi olarak İstanbulda ünlenmeye başlamışken ve saraya alınmışken , ilginç bir olay sonrasında , İstanbul’dan saraydan ayrılmak için izin almış ve saatçilik merkezi Cenevreye dönmüştür. Bu olay , aslında aydınlanma devrimi olarak da bilinen Fransız devriminin tarihteki yeri ve niteliğini  Jean Jack  Rousseau üzerinden etkileyecek bir olaydır. Zira , eğer Isaac , Cenevreye  dönmemiş olsaydı , Fransız devriminin en önemli  isimlerinden birisi dünyaya gelmemiş olacak idi. Bu dünyayı nasıl etkilerdi varın siz düşünün…

J.J.Rousseau, itiraflarında , “ Babam , tek kardeşimin doğumundan sonra İstanbul’a doğru yola koyuldu ve orada saray saatçiliğine getirildi. Onun yokluğunda annemin güzelliği , zekası ve ev kadınlığı bir dizi hayranı cezbetti, bunların arasında Mösyö de La Closure en ısrarlı ilgi gösterenlerdi. Otuz yıllık bir sürenin ardından annemden söz ederken derinden duygulandığını gördüğüme göre , tutkusu olağanüstü şiddetli olmalıydı. Annemin erdeminden daha kuvvetli bir savunma silahı vardı. Kocasını şefkatle seviyordu. Onun geri dönmesi için diretti. O da tüm beklentilerinden vazgeçip , Sarayı bırakıp Cenevreye koştu. Dönüşünün talihsiz meyvesi bendim.”  diye bu konuya değinmektedir.

19. Yüzyılın sonu ve 20. Yüzyılın başında , saray çevresi başta olmak üzere , Osmanlı kentlileri , giderek saatte bireyselleşmeyle , cep saatleri taşımaya başladılar. Bu nedenle Osmanlı iyi bir saat pazarı oldu. İngiliz ve İsviçreli saat imalatçıları , Osmanlı için özel saatleri ürettiler ve getirdiler . Bunlar içinde en ilginçlerinden birisi , George- Favre Jakot tarafından ,İsviçrenin Le Locke kasabasında kurulmuş olan ve hala aynı adreste olan Billodes markasıdır ki adres Rue de Billodes No : 34 ‘tür. Saatlerin üzerinde ilk dönemde , bu marka varken sonra Zenith ve daha sonra da , İstanbulda saat ithalati ile uğraşan Rus asıllı Konstantin Serkisoff tarafından satın alınıp Serkisof markası ile bir dönem üretimine devam edilmiş saatlerdir. Bu nedenle  Serkisof saatlerin , Billodes damgalıları çok kıymetlidir.

Serkisof saatlerinin  , Cumhuriyet döneminde de , Türkiyeye ithalati devam etmiş , hatta adeta , belki de dakikliğin ve zamanın önemini vurgulamak üzere Türkiye Devlet Demiryolları bu saatlerden özel olarak ürettirmiştir. Nitekim “avcı kasa “ denilen iki kapaklı saatlerde , “te cim dal dal” yani TCDD ve damgası ile arka kapaktaki buharlı lokomotif kabartması  , bu saatlerin şimendiferli ( chemin de fer : demiryolu) diye anılmasına yolaçmıştır. Uzun yıllar , TCDD , emekli olan personeline emeklilik hediyesi olarak  vermiş ve bir çok TCDD emeklisi , bu saatleri bir ayrıcalık ya da birbirini tanıma aracı olarak büyük bir onurla yelek ceplerinde taşımışlardır. Şimdi , bunların bir çoğu antikacılarda , TCCD personelinin çocukları ve torunları tarafından satıldığı için bulunabilmektedir. Bir bakıma Serkisof saatleri , Osmanlıdan Türkiye Cumhuriyetine geçişte , tıpkı saat kuleleri gibi çağdaş dakikliğin ve zamanı iyi kullanmanın sembolü olarak da düşünülebilir. Bu nedenle , ülkeyi bir baştan bir başa yıllarca  istasyondan istasyona tam zamanında taşımak için canını dişine takmış bu insanların , ceplerinde çok önemli bir ayrıcalık olarak şerefle taşıdıkları bu saatlerin ortalığa dökülmesini ,  bir yönüyle kadir bilmezlik diye değerlendirenler de  vardır.

Ama zaman böyledir işte : Bazı şeylerin anlamı elimizden hüzünle kayıp giderken , bazılarının da ne kadar zamansız ve gereksiz  olarak yapıldığını hayretle izleriz: Saray saatçılarından birisi olan Isaac Rousseau’nun , ülkesine dönmesine izin vererek , dünyanın aydınlanma hareketine “bir katre”de olsa  katkıda bulunmuş bu ülkenin  şimdiki başkenti Ankaraya kucak dolusu parayla , onlarca meydan saati dikmek ve patlama şeklinde cep telefonu satın alan bu gençliğe 19. Yüzyılın sembolleriyle hitap etmeye çalışmak ne kadar gereksiz ise, onca Serkisofun antikacı köşelerinde alıcı beklemesi de o kadar hüzün vericidir.

Resim

Bu yazıyı , çok uzaklardan  yazan bir gurbet şairimizi ,  sevgili Nihat Ziyalan’ı hatırlayarak  bitirelim.

 

SERKİSOF

Yataktan sıçratarak,

uykumu bölen telefonun,

bir başka türlü çalışından anlamıştım.

Gidemezdim.

İki günlük yoldan,

“Durumum müsait değil”den,

ötürü değil.

Babamdan sonra ailenin reisi olmak!

“Saatini istiyorum” dedim.

Onun için yelek diktirdiği,

kurarken,

derin düşüncelere daldığı.

Yeleğe takılan zinciri paslanmamış.

Zembereğe hükmeden kurma’sının,

rengi aşınmış.

Ön yüzünde,

akrep, yelkovan, 1’den 12’ye rakamlar,

saniyeliği,

Serkisof yazısı.

Arkada,

bir şimendifer kabartması,

rayıyla.

Şimdi babam yanımda olsaydı,

sorardım niçin çalışmadığını?

Sanki benim elim değil,

öyle bir el,

yeleğimden alıp,

ceketimin mendil cebine koyunca;

başladı tıkırdamaya,

tam yüreğimin üstünde.

Bir yandan

şimendifer çuf çuf!

Pencerede eski sahibi,

kasketiyle gülümserken,

kurum kaçtı gözüme….

( Nihat Ziyalan Sydney 2011).

Yararlanılan Kaynaklar :

1.       M.Aycı : Sekisof ahbabım olur. Elips kitap .2005.

2.       Donald Quataert, Sanayi Devrimi Çağında Osmanlı İmalat Sektörü(Ottoman Manufacturing in the Age of the Industrial Revolution), İletişim Yay., Ist. 1999

3.       Otto Kurz, Sultan İçin Bir Saat Yakındoğu’da Avrupa Saat ve Saatçileri(European Clocks and Watches in the Near East), Kitap Yay., Ist. 2005.

4.       Robert Levine,: Zamanın Coğrafyası.Maya Kitap . 2013.

5.       http://forum.saatforumu.com/viewtopic.php?f=45&t=2491#axzz2sIQWRDXv

6.       http://tr.wikipedia.org/wiki/J ean-Jacques_Rousseau

Posted in

Yorum bırakın