Türkiye’nin iç koşulları olumsuzlaştıkça hemen her kesimden insanın hayallerini süsleyen seçeneğe dönüştü yurt dışına gitmek, yaşamını orada sürdürmek.

Beyaz yakalılar arasında son yıllarda giderek yükselen bu eğilime son yıllarda hekimler de eklendi.

Hekimlerin bu kervana katılmış olması önemli ve bir o kadar da ilginç bir gelişme sayılmalıdır. Pek çok işkolunda yurtdışına gidiş ve orada yaşamak kolay olmasa da bir yolu bulunduğunda olasıdır. Mesleki eşdeğerlik bir şekilde kabul görür.

Hekimlikte bu yola girmek biraz daha zordur. Öncelikle gidilecek ülkenin dili akıcı konuşabilecek ve yazabilecek düzeyde öğrenilmelidir. Dil öğrenmek de yetmez. Mesleki eşdeğerlik için sınavda başarılı olma koşulunu yerine getirmek gerekir. Bu aşamaları geçmenin hiç de kolay olmadığını kestirmek güç değildir.

Yaklaşık 35 yıl önce tıp fakültesindeyken ve bitirdikten sonra yurtdışında hekimlik yapmayı kafasına koyan pek az insan anımsıyorum. Günümüzün gelişen iletişim ve ulaşım koşullarının ülke dışına göçü hem özendirdiği hem de kolaylaştırdığı kuşkusuzdur. Beyin göçü kapsamında hekim göçü öteden beri olmuştur. Bundan sonra da olacaktır.  Ancak, burada odaklandığımız başlık “kitlesel” hekim göçüdür.

Yurtdışına göçerek orada hekimlik yapmayı düşünenlerin izini Türk Tabipleri Birliği kayıtlarından sürmek fikir verici olabilir. Mesleklerini yurtdışında sürdürmeyi tasarlayan hekimler meslek kuruluşu TTB’den bu amaca uygun belge isterler. Böylelikle gidecekleri ülkenin eşdeğer kurumuna sicil kayıtlarını sunmuş olurlar.  Bu türden belge isteklerindeki artış üzerinde durmaya değer niceliktedir. Son bir yılda TTB’den 1500’e yakın hekimin bu belgeden aldığı geçmiş kayıtlara. Elbette o belgeleri alan her hekim yurt dışına göçmemiş olabilir. Ama, bir önceki yıl bu sayının birkaç yüz olduğu bilinirse bu artışın önemini anlamak kolaylaşır.

Bu arada son 4 yılda kamu görevinden ayrılan hekim sayısının 13.500’ü aştığı bilgisini de eklemekte yarar var.

Hekimleri önce kamudan sonra da ilk fırsatta Türkiye’den kopartan nedenlere ve olumsuzluklara ana başlıklarıyla kısaca değinmekte yarar var.

  • İş yükü önde gelen etken olarak çıkıyor karşımıza. Bir günlük acil nöbetinde 200-300 hasta bakmak nasıl açıklanabilir? Böylesi iş yüküyle baş başa kalan bir hekim verimli olabilir mi? Nitelikli hizmet sunabilir mi? Bu kabul edilemez iş yükü ne kadar sürdürülebilir? Bu ve benzeri soruları çoğaltmak olasıdır.
  • Yine iş yüküyle bağlantılı bir diğer önemli sorun sağlık ortamında kendisini her geçen gün daha fazla gösteren şiddet olarak çıkıyor karşımıza. Yapılan yasal düzenlemeye karşın durmak bilmeyen şiddetin zaman zaman ölümcül sonuçlanması, ölümcül olmasa da yaşamsal tehlikeye varan boyutlara erişmesi göz ardı edilecek gibi değildir. Her yıl sayıları on binlerle ifade edilen, kayda geçen/geçmeyen sözel ve “ufak tefek!” fiziksel saldırılar artık neredeyse kanıksanmış durumdadır.
  • Harcanan emeğin karşılıktan yoksun bırakılması. Buna saygınlık aşınmasının eklenmesi sorunu daha da ağırlaştırmaktadır. “Ben bu doktorlara iğne bile yaptırmam” diyen devlet büyüğümüzü anımsatmakla yetiniyorum.

Hem ülkenin hem de sağlık ortamının iç karartıcı ortamını diğer olumsuzluklara eklediğimizde hekimleri önce kamudan, o da yetmez ülkeden kopartan koşulları biraz olsun anlayabiliriz.

Her katmandan insan kaynağının ülke dışına göçü hiç kuşkusuz Türkiye için önemli kayıptır.  Eğitimli, öğretimli insan kaynağının göçü bu kesimin yetişmesi için yapılan parasal yatırım ve emek göz önüne alındığında biraz daha anlam ve önem kazanır.

Hekim yetiştirmek hem emek hem de yoğun harcama gerektiren zorlu bir süreçtir. Tüm eğitim-öğretim etkinlikleri arasında en zor ve pahalı olanlarından birisidir dense abartılmış olmaz.

Yetişmiş ulusal varlığın yitirilmesi olarak da özetlemek olasıdır hekimlerin önce kamudan kopmasını ve sonra da dışarıya göçünü.

Yukarıda anılan etkenlere başka pek çoğu eklenebilir. Ancak, bu gibi etkenlerin sıralandığı ortamlarda unutulan bir önemli etken daha vardır.

Şimdi Cumhuriyet’in kurulduğu yıllardan bir örnekle bu başlığa değinmeye çalışalım.

Cumhuriyet kurulur kurulmaz yurtdışına pek çok alanda öğrenci gönderilmiştir. O yıllarda üniversitenin yokluğu ve insan yetiştirme koşullarının yeterli olmaması bu seçeneği zorunlu kılmıştır. Ancak, bu gidişlerin hemen tümünün geri dönüşü de olmuştur.

Yıl : 1924.

Yer : Sirkeci Garı.

Cumhuriyet Türkiyesinin gençlerinden birisi tıp öğrenimi görmek amacıyla Berlin’e gidecek trene binmek üzere Sirkeci’dedir. Gururlu ama kaygılıdır.

Yaban ellerinde kendisine sahip çıkılacak mıdır?

Orada yol yordam öğrenene kadar karşısına çıkacak zorluklara göğüs gerebilecek midir?

Ve daha başka sorular zihninde geçit resmi yapmaktadır.

Bunalmış durumdayken “yoksa gitmekten vazgeçsem mi?”  sorusu bile gelmiştir aklına.

Gitmekle kalmak arasında gelip giderken posta dağıtıcısının seslenişiyle kendine gelir!

“Mahmut Sadiii, Mahmut Sadiii…”

Bir telgraf tutuşturur posta dağıtıcısı eline.

Aceleyle açıp okur telgrafı!

“Sizleri birer kıvılcım olarak gönderiyorum. Alevler olarak döneceksiniz!”

İmza Mustafa Kemal

Az önceki ikircikli duygularından ötürü utancından başı önüne eğilen Mahmut Sadi mırıldanır!

“Böyle bir önder ister de gidilmez mi? Alevler gibi geri dönülmez mi? Dönülüp de bu ülkeye hizmet edilmez mi?”

Mahmut Sadi kim mi?

Almanya’da öğrenimini tamamlayarak alev gibi yurda dönen, İstanbul Tıp Fakültesi’nde Fizyoloji kürsüsünü kurduktan sonra pek çok hekim yetiştiren ve yetmişli yıllarda ülkesine Başbakan olarak da hizmet eden Mahmut Sadi Irmak’tır.

Bu örneği bireyleri ülkesine bağlayan saygın önderliğe örnek olsun diye paylaştım.

Gönül bağı önemli bir etkendir. Kişileri doğduğu ve yetiştiği topraklara bağlayan.

Nobel ödüllü Aziz Sancar yaklaşık yarım yüzyıldır vatanından uzakta olsa da ülkesiyle ve ülkesinin değerleriyle gönül bağını kopartmayanlardandır. Bedeni orada, gönlü burada olanlardandır.

Buna karşılık bedeni burada gönlü uzaklarda olanların sayısı her geçen gün artmaktadır Türkiye’de.

Bu, kişilerden olduğu kadar ülkemizi yönetenlerin yarattığı iç karartıcı ortamdan da kaynaklı bir olumsuzluktur.

  • Sağlık ortamında iş yükü sorununu ortadan kaldırmak,
  • Sağlıkta şiddetin önüne geçmek için doğru yasal düzenlemeler yapmak ya da
  • Hekimlerin kamudan ve ülkeden kopuşunda önemli neden olan emeklerinin karşılığı olmaktan uzak kalan ücretlerle ilgili iyileştirmeleri yaşama geçirmek…

Yukarıda anılanların her biri kuşkusuz son derece önemli ve gereklidir.

Ama, hepsinin öncesinde kopmuş olan gönül bağını onarmak, hekime ve yaptığı işe saygıyı tazelemek çok daha önemlidir.

Olmazsa olmazdır!

Ülkemizin son zamanlarda giderek derinleşen bu sorununun çözümünde de Cumhuriyet ayarlarına geri dönmek biricik çıkar yol olarak görünmektedir.

https://www.veryansintv.com/hekim-gocu/

Posted in

Yorum bırakın