indir

BİR YAZININ ANALİZİ
Ataol Behramoğlu, 23 Ağustos 2014,Cumhuriyet

Yazılarımızda söylediklerimizin yanı sıra açıkça söyleyemeyip ya da söylemek istemeyip üstü örtülü ve kimi kez belki farkında olmaksızın söylediğimiz şeyler de vardır. Bunlar söyleyiş biçimimiz, vurgularımız, tonlamalarımız, seçtiğimiz sözcüklerde kendini ele verir. Bu yazıda ben, bir önyargım olmaksızın, sadece söz konusu yazının bende uyandırdığı izlenimlerle, “Tırmık” köşesinde yıllar sonra yeniden yazmaya başlayan Aydın Engin’in 17 Ağustos tarihinde yayınlanan “Yılmaz Özdil’i Savunmak” başlıklı yazısını böyle bir açıdan irdelemek istiyorum…
Başlıktan başlayalım… Fiilin mastar olarak kullanıldığı cümleler, bunu izleyecek cümlelere açık kapı bırakır… Okura yazarın ne söyleyeceğini merak ettirir. Nitekim söz konusu yazının başlığı ilk cümle olarak bir kez daha kullanıldığında bir ünlem işareti ve birkaç noktayla sonuçlanıyor… Böylece yazarın savunmaktan söz edeceği şey konusunda bir iç tartışmadan, soru işaretlerinden geçtiğini duyumsuyorsunuz…
Bir sonraki cümleyle sürdürelim:
“Bu, meslek ahlakımızın da düşünce özgürlüğünün de ertelenemez bir gereğidir…”
“Ertelenemez gerek” ne demek? Bu sözcük, içeriğinde tam tersini, ertelenebilir olma olasılığını da barındırır… Böylece de sanki üstünkörü, içtenlikle duyumsanmaksızın, bir klişe gibi kullanıldığını düşündürüyor… Zaten ardından gelen paragrafın son satırında, bu gerekliliğin “mesleğimizin olmazsa olmaz ilkelerine sahip çıkmak” olduğu söylenmekle, yazar bir bakıma kendini tashih etmekte, amacı biraz daha kesinlik vurgusu kazanmaktadır…

***

Şimdi, yeri geldikçe söyleyiş biçimine yeniden değinmek üzere, içerik konusuna geçelim… Aydın Engin, Yılmaz Özdil’den hemen her konuda zıt bir konumda bulunduğunu söylüyor… Bu elbette onun hakkıdır. Fakat bu “her konu” acaba nelerdir… AKP diktasına karşı çıkan yazarların en ön sırasında yer alan bir yazara “hemen her konuda zıt konumda” yer alarak acaba nasıl Cumhuriyet yazarı olunuyor?
Arkadan gelen bir paragrafı hem içerik hem biçem bakımından irdelemeye çalışarak yazımızı sürdürelim:
“AKP elebaşılarının medyayı iyiden iyiye dikensiz gül bahçesine çevirmek için kolları sıvayıp pervasızca harekete geçtiği, Başbakan’ın miting meydanlarında medya gruplarına tehditler savurduğu, çok bilir ve anlarmış gibi medyanın nasıl olması üstüne inciler yumurtladığı şu günlerde…..”
Allah Allah!.. Bütün bunlar şu günlerde mi oluyor?..
Siyahla belirginleştirdiğim, baştan aşağı klişe, zorlama sözler, şablon deyimler… Ve paragraf sonundaki şu cümle parçasına bakalım: “Başbakan’ın … çok bilir ve anlarmış gibi medyanın nasıl olması üstüne inciler yumurtladığı…”
Yani, “bilse ve anlasa”, karışmaya hakkı olacak….
İnciler yumurtluyormuş….
Aydın Engin kusura bakmasın, ona yazarlık öğretmek elbette haddim değil… Ve bu irdelemeleri en iyi anlayacak kişilerin başında da kendisinin geleceğinden kuşku duymam…… Fakat bunlar zorlama, hafifletici, hafife alıcı laflardır. Diktatör inci yumurtlamaz. Böyle ifadeler, tehdidin, baskının, faşizmin vahametini azaltır, küçük gösterir… Yazar arkadaşımız AKP diktasından söz ederken, anlatımındaki, seçtiği sözcüklerdeki, deyimlerdeki, vurgulardaki hoşgörüyü, “müsamaha”yı, işine son verilen meslektaşından esirgiyor… Ona göre Yılmaz Özdil, “ırkçılık sınırında, aşırı faşizan tınılar taşıyan çok yazı yazmış” biridir… Ağır suçlamadan, Yılmaz Özdil’e kapılarını açan “Sözcü” gazetesi de payına düşeni alıyor… “Yakışır”mış…. Yani, “ırkçılık sınırında, aşırı faşizan yazılar yazan” yazara gel bizde yaz demek, “Sözcü”ye yakışıyormuş… Eleştiri başka, hakaret sınırında yazmak başkadır… AKP diktasına en ağır, en tutarlı, en cesur eleştirileri yapan seçkin yazarların yer aldığı ve yüz binlerce okuru arasında hiç kuşkusuz çok sayıda Cumhuriyet okurunun da bulunduğu bir gazeteyi tek bir sözcükle harcamak, Cumhuriyet yazarına da, gazetenin kendisine de yakışmıyor…
Devamını gerekirse başka yazılara bırakıyor, gerek görüyorsa “Tırmık” yazarının yanıtını saygıyla bekliyorum.
Bu köşede iki haftada bir yazdığım için bazen olayları sıcağı sıcağına tartışma olanağı bulamıyorum, çoğu zaman da bir başka yazar benden önce davranıyor. Aydın Engin’in 17 Ağustos tarihli Cumhuriyet’te “Yılmaz Özdil’i Savunmak” başlıklı yazısını değerlendirecektim, ancak aynı gazeteden sevgili Ataol Behramoğlu 23 Ağustos tarihli yazısında Aydın Engin’in yazdıklarını o kadar güzel eleştirmiş ki, bana söyleyecek söz kalmadı. Yıllardan beri ben de Cumhuriyet’i okul olarak kabul edenlerdenim, zaman zaman yazarları arasında görünmekten ayrı bir onur duymuşumdur. Pazar ekinde “Utandırma Servisi” adını verdiğim küçük köşem hâlâ devam ediyor. Her şeyden önce Cumhuriyet yazarlarının ayrı bir olgunluğu vardır, bu olgunlukları her türlü bağnazlığın ve çıkar kavgalarının dışında olmalarından, bir konuyu tartışırken kuşkuyu ve hoşgörüyü elden bırakmamalarından kaynaklanır. Ayrıca Türkçelerine, dili kullanmadaki ustalıklarına da diyecek yoktur. Aydın Engin’in o yazısını bir tümceyle eleştirmek gerekirse, “Cumhuriyet olgunluğunu ve inceliğini” bulamadığımı söyleyebilirim. En çok takıldığım sözü de, Yılmaz Özdil’in yazılarında “aşırı faşizan tınılar” bulduğunu söylediği tümcesi. Bu “tınılar” yüzünden Özdil’i sevmediğini de saklamıyor.

AŞIRI SÖZCÜĞÜNÜN KÖTÜ KULLANIMI
Kemal Özer, Aydınlık, 26 Ağustos 2014

indir (1)

Şu “aşırı” sözcüğünün dilimizde ne denli kötü kullanıldığını en iyi Cumhuriyet okurları ve Cumhuriyet yazarları bilirler. Bizler bir zamanlar salt Cumhuriyet okuduğumuz için “aşırı uçtaydık” ya da “aşırı solcu”yduk… Bu gün bu sözcüğün bu denli kötü kullanımına Cumhuriyet’in aracı olması ne acı: aşırı faşizan tınılar… “Tını” sözcüğünü genellikle sözlükler şöyle tanımlarlar: Aynı yükseklikte ve aynı şiddette (tonda), başka başka müzik aletlerine ait sesleri kulağımızın ayırt etme özelliği. Müzikten fazla anlamam ama, bu tını adı verilen, aynı tondaki seslerin ayırıcı özelliğini her kulak fark edemez. Demek ki Aydın Engin’de “faşizan tınıları” iyi fark eden bir kulak var.

Aydın Engin’in 6 Temmuz 1996 tarihli Cumhuriyet’te çıkan aşağıdaki satırlarını Öğretemediğimiz Türkçe adlı kitabıma da almıştım:

“Günlük yaşamda dil kirlenmesinin her türünü görmeye alıştık. Büyük kentlerin özellikle alışveriş bölgelerinde Türkçe artık kirlenmeyecek durumda. Çünkü Türkçe buralarda kesin olarak kovuldu. Örneğin İstanbul Nişantaşı’nda, Taksim çevresinde, Şişli’de, Etiler-Levent yöresinde adı Türkçe olan bir mağazaya, bir kahveye, bir lokantaya rastlamak artık mümkün değil. Oralar artık çağ atlayan Türkiye’nin Türkçeden kurtarılmış bölgeleri.”

Aydın Engin bu gün “aşırı faşizan tınıları” iyi fark eden kulağıyla Türkçeyi böylesine güzel savunduğu yazısını bir daha okusa, altına imzasını atar mıydı acaba? Ya da böyle yazıları gene yazar mıydı? “Çağ atlayan Türkiye” diye Özal dönemiyle dalga geçer miydi? Sanmam.

Çünkü Aydın Engin gibiler öyle bir yere geldiler ki, dil sevgisinden, Türkçeden söz etmeyi bile “faşistlik” sayıyorlar.

Posted in

Yorum bırakın