Valensiya’dan başlayan İspanya turumuzun ilk durağı Madrid. Hızlı trenle Valencia’dan Madrid’e varışımız 2 saat sürdü. Vagondaki hız göstergesinin 300 km/h’e ulaştığını gördük.
Gün batmadan Madrid’deyiz. Kenti tanımaya başlamak için zamanımız var. Bu denli gezilesi bir kent için 2 gün son derece yetersiz. Bizimki izlenim edinmekle sınırlı olacak.
Adıyla başlamak gerekirse, Madrid adının kökeniyle ilgili farklı varsayımlar var.
Kentin sıfır noktası Puerta El Sol’da çok da görkemli sayılmayacak bir bronz heykel çarptı gözümüze. Bir ayı ağaçtan meyve yerken betimlenmiş. Yöreye özgü çilek benzeri meyve belli ki ağzının tadını bilen ayıyı kendine çekmiş. Madrano meyvesi ses benzerliği de göz önüne alınırsa Madrid adının kökeni olması bakımından akla yakındır. Madrid’in adını Arapça’ya dayandıranlar da eksik değildir. Arap egemenliğinin 700 yıla yakın sürdüğü göz önüne alınırsa neden olmasın denebilir.
Bu arada, ayının kuzey ülkelerinin önemli değeri olduğunu bilirdik de Madrid’in de simgesi olduğunu, ayının burada da sevilip, sayıldığını görünce şaşırmadığımızı söyleyemem.
Ayıların yerinde yeller esse de madranos ağaçları Madrid’de varlığını sürdürüyor
Şöyle ki, Arap egemenliği döneminde 1. Muhammed şimdiki Palacio Real’in yerine bir saray yaptırmış. Araplar şu andaki adı Manzanares olan ırmağa Mayrit demektelermiş. Zamanla önce Magerit daha sonra da Madrid’e evrildiğine ilişkin bir başka varsayım.
Puerta El Sol’a dönersek. Gerçekten de Madrid’in sıfır noktasıdır. Yalnız Madrid’in mi? Meydanda yere işlenmiş “0”a bakılırsa İspanya’nın da sıfır noktasıdır Güneş Meydanı. İspanya’daki tüm yerleşimlere uzaklık bu nokta başvuru kaynağı alınarak ölçülmekteymiş.
Sıfır noktası
Meydana çıkan yolların ıpkı güneş ışınları gibi ışınsal bir biçim sergilemekte oluşu Güneş Meydanı’nın anlamıyla örtüşüyor.
Meydanın ortasında III. Carlos’un at üstünde heykeli yer alıyor. III. Carlos kente posta hizmetini getiren kişidir. Sırtını verdiği, bugün de ayakta olan yapı ilk postanedir. Bugün için çok önemli görülmeyebilecek bu yenilik iletişim ve nesne taşınmasında zamanının devrime eşdeğer bir gelişme sayılmalıdır.
Puerta Del Sol’da III. Carlos
Madrano yiyen ayı Madrid belediyesinin hemen her ortamda kullandığı simgedir. Bu arada, Madrid ve ayı ikilemesi günümüzde yadırganabilir. Oysa, kentin surlarla çevrili olduğu dönemlerde ayı saldırıları önemli bir sorunmuş Madrid’de. Surların dışında ayı saldırısından bağışık olmak neredeyse olanaksızmış o dönemde.
Her ne kadar bugün bir kapıdan söz edilemese de Güneş Kapısı Madrid kentinin surlarla çevrelendiği dönemde gerçekten bir kapı olarak işlev görmüştür.
Madrid’de yeni yıl kutlamalarının da her türlü açık hava toplantısının ve kınama gösterilerinin de kentin kalbi Puerta del Sol’da yapıldığını eklemekte yarar var.
Birkaç sokak öteye ilerleyince Plaza Mayor’a ulaştık. 129×94 metre boyutlu dikdörtgen meydanın yapımına 1577’de II. Felipe zamanında başlanmış. Eklemelerle revaklı görünümüne kavuşturulmuş. Meydanın ortasında yer alan atlı III. Felipe heykeli buraya 1848’de yerleştirilmiş. Plaza Mayor yapıldığında fırın ve mezbaha merkeziymiş.
Plaza Mayor yakınında dış cephesi oldukça süslü görünen Posada del Peine’nin önünde duraklıyoruz.
1610’da hizmete açılan Posada del Peine’in özelliği dünyada ilk kez konuklara tarak sunan otel olmasıymış.
Hemen karşıdaki asırlık saatçinin önünde yerdeki plaket dikkatimizi çekiyor. Madrid’de varlığı 100 yılı geçmiş kurumların bu plaketle onurlandırıldığını öğreniyoruz.
Sınırlı sürede Madrid’i hızlıca tanımak için otobüsle kent turu almak aklımıza yatıyor. Öncelikle 2 saat süren turu tamamlıyoruz.
Bunu izleyerek duraklarda inerek Madrid’de derinleşmeye çalıştık.
İlk durağımız Cervantes Anıtı.
Anıtın yer aldığı meydanda Latin tatlarının sunulduğu küçük lokantalara rastlıyoruz. İspanya’nın Latin dünyasıyla yakın ilişki içinde olduğunu gösteren sayısız görüntüden birisi olarak işleniyor belleğimize.
Don Kişot ve Sanço Panço
Yürüyerek Palacio Real’e yöneliyoruz.
Palacio Real
Oraya gelmeden Temple de Debod çıkıyor karşımıza.
Aswan barajının yapımı sırasında UNESCO buradaki tarihsel varlığın korunması çağrısı yapmış. Bu çağrıya yanıt veren İspanya’nın yardımları karşılığında Temple de Debod 1968’de Mısır tarafından İspanya’ya bağışlanmış.
Temple de Debod
Toledo kapısı
Toledo kapısının yapımına 1812’de Fransa adına İspanya tahtına çıkan Jose Bonaparte’ın onuruna başlanmıştır. Fransa’nın çekilmesi sonrasında İspanya’nın utkusunu simgeleyecek şekilde yeniden düzenlenmiş. Bir tür zafer takı olmuş.
Madrid’deki sınırlı süremizde kapılarından içlerine girme fırsatımız olmasa da müzelerinden biraz olsun söz etmekte yarar var.
Reina Sofia Müzesi, Picasso’nun ünlü yapıtı Guernica’yla tanınınıyor. Çağdaş İspanyol ressamlarının önemli yapıtları da burada sergileniyor. Müzenin ana yapısı İspanya’da yapılmış ilk büyük hastane olarak biliniyor.
Biri diğerine yakın müze üçlüsünün ikincisi olan Prado, Valasquez, Goya ve El Greco yapıtlarıyla ünlenmiştir.
Üçlemenin sonuncusu Thyssen-Bornemizsa. Onun da önünde kuyruk eksik değil. Kapanışa yaklaşmışken bile kuyruğun erimemiş olması şaşırtıcı.
Thyssen-Bornemizsa
Prado Müzesi
Madrid’de biri kuzeyde (Chamartin) ve diğeri de güneyde (Atocha) konuşlu iki tren garı var. Yoğun demiryolu taşımacılığının yükünü ancak kaldırabiliyor bu ikili.
Atocha garı 1851’de yapılmış. Mimarlarından biri olan Gustave Eiffel adı tanıdık. Atocha’nın belleklerimize kazınmasını kanlı bir olaya, 2004’te burada gerçekleştirilen ve 191 kişinin ölümüne neden olan terör saldırısına borçluyuz.
Atocha Garı
Atocha yakınındaki Retiro Parkı hem yeşili hem de içinde yer alan yapılarıyla bir başka önemli kent köşesi.
Retiro Parkı
Retiro yakınındaki Cafe Gijon soluklanmak için keyifli bir seçenek olabilir. 1888’de açılan Cafe Gijon özellikle İspanya İç Savaşı sırasında entelektüellerin buluşma yeri olmasıyla ünlenmiş.
Cafe Gijon
Madrid’de 2 Mayıs 1808’e göndermede bulunan anıtlara rastlanıyor. Uzakları keşfeden, başka toplumların bağımsızlığını elinden alan İspanyollar XIX. yüzyılın başında komşu Fransa’nın boyunduruğu altına girerek ironik bir duruma düşmüş. 2 Mayıs 1808’de bu duruma başkaldırıyla ayağa kalkan İspanyollar bu anlamlı günü unutmamış.
Madrid’deki 2 kısa günümüzde olabildiğince edindiğimiz izlenimleri paylaştım.
Yararlı olduysa ne iyi!

Yorum bırakın