28 ŞUBAT, 12 EYLÜL, 27 MAYIS, 12 MART, 1876, 1908
Bugün 28 Şubat ! Birkaç yıldır 28 Şubat arama, sorgulama ve tutuklama ile anılır oldu! Günümüzde darbe-üniforma-demokrasi metaforu üzerinden yürütülen toplum mühendisliği çalışmaları sonucunda “darbecilerin hak ettikleri cezayı buluyor oluşları” toplumsal kabulün önde gelen kolaylaştırıcısı oldu. Devrim sözcüğünden korku ise üst düzeyde! Günümüzde “devrim” yapmak için halkın onayının alınması gerektiğini kafalara kazıma çabası öne çıkıyor. Bir devrimin önderi ortaya çıkacak! Ey ahali! “Devrim yapacağız, onaylıyor musunuz?” diye soracak! Oy sayımı sonrasında kabul edilirse ertesi sabah elbirliğiyle devrim yapılacak! Bu satırları okurken gülümsediğinizin farkındayım!
1876’dan başlayarak 1908’i, 27 Mayıs’ı, 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü ve son olarak 28 Şubat’ı nasıl değerlendirmeli? Nereye koymalı? Geçenlerde patronu Türkiye’nin en varsıl kişisi de olan bir aylık tarih dergisinde 1876 ve 1908’in de bu coğrafyanın öncü darbeleri olduğuna vurgu yapan bir yazı okuyunca hiç de şaşırdığımı söyleyemem! Bir an için koşullanmalardan sıyrılıp bir hareketin devrim mi yoksa darbe mi olduğunu anlamayı denemek gerek! O hareket toplumsal ve siyasal durumu nasıl etkilemiştir? Bundan yarım yüzyıl önce yapılmış olan ve bugün de mumla aranan 1961 anayasası 27 Mayıs ürünüyse o harekete darbe mi yoksa devrim nitelemesi mi yakışır?
Bol gelen 1961 anayasasını daraltan 12 Mart yarattığı sonuçlar bakımından darbe-devrim ikilisinden hangisini hak eder?
Yalnızca siyasal değil toplumsal ve ekonomik sonuçlarıyla da Türk insanını ortaçağ karanlığına götüren 12 Eylül’ün darbe olduğu konusunda ikileme düşülebilir mi?
28 Şubat da bu yöntemle irdelenmeli! Öncesi, sonrası bir yana bırakılarak olguların basmakalıp ölçütler kantarına çıkartılması, üniforma gibi bir ayrıntı üzerinden irdeleme yapılması açıklanmaya muhtaç yöntem hataları olarak göstermektedir kendisini. 28 Şubat hangi koşullar altında yaşandı? Ülke nereye sürüklenmekteydi? Sonrasında hangi düzleme sokulmuş oldu?
Asker yaparsa darbe, sivil yaparsa demokrasi önyargısı bir yana bırakılmalıdır!
Sözü dünyadan, hem de Avrupa anakarasından bir örnekle bağlayalım! 25 Nisan 1974 Karanfil Devrimi’ni anımsayalım! Yaklaşık kırk yıl önce Portekiz’de yaşama geçen devrimin askerlerce gerçekleştirildiğini unutmayalım! O askerler değil miydi yıllar boyu süren diktatörlük rejiminin silahlı gücü? O askerler değil miydi faşist dönemlerde çekilen acılara yol açan uygulamaların kolluk gücü? Hem 25 Nisan günü hem de aradan geçen yıllardan sonra Portekiz’de Karanfil Devrimi’ni gerçekleştiren askerleri eleştiren, üzerlerinde üniforma olduğu için 25 Nisan’ı devrim olarak adlandırmaktan kaçınan budalaya rastladınız mı?
Sırf yapanlar üzerlerinde üniforma taşıdıkları için devrimlerini darbe olarak yaftalama budalalığı da bizlere özgü oldu ya…
Utanalım, o da yetmez kafamızı taşlara vuralım!
Ceyhun BALCI, 28.02.2013

Yorum bırakın