SEVR PARANOYAM
Sevr Paris’e 10 km uzaklıkta 20 bini biraz aşkın yaşayanıyla küçük bir yerleşim birimi. Paris’e giderken sahip olduğum bu bilgilere karşın Sevr paranoyamın depreşeceğini hiç ama hiç düşünmemiştim. St Germain’de yürürken bir yapının yan duvarındaki duvar seramiği (belki de porseleni) daha önce rastladığım bir sanat yapıtı sayılmazdı.
Sevr adını taşıyan bir caddenin ve Paris’in güneybatısında yine aynı adlı bir kapının varlığı haritaya bakan pek çok kişinin fark edebileceği ayrıntılardı.
Biz Türkler için Sevr 10 Ağustos 1920’de imzalanan antlaşmaya adını veren kasabanın adıdır. Birinci Dünya Savaşı sonunda yenenlerle yenilenler arasındaki antlaşmalardan yalnızca birisiydi. Yenenler, Versay’da Almanya’ya ağır yaptırımlar içeren bir antlaşma imzalatmışlardı. Bununla birlikte Almanya’yı paylaşmayı düşünmemişlerdi. Bu durumdan Osmanlı’nın bağışık kalması düşünülemezdi.
Osmanlı’nın diğer yenilenlerden ayrı tutularak Sevr’de masaya oturtulması belli ki olumsuz ayrımcılığın bir gereğiydi. Antlaşmadan öte, bir tarihten silme belgesi olduğuna göre Sevr savaşla yıkıma uğramış Türkleri bir de antlaşmayla yerle bir etme belgesi olarak görülebilirdi. Bir zamanların üç anakaraya yayılmış Osmanlı imparatorluğu her şeyiyle birlikte topraklarını da yitirip Anadolu’nun ortasına sıkışıp kalacaktı Sevr’e göre. Elde kalan tek şey ne işe yaradığı belirsiz olan padişah, tahtı ve kendince görkemli yaşamı olacaktı. Bugünlerde o Vahdettin’in “hain değildi” denilerek aklanmasına ve II. Abdülhamit’in de Alman yapımı Hicaz demiryolu için ödüllendirilmesine tanıklık etmek sıradan bir rastlantı sayılabilir mi? Unutkanlara, aymazlara ve kendini bilmezlere tek sözümüz olmalı : Sevr! Sevr’e göre oluşacak harita Yeni Osmanlıcı cahillerin ve gafillerin suratına fırlatılmalıdır. Birilerinin suratına bir şeyler fırlatmak incelikli bir davranış gibi gözükmese de yeni Sevr’e giden yolda sorumsuz ve onursuz davrananları sahiplenenlere incelikli davranmanın hiç gereği olmadığını unutmamalıyız.
Kısaca, Sevr bizler için karanlığın ve tutsaklığın diğer adıdır!
Sevr ve Versailles antlaşmalarıyla ilgili bir başka önemli noktaya daha değinmekte yarar var. Sevr Antlaşması, Türkleri Anadolu’ya hapsetmeyi amaçlarken Kurtuluş Savaşı ve onu izleyecek olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna giden yolu açmada ateşleyici işlev görmüştür demek yanlış olmaz. Versailles Antlaşması ise Almanya’da yeni bir sürece girilmesine yol açarken, İkinci Dünya Savaşı’nda kendisini tüm dünyaya gösteren Alman Faşizmi’nin yeşermesi sonucunu doğurmuştur. Özetle, aynı zaman aralığındaki iki antlaşmadan birisi felakete ve karanlığa giden yolun taşlarını döşerken; diğeri, yoksul ve yoksun Anadolu coğrafyasında insanım diyeni onurlandıracak aydınlık bir sürece giden yolu açmıştır.
Sevr hiç bir zaman tam anlamıyla uygulanamamıştır ve Kurtuluş Savaşı’nın utkuya erişmesi sonucu Lozan’da yırtılıp hak ettiği şekilde tarihin çöp sepetindeki yerini almıştır.
Biraz da bilmediğimiz Sevr’den söz edelim.
Sevr Fransa’da porselen üretiminin merkezidir. Hatta, Sevr antlaşmasının imzalandığı yapı bugün seramik müzesi olarak kullanılmaktadır.
Sevr’in bir başka ve çok daha evrensel özelliği Uluslararası Ölçü ve Ağırlıklar Kurumu’na ev sahipliği yapıyor oluşudur.
Sevr dünyaca tanınmış Franko-Hispanik müzisyen Manu Chao’nun da doğum yeriymiş. Clandestino en bilinen ezgilerinden birisidir.
Sevr paranoyamın depreşmesi zihnimde bu yazı aracılığıyla paylaştığım bir dizi düşüncenin resmi geçit yapmasına yol açmış oldu.
“Sevr Paranoyası” kimi güncel Sevr yandaşlarının geçmişteki bu antlaşmayı önemseyenlere yönelik olarak geliştirdikleri küçümseyici ve alaycı bir kavram!
Aradan geçen bir yüzyıla yakın zamandan sonra Sevr’in bir kez daha canlandırılması girişimleri bunun bir paranoya olmaktan çok bir acı gerçek olduğunun göstergesi sayılmalıdır.
Böyle bir durumda önceki Sevr sürecinde varıyla, yokuyla dik ve onurlu duranların torunları olarak önemli bir görevle karşı karşıya olduğumuz tartışma götürmez bir gerçektir.
Ceyhun BALCI, 26.05.2013



Yorum bırakın