KIRK YIL SONRA
Gazze’de yaşananların acısıyla içimizin kavrulduğu bugünlerde Kıbrıs’ı unutabilir miyiz? Kırk yıl önce bugünlerde insan onurunu kurtarmak, barışı egemen kılmak için Türk askeri Kıbrıs’a çıkmasaydı, belki de bugün Kıbrıs Türkü’nü anımsayan bile kalmayacaktı. Çok daha köktenci bir “olmak ya da olmamak” durumu yaşayan Kıbrıs Türkü Kıbrıs Barış Harekatı ile yaşama dönmüş oldu.
1963’te başlayan tehdidin uçak uçurmanın ötesinde tepki görmediği adada Rumların, Türklerle alay etmek için “Bekledim de gelmedin!” ezgisini kullandıkları söylenir.
Türkiye’nin hemen her yanı karşıtlarıyla çevrilmişken Kıbrıs konusunda köktenci bir tutum içinde olabilmesi, bugünkü İslam coğrafyasında tekil olan İsrail’in buna karşın öndeliğini sürdürmesi olgusunu sorgulamayı kaçınılmaz kılıyor.
Gazze’de de püf noktası antiemperyalist tutumdur. Tıpkı, Kıbrıs’ta Türkiye’nin takındığı tutum gibi.
Kırk yıl sonra anılara yolculuk hoşuma gidecek!
Ecevit markalı Kıbrıs Harekatı, Ecevit’i ve elbette partisini iktidara taşıyabilirdi. Unutmam olanaksız! O yıllarda da sağ partilerin oy deposu olan Orta Anadolu kentlerinde bile Ecevit sayılır, sevilir olmuştu! 1977 seçimleri tanığımdır! O yıllarda şimdiki gibi el çabukluğu ve el uzunluğu olmadığı için sonuçlar bir hafta sonra bile kesinleşmemiş olurdu. Ecevit seçimle değilse bile transferle iktidar olabildi. Olabildi ama, sanırım pişmanlık tohumları da ekildi. Berbat deneyim, iktidara yaklaşan Ecevit’i ve partisini gözden düşürürken; izleyen yıllardaki sağ-sol görünümlü kanlı hesaplaşmalar yalnızca Ecevit’in değil ülkenin de kara yazgısının ağlarını örmeye başlıyordu.
Bundan 40 yıl önce 20 Temmuz’da Muğla’da ana-baba köyü Karaböğürtlen’deydik. Tatillerin önemli bölümü orada geçirilirdi. Kuş uçuşu bir kaç mil ötedeki Yunan adaları heyecan yaratmaya yetiyordu. Gün boyu uçan keşif uçaklarının uğultusu bugün de kulaklarımdadır. Bir de karartma gecelerini unutamam! Bizim köyde o tarihte henüz elektrik olmadığı için konutlarda karartma sorunu yoktu. Motorlu taşıtların yollarda jandarma tarafından denetlendiğini, önlem almayanların farlarının koyu renge boyandığını belleğimin unutulmazlar sekmesine silinmemecesine kazımışım.
Bir yaza iki Kıbrıs harekatı sığınca okula dönüşte arkadaşlarla konuşacak epeyce şey birikmiş oluyordu.
Eskişehir’de yatılı okul yıllarımdı. Orta 3’ün ilk okul günü dayanışma ve arkadaşlığın ileri boyutta olduğu okulumuzda hasret giderme fırsatı demekti. O ilk günün akşamında, etüdde, yapacak ödev, çalışacak ders olmamasından da yararlanarak Kıbrıs’ı saatlerce hem de hararetle konuştuğumuzu nasıl unutabilirdim?
Kıbrıs Barış Harekatı’nı 40. yıldönümünde de anlamından kopartma çabalarının sonu gelecek gibi görünmüyor. Kocatepe muhribinin batırılması efsanesine sayfalar ayıranlar, o harekatın sonrasında Kıbrıs’ta bayrak direğine tırmanan şaşkın Rum bir yana bırakıldığında kimsenin burnunun kanamadığını yazmaktan kaçınıyorlar.
Kırkıncı yıldönümünde Kıbrıs Harekatı’nın birincil unsuru olan Deniz Kuvvetleri sözcüğün tam anlamıyla yerle bir edilmiş durumda!
Bugün İsrail’e öfke kusar görünenlerin düzenbazlığı tüm yalınlığıyla ortadadır. Ama, Doğu Akdeniz’de Kıbrıs’ı kurtaran Türk Donanması’nın yokluğunda Kıbrıs Rumlarının, İsrail ile el ele, kol kola yeraltı kaynaklarına egemen olma yolunda olduğu da göz ardı edilmemelidir.
Kıbrıs çıkartmasında gösterdiği kahramanlıklarla adını bir tepeye veren (Zafertepe) Muzaffer Tekin de bir başka Ergenekonzededir. Mahpus damından anurunu ve gururunu değil ama sağlığını yitirerek çıkmıştır. Ona ve onun kişiliğinde Kıbrıs’ta kanlarını döken, canlarını verenlere saygılar sunalım!
Kırk yıldır barış adası olan Kıbrıs’tan vazgeçme eğilimlerinin varlığı bile yeterince hazin ve üzücü değil midir?
Ceyhun Balcı, 21.07.2014


Yorum bırakın