KİEV

DENİZ

BERKTAY

Cumhuriyet 09.09.2012

Babam Alpaslan Berktay

Cumhuriyet okurlarının yıllarca yazılarından tanıdıkları insan hakları ve tam bağımsız Türkiye savunucusu, ödünsüz Cumhuriyet aydını, benim babam, başöğretmenim, hayattaki en büyük mutluluk kaynağım, yaşadığı sürece kendimi her an uyanmaktan korktuğum bir rüyada hissettiğim insan, Dr. Alparslan Berktay, 29 Ağustos Çarşamba gecesi, bedenen aramızdan ayrıldı (Hayatı hakkında bkz. Erol Köktürk, İnsan Kazanacaktır – Dr. Alparslan Berktay’ın Kitabı, Şubat 2012). Babamla İzmir’de son üç aylık dönemi dolu dolu geçirdiğim, ona sevgi ve hayranlığımı hemen her konuşmamızda dile getirdiğim ve babamın hayatından memnun ve gelecekten umutlu olarak gözlerini yumduğunu bildiğim için kendimi toparladım sanıyorum. Fakat, hâlâ duruma alışamadığımın farkındayım (hâlâ, gülünç bir olayla karşılaştığımda, ilk saniyelerde “babam akşam bunu duyunca çok gülecek”, diye düşünüyor, ancak ilerleyen saniyelerde gerçeği hatırlıyorum). İzmir’den uzaklaştığımda yeni duygusal patlamalarla karşılaşacağımı, ona özlemimin artacağını, onun resimleriyle konuşmaya başlayacağımı hissediyorum. Yurtdışındaki oğluyla yazışabilmek için 80’inden sonra bilgisayar kullanmayı öğrenen babamın e-maillerini göremeyeceğim sabahları internete girdiğimde. Ben televizyonda konuşma yaptıktan on beş dakika sonra babam beni arayıp “ah benim ukala oğlum”, demeyecek. Sevinçlerimi onunla paylaşmaya alıştığımdan, artık her mutluluğumun içinde bir hüznün olacağını da biliyorum. O nedenle bugünler, onu anlatabilmem için belki de en uygun zaman. Alparslan Berktay, 1924 yılında, Giritli bir ailenin çocuğu olarak, İzmir’de doğdu. Babası Halil Namık Berktay, 18 Mart 1915 Çanakkale Deniz Muharebesi’nde, komutanları şehit düştükten sonra, Boğaz’ın en kilit noktasındaki Dardanos Bataryası’nın komutasını üstlenmişti. İşgal yılları İzmiri’nde Yunanlılara karşı istihbarat çalışması yürütürken yakalanarak idama mahkûm edilmiş, fakat infazdan bir gün önce kaçıp kurtulmuş, zaferden sonra ise üst düzey bir bürokrat olarak, ailesiyle birlikte Anadolu’yu dolaşmış ve Cumhuriyet’in kuruluş sürecine katkıda bulunmuştu. Ülkeye ve insanlığa hizmet mevhumunu ve Atatük ilkelerine bağlılığı dedem babama, babam da bana aşılayacaktı. (Babamla ben, birbirimizden uzak yaşadığımız yıllarda da, hem milli bayramlarda, hem de 18 Mart’ta birbirimizi tebrik ederdik. Dardanos Bataryası’ndan söz eden bir kaynak bulup babama söylediğimde babam “Deniz! Ne diyorsun!” diyerek heyecanlanır, ben de ona, muharebeyi anlatan satırları keyifle okurken, babamın telefonun öbür ucunda çocuklar gibi sevindiğini hissederdim. Babam için Çanakkale Zaferi, “Garb’ın afakını saran çelik zırhlı duvar”a karşı salt insanın zaferiydi ve bunda kendi babasının da payının olmasının haklı gururunu duyuyordu. Babam, Tıbbiye’den mezun olduktan sonra, köyleri dolaşıp ücretsiz hasta bakarak ve kendisini toplumsal mücadeleye vererek geçirdi bütün gençlik yıllarını. Ne 12 Mart zindanları, ne 12 Eylül, ne de hayatı boyu süren polis takibatları, babamı tuttuğu yoldan döndüremedi. Öte yandan, kendisine en büyük kötülükleri edenlere bile kin gütmeyen, ben onlardan “geberdiler” diye söz ettiğimde bana kızan bir insanlık abidesiydi babam. İlk gençlik yıllarımda, birilerine kin güttüğüm anlarda uzaktan babamı görmek, onun içindeki ruhsal zenginliğin yüzüne nasıl yansıdığına tanık olmak, bana, içinde bulunduğum sığlığı duyumsatırdı. Benim, 12 Eylül sonrasında yetişmemin etkisi ve babama muhalefet etme güdüsüyle muhafazakâr-sağ çizgiyi benimsediğim ergenlik yıllarımda babam bana “Hayatta hiçbir şeyi, hatta benim söylediklerimi bile körü körüne kabul etme. Devamlı şüphe et. Eğer sen bana bir gün ‘Baba, ben şu çizgiyi benimsedim’ diyecek olursan ben sana sadece ‘İyice düşündün mü’ diye soracağım”, derdi. Ve sonunda, bir akşam satranç oynarken, benim yaptığım propagandaya bir tek soruyla karşılık vermiş ve onun bana sorduğu soru, benim o zamana kadarki düşünce sistemimi bir gecede tuzla buz edivermişti. Dünya görüşü ile hayat tarzı uyumlu olan babam, Türkiye’nin mevcut darboğazdan çıkacağına olan inancını hiç yitirmedi. Geçen yılki seçimlerden sonra, babamdan endişe ederek onu teskin etme amacıyla Kiev’den İzmir’i arayıp “Merak etme, bugünler geçecek” dediğimde babam bana büyük bir coşkuyla “ona ne şüphe!” demiş ve beni kendi karamsarlığımdan utandırmıştı. Türkiye’nin ve dünyanın güzel günler göreceğini ve oğlunun da kendisini izleyeceğini bilerek yumdu gözlerini. O nedenle, şimdi net olarak görüyorum ki, belli idealleri olan, bunlara inanan ve yüzü ileriye dönük olarak nihai zaferden emin olanlar, bedenen aramızdan ayrılsalar bile daima yaşarlar.

denizberktay@yahoo.com

BİR KEMALİSTİN ARDINDAN

Cumhuriyetle neredeyse yaşıt bir Cumhuriyet çınarı Dr Alpaslan Berktay’ı yitirdik. Adının önündeki unvandan da anlaşılacağı gibi Berktay (öncelikle) bir hekimdi. “Aydın, mesleğinin sınırları içinde kalmamalı!” diyen bir hekimdi Dr Alpaslan Berktay. Hekim mesleği dışındaki konulardan da sorumludur diyerek bir bakıma “Tıbbiyeli” ruhunu Berktayca dışavurmuş oluyordu. İyi hekimliğini halkçı hekimlikle taçlandırmasının yanı sıra yazar, öykücü, insan hakları savunucusu, Cumhuriyet sevdalısı ve belki de sayılanlar kadar önemlisi mangal yürekli ve dik duruşlu bir aydındı. Bir aydın olarak mesleğinin sınırlarına tutsak düşmediğini daha nasıl ortaya koyabilirdi ki? Şimdilerde karınları tok, sırtları pek tatlı su aydıncıklarının sergilediği acıklı gülünçlükleri onun 1984 yılındaki “Aydınlar Dilekçesi” imzacılığı ile karşılaştırırsak mangal yüreğinin ve dik duruşunun boyutunu daha iyi anlamış oluruz.

Modaya uyup da kolaycılığı seçenlerden değildi. Ne hekimlikte, ne yazarlıkta, ne de aydın olma görevini yerine getirirken küpünü doldurmayı aklından bile geçirmeyenlerdendi. Hekimlikteki şaşmaz ilkesi halkçılık ve toplumculuk oldu. Hekimlik yaptığı dönemin Türkiye koşulları düşünüldüğünde parasal servet edinmesi işten bile değildi. Tersine hastasıyla arasına parayı asla sokmadı. Hekimlikten para yerine bolca sevgi, saygı ve şükran kazandı. Gözü dönmüş baskıcılık ve gericilik Dr Berktay’ın yalnız düşüncesinden değil yaşamdaki varlığından bile rahatsızdı. Kamuda çalıştığı dönemlerde üstlerine Berktay’ın harcanması yolunda akla gelebilecek her türlü baskının yapılmasından geri durulmadı. Böylesi dönemlerde tek dayanağı iyi hekimlik, halkçılık ve toplumculuk oldu. Belki de bu sayede harcanamadı. Bu yönüyle de yalnız söylemde değil aynı zamanda eylemde de katıksız bir Cumhuriyetçi olduğunu fazlasıyla kanıtladı.

Bir Cumhuriyet yurttaşı olarak kendisini var eden ülkeye ve topluma ihanet etmek onun işi değildi. Tersine ülkesine, vatanına, insanına ve tüm bunların yanı sıra Cumhuriyet’e her koşulda sahip çıktı. Yayılmacıların koçbaşına dönüştürülen İnsan Hakları Derneği’ni gözünü kırpmadan terk etmesi ve bu alandaki mücadelesini farklı bir yapılanma içinde sürdürmüş olması Atatürk’e ve onun emaneti Cumhuriyet’e saygısının ve sahiplenme dürtüsünün belleklere kazınmış kanıtıdır.

Onun için aydın olmak sorumluluk ve yükümlülük de almak demekti. Rüzgarın estiği yöne göre konumlanıp eğilip, bükülenlerin, yelkenlerini ve cüzdanlarını şişirenlerin tersine yüreğini ortaya koyanlardandı. Otuz yıl önce kayıtsız, koşulsuz biat edenlerin bugünlerde efelenmesine bakmayın! Dr Alpaslan Berktay 12 Eylül’e olduğu yıllarda 1984’te Aydınlar Dilekçesi’ne koyduğu imza ile çoğu kimsenin kaçacak delik aradığı dönemde göğsünü siper edebilenlerdendi.

“Genç yılgınlar” ülkesinde “Çılgın Türk” olmayı başaranlardandı. Yaşamının son yıllarında kendisini de var eden Cumhuriyet’in içine düştüğü durumu görüp de gereğini yapanlardandı. Oysa, sayısını bilemediğimiz kadar çok aydıncık Cumhuriyet’i korumak ve kollamak bir yana; yıkıcı ve bölücülerle bir olup yayılmacı koçbaşı olma heveslerini her fırsatta ortaya koymuş değiller miydi? Kolay olan buydu! Zoru seçmek Dr Berktay için yaşamı boyunca hiç zor olmadı!

Seksen yedi yaşında İzmir Tabip Odası’nın süreli yayını Tıbbiyeli’ye verdiği röportajda “Ses Vermek Gerek” diyerek “Yorulsanız da durmayın!” diyen Atası’nın izinde olduğunu kimbilir kaçıncı kez ortaya koymuş oluyordu. Dr Berktay herkes ses verirken değil de hiç kimseden ses çıkmazken ses vermeyi seçenlerdendi. Ses verecekler suturulmuş ya da devşirilmişken ses vermek çok daha anlamlı ve önemli bir gereksinim olduğuna göre gereğinde kendisini feda ederek ses veren Dr Berktay için baskılar, yıldırmalar tutuklanmalar, işkenceler yaşamının sıradanlaşmış ayrıntıları olmaktan öteye bir anlam taşımadı!

“Solculuk”la “Ulusalcılık” arasında çelişme ve çatışma olmadığını yüreklilikle ortaya koyanlardandı. Bayrağa, ulusa, vatana, Kuvayı Milliye’ye ve elbette tüm bu değerlerin toplamı demek olan Atatürk’e yaşamı boyunca bağlılığı bu yaklaşımının ölümsüz belgesidir.

Dik duruşlu, eğilmez bükülmez aydın kişiliğinin önemli dayanaklarından birisi de anti emperyalist bilincidir. Bu konuda da ödünsüz ve yalın söylemlidir. Medyadaki kiralık ve satılık pek çok kalemin kamuoyu oluşturma çabalarıyla alay edercesine Nazi toplama kamplarıyla Irak’taki Ebu Garib’i, Hitler’le Bush’u karşılaştırmaktan çekinmedi.

Dr Alpaslan Berktay’ın Aydınlanmacı, Kemalist ve Cumhuriyetçi İlhan Selçuk’la dostluğu ve gönüldaşlığına da değinmeden geçilemez İlhan Selçuk 21.08.1986 günlü Cumhuriyet gazetesindeki Pencere’sinde Dr Berktay’ın başından geçen pasaport acıklı güldürüsünü özetledikten sonra yazısını şöyle bağlar! “Dr Berktay’ın suçu yurtseverliktir.” Bir kişinin boynuna asılacak şeref madalyası demek olan bu yurtseverlik suçu yaşamı boyunca başına gelenlerin de biricik nedenidir.

Dr Alpaslan Berktay için söylenecekler de, yazılacaklar da bitecek gibi değil. Kendisini mesleğinin sınırlarına tutsak etmeyen, hiç kimse vermezken bile “Ses vermek gerek!(*)” diyen o cesur yüreğin sahibi 29 Ağustos’ta aramızdan ayrıldı.

Dr Alpaslan Berktay yalnız biz İzmirli hekimlerin kaybı değildir. Yalnızca İzmir’in kaybı olarak da sayamayız onun yokluğunu. Ülkemiz üzerine çöken koyu karanlığın bir çok kişiyi yıldırdığı, pek çoğunu da dönekleştirdiği günümüzde “Ses vermek gerek” diyen Dr Berktay bütün Türkiye’nin acı kaybıdır.

Artık, bedeniyle değil ama ilkeleri, mücadeleciliği, vatanseverliği, Atatürkçülüğü ve en umutsuz anda bile “İnsan Kazanacaktır!(**)” diyebilen bilgeliği bizlerin yolunu aydınlatmayı sürdürecektir!

Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın!

Anısına saygıyla…

Ceyhun BALCI, 01.09.2012

(*)http://www.izmirtabip.org.tr/dergi/default.asp?L=TR&did=5

(**) İnsan Kazanacaktır (Dr Alpaslan Berktay’ın Kitabı), Erol Köktürk, Şubat, 2012.

Posted in

Yorum bırakın