ALAÇATI ÇEŞME
Kendi ilinde gezgin olmak en zoru.Hep orada olduğun için sürekli ertelersin! Bugün, yarın, öbür gün derken gelmez bir türlü sıra!
Birisi kolunuzdan tutup da götürürse günün sonunda öğrendikleriniz ben burada mı yaşıyormuşum dedirtir. Biraz şaşkın epeyce de mahcupsunuzdur artık!
Alaçatı’da yel değirmenlerince karşılandık. Daha çok görselliğiyle hoşumuza giden bu sevimli yapıların belde ekonomisinin geçmişiyle ilgili anlattıklarını göz ardı etmemek gerek! Piri Reis’in Alacaat dediği Alaçatı, geçmişte buğday ticaretinin önemli merkezlerindenmiş. Yel değirmenleri beldenin rüzgârından aldıkları güçle buğdayı öğütüp una dönüştürmüşler. Oysa, bugünün rüzgâr gülleri öncülleri kadar sevimli görünmüyorlar. Ürettikleri enerji evlerimizi aydınlatmada, ısıtma ve soğutmada işimize yarıyor. Yenilenebilir ve çevreci özellikleri de cabası! Bir de burnumuzun dibine kadar sokulmasalar! Yarattıkları manyetik alan ve gürültüyle de çevreye zararlı oldukları akıldan çıkartılmamalı!

Dar ve şirin Alaçatı sokakları bizi 1874 yapımı bir ibadethaneye götürüyor. O zamanın Santa Maria (Meryemana) Kilisesi bugünün camisi! İçindeki görkemi dışarıdan fark etmeniz olanaksız. Camiye girer girmez tam karşınızdaki tavandan tabana perdenin ne işlev gördüğünü ilk anda anlayamıyorsunuz!
Eskinin Meryem Ana Kilisesi şimdinin camisinden görünümler
Saklanan şey ilgi çeker ilkesince perdeyi araladığımızda mabedin özgün haline ilişkin muhteşem bir mihrapla karşılaşıyoruz. Mermerden yapılma ve pek çok kutsal kişilik ve olayın tasvir edildiği ikona ve heykelciklerle bezeli yapıt nefeslerimizi tutmamızı gerektiriyor. Yörenin bir başka önemli ürünü üzüm salkımlarının da aralara serpiştirildiği kabartılar fotoğraflanmayı hak ediyor.

Yapının kitabesinden ikonaların heykeltıraş Yannis Halepos elinden çıkma olduğu anlaşılıyor. Bu yapıt için 1874’te 710 lira harcanmış olması Alaçatı’nın o dönemdeki varsıllığının göstergesidir.
Avludaki Rodos işi zemin taş işlemelerine özellikle dikkat deyip Alaçatı sokaklarına vuruyoruz kendimizi!
Rodos işi zemin işlemeleri
Alaçatı sokaklarındaki yürüyüşümüz ilginç mimarlık örnekleriyle karşılaşmamız anlamına geliyor. Evlerin kapılarındaki kitabelerden Alaçatı’ya yerleşimin 1820’deki Yunan ayaklanmasını izleyen yıllarda hız kazandığını öğreniyoruz.
Alaçatı’nın en önemli tarım ürünü olan kuru üzüm çuvallarının Agrilya limanına dek uzayan kuyruklar oluşturduğu bilgisiyle tanışıyoruz. Bugün üzümün yerini konutlar almış durumda. Tek teselli, yörenin geleneksel yapı biçemini korumuş olması ve çok katlılığa karşı direniyor oluşu.
Alaçatı sokakları
Alaçatı’ya taş evlerinin yanı sıra dünya ölçeğinde ün kazandıran bir başka özelliği rüzgâr sörfüne elverişli konumu. Alaçatı rüzgârı sörfçülerin yanı sıra sıcaktan bunalanlara da iyi geliyor.
ÇEŞME
Çeşme Kalesi önünde Cezayirli Hasan Paşa aslanıyla birlikte selâmlıyor gelip, geçenleri. Kim bilir kaç kez önünden geçtik, bir o kadar da içine girme niyetinde olduk?
Cezayirli Hasan Paşa Anıtı, Çeşme Kalesi
Kale yanı başındaki kervansaray ile birlikte Çeşme’nin en göze görünen tarihsel yapısı. İki katlı kervansaray 1529’da Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılmış. Mimarı Ali Pabuççu Kuşadası’ndaki Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı’nın da mimarı.

Kale ise 1508’de II. Beyazıt zamanında yapılmış. Tanıklık ettiği pek çok olayın içinde Osmanlı-Rus deniz savaşı en önemlisi. 1770’de Çeşme önlerine gelen Rus donanması karşısında alınan ağır yenilgi Osmanlı tarihinin önemli dönüm noktalarından sayılıyor. Kale içindeki müzenin bir bölümü Osmanlı-Rus Deniz Savaşı’na ayrılmış. Döneme ilişkin çeşitli nesnelerin yanı sıra, bu olayla ilgili yakın tarihten gazete örnekleri, savaşan tarafların askerlerini betimleyen balmumu heykeller dar alana serpiştirilmiş. Rus donanmasını Karadeniz’den bekleyen ama Baltık’tan Çeşme’ye gelişini öngöremeyen cehaleti de ibretle anıyoruz.
Çeşme Deniz Savaşı nesnelerinden seçki
Müzenin kalenin içine dağılmış diğer bölümlerinde Erithrai, tarih öncesi ve başka dönemlere ilişkin buluntu örnekleri görülebiliyor.


Kale yapıldığında denize sıfır konumdaymış. Denizi doldurup yer kazanma kurnazlığı günümüzde kaleyle deniz arasına bir cadde ve yat limanı bahanesiyle kondurulan yeni surların girmesiyle sonuçlanmış.
Kale ve müzeden sonra çarşıdaki Manisalı Aziz Haralambos Kilisesi’nin yolunu tutuyoruz. Sayıları mantar gibi çoğalan ve cemaati olmayan mabetlerden birisine daha ulaşmış oluyoruz. Kemerler, sütunlar ve tavanı süsleyen olabildiğince kurtarılmış dinsel resimler.
Aziz Haralambos Kilisesi
Kiliseyi geride bırakıp arka sokaklardan Mehmet Bey Konağı’na yöneliyoruz. Manzara düş kırıklığı yaratacak türden! İskeleler kurulmuş ve restorasyona başlanmış gibi görünse de hiçbir faaliyet çarpmıyor göze. Bu güzelim yapının günden güne elden gidişine tanık olmak acı verici.
Mehmet Bey Konağı
Çeşme’ye adını veren çeşmelerden biri











































Yorum bırakın