İLK GÜN

Üç su kaynağı Doğu, Kuzey ve Güney Anadolu’ya açılır bu dağlardan.
Burada insan sesi ile su gibi akıp giden Sarı Gelin ezgisi ve şöyle ki
kefensiz yatan gençlerimizle içimize salkım saçak kök salan Soğanlı
Dağları.. kar ilen boran var. Üç ayrı yönde sırlı bir üçgenin
merkezidir burası.

Erzurum’dayız. Yürüyüşü yönetecek Akut lideri Bünyamin Akbulut
avadanlıkları gözden geçirdi. Bazılarına bunlar plaj çadırı,
ayakkabılar su geçirir, tozluk lazım, gidip ihtiyaçları alacağız,
yoksa yolda kalırız, önemli olan, insan zayiatı vermeden yürüyüşü
tamamlamak, dedi. Elde var bir.

Eksiklerin tamamlanmasıyla toplandık. Neşteri cebinde, Cerrah Başkan
Prof Dr. Bingür Sönmez: ‘Değerli arkadaşlar bu turistik bir yürüyüş
değil, başladığımız gibi yürüyüşte sonuna kadar güçlü kalmalıyız,
dedi. Akut toplantı salonunda tarih bilgisi veren bir konuşma da
yaptı. Elde var iki.

Yerleşim, iletişim yönetmeni uluslararası turizm direktörü Haluk Kurt.
Elde var üç. Beşe kadar sıralı minübüsler onun işaretiyle geldi. Tekin
Bey siz bugün Narman’a, oradan yürüyüş alanı, son gün Sarıkamış, Kars
ve oradan Erzurum havalimanına kadar üç nolu minibüste olacaksınız,
dedi.

Hiçbir şey rastlantı değil. Güçlü yönetim üçlemesi de ortaya çıktı.
Bingür Bey’in katılımcılara armağanı olan ‘Bardez Baldoruk Ailesi’
adlı, imzalı romanımın listeye göre dağıtımı tamamlandı.

Eksikler satın alındı. Birer gurme olan gezginler serbest saatlerde
Erzurum’a indiler. Cumhuriyet Caddesinin ünlü çorbacılarını ağız
tadıyla tanıdılar ve mercimek çorbasına tam not verdiler.

İLK GECE

Tam tekmil avadanlıklarla yola hazır olduk, Narman şehitliğine gittik.
Kızıl peri bacalarını gördük. Parkı ve daha başka yerleri gezdik.
Geceyi geçireceğimiz doruğa çıktık. Arkamızı bir tepeye, önümüzü
aşağıda baraj için doldurulan dereye verdik. Taşıyıcı traktör yarın
gelecek.

Çadırları kurduk. Bayanlar, doruğun ardına çiçek toplamaya (!) çıktı.
Baylar aşağılara… Gezide eziyet yok, tuvalet diye bir imge de yok.
Doğa bizimdir. Islak mendiller ceplerimizde.

Narman Belediye Başkanı Sayın …….gezginlerin pişireceği köfteli, şiş
kebaplı akşam ziyafeti verdi. Mangal severler ortaya çıktı. Közlü
mangallarda etler pişti. Salkım üzümler, karpuz dilimleri geldi.
Bingür Bey beni de kendi sofrasına buyur etti. Yol boyu et eksik
olmayacak soframızdan, dedi. Gece ateş çevresinde toplandık. Bingür
Bey sipsi ile Yemen’e gideni çığırdı.

Yol boyu koruma yapacak olan komutanlar askerleriyle ağırlandılar.
Karanlık bir gece ve yıldızlı bir gökyüzü var üstümüzde. Baraj
yapılıyor kamp yaptığımız yerde. Çadırlara çekildik. Dolgu atıkları
döken kamyon gürleyişleri.. çoban köpekleri.. kangallar çevreyi sardı.
Artan yiyecekleri kanalara verdik. Sabaha dek çadırların yanında
havlayarak teşekkür ettiler.

İKİNCİ GÜN

Düşkırıklığı gibi olan taşıyıcı zorluğu aşıldı, traktörler ikilendi,
gönüllere düşkırıklığı düşmedi. İkinci gün on altı otuz sularında,
kaptan Bünyamin Bey öne geçti ve ardında Bingür Bey şöyle ki, yürüyüş
sevgi yumağı gibi başladı. Yürüyüşçülerin ayakları pedal çevirir,
dirsekleri değneklerle havada kürek çeker gibiydi.. yokuş yukarı yaban
çiçekleri derleyerek ilerlediler. İkinci gecenin ıssız derinliğine hem
de zihinsel içselliklerine yürüyenler, yürekleri pırıltılı seksen
kişiydi.

Kim bunlar diye, us germeye gerek yoktu. Us/ta tarih değil mi? Kim
bunlar diye sordunuz da! Son yüz yıl öncesi karış karış bu toprakları
karışık oluşturan bir tarih var. Bir de bu tarihle barışık gönül
insanları var. Gönül yürüyüşü olduğu apaçık. Burada yürüyenlerin tümü
bunun ayırdında.

Bingür Bey, neşteriyle kişilikli tam cerrahi kadro, küçük ameliyatlara
hazır, ilaçlarıyla burada.  Olur ya insanı ateş basar, fıtık patlar,
idrarda zorluk olur.. maceralı bir yürüyüş, diye sesleniyor.

Bir de gezgin romancı olarak şunu öğreniyorum, dağlar agresiflik dahil
beyinde etki yaparmış.

Bu yürüyüşte iki bin, iki bin yedi yüz metre yükseklikte çiçekler
okyanusu dağlar gibi direnç veriyor. Bu çiçekler denizinin bağrında
yalın göynek yatan yiğitlerle oluşan gizemli efsaneler var.

İKİNCİ GECE

Bu yürüyüşte bir de rekor kırıldı. İki yıl önceki katılımda iki bayan
vardı. Buna göre bu kez, en az on bayan sırt çantaları alesta alabanda
ikinci öbekte, baylara taş çıkartırcasına yürüyorlar. Son on yıldır
yürüyüş parkürü olan bu dağlarda, bu sayı bir rekordur. İçlerinde on
sekiz olanı da, elli dolaylarında olanı da var ve kahvaltı sonrası
akşama kadar sadece su içerek yürüyorlar.

Anadolu ruhu işte Sakarya Savaşında top taşıyan kadınlar imgelemi. Tüm
yürüyüşçüler okumuş – yazmış kişiler, İstanbul’dan işadamları, hukuk
ve maliye danışmanları, pilotlar, emekli subaylar.. üniversite öğretim
görevlileri de var, mühendis, öğretmen olan öğrenci olanı da var,
cerrahlar ise en önde. Bir de yüksek coşku var, öğlen yemeği
eksikliğini genel olarak kimse umursamıyor.

İkinci akşam tez oldu, çadırlar yorgun yürüyüşçüler tarafından
kuruldu. Bulutlar yağmur topladı. yalımlı ateş çevresinde Bingür Bey
sipsi (bölgede bu çalgıya sipsi denir) ile ağıt yaktı. Yola düşen bir
de bağlama var. Yurt için geri dönmezsem ağlama garip anam ağlama
diye, ağıt söylüyor.

ÜÇÜNCÜ GÜN

Bir kar topu gibi gelişen, duygu yüklü bir gelenek oluşuyor. Gönül
insanlarının başlattığı vefa borcuyla oluşan bir gelenek. Us geçirelim
ki, kemikten yoğrulmuş sessiz bir tarih labirentidir burası. Us, ortak
akıl birliği ve gönül adanmışlığı ile ulaşılır barışa ve aşılır
Soğanlı Dağları.

Bu tür labirentin geri dönüş kapısı nerede? Böyle doğa labirentine
girince çokluk Terzi Hermes’in sözleri de anımsanır. Gönüllü kişi,
kapısında İzis heykeli olan tapınağa bırakılır. Heykelin altında,
‘yüzümdeki örtüyü hiçbir ölümlü kaldıramadı,’ yazısı vardır. (Burada
gönüllü kişi Soğanlı Dağları’na bırakılır. Dağlarda, üstümdeki örtüyü
hiçbir ölümlü kaldıramadı,’ imgesi vardır.)

Böyle ise o yolda yürüyebilmek için ölümsüzlüğe hazır olmak
gereklidir. Çünkü insanlar ölümlü tanrılardır Hermes’e göre, tanrılar
ölümsüz insanlardır. İşte bu dağlarda oğullar ölümsüzlük içtiler ve
fakat sansür edilerek unutturuldular. Onlar çiçeklerin bağrında yalın
göynek yatan oğullardır.

Hermes’in sözü gibi ölümlülerin kaldıramadığı sansürle bu dağlarda
unutulmuş bir tarih vardır.

O sansür perdesini kaldırmak, Sarıkamış Şehitleri Gönüllüleri hareketi
ile başarıldı. Unutmayalım bir göynek ve ayakları yalın oğullar
savaşmak için oraya gönderildi. Diktatör, zalim kışı unuttu.

Bu gerçek Terzi Hermes’in anlatısında olduğu gibi, ancak tanrılar
adına olan ve hiçbir ölümlünün yapamayacağı bir savaştı. Ortak
insanlık tarihinin gördüğü en yıkıcı kararlar burada uygulandı.

Şimdi onlara olan vefa duygusuyla, o sansür perdesi açıldı. İki bin
beşyüz metre aşan yürekle, ve parlak güneşle üçüncü günü geride
bıraktık. Akşamı, karanlığa sintine atan bulutlarla karşıladık.

ÜÇÜNCÜ GECE

Üçüncü gece, Soğanlı Dağlarının bağrında çadırlar kurulacak. Kimileyin
arkada kalan kimileyin öne geçen iki traktörden birisi mutfak
avadanlıları ve yiyecek ambarı gibi rüzgarda kanatlanıyor. Ötekisinde
ağırlıklı çantalar, çadırlar, uyku tulumları falan. Bunlar bir kaç
yerde çamura saplandı. Akutlu gençler ve Sarıkamış Şehitleri
gönüllüleri elbirliği ile onları oralardan çıkarmayı başardı.

Deve boynu gibi değirmi bir tepeyi aştıktan sonra, mor menevşerin
içinde bulutlarla geldi üçüncü gece. Tam çadırları kuracak ve uyku
tulumlarını açacaktık. Dolu ve sağnak kamçı gibi indi. Sel suları ile
koşuştuk, yağmurluklar yetmedi topuklarımıza,  ayaklarımıza dek
ıslandık.

Sağnak ansızın ıslatsa da eli hızlı gönüllüler iki çadır kurdular,
sığındık. Bir yarım saat yağmur ve dolu musikisi ile akşamı bulduk.
Sonunda diz boyu sulu otların arasında çadırları kurduk.

Yapılan mesafe hesaplarına göre gününe göre alınmayan yolun, artık
kalanı var. Asıl labirent son iki günde, dördüncü ve beşinci günlerde
bu fazlalık da aşılacak. Yüksek gece, serin ve ıslak geldi. Çadırlar
ve uyku tulumlarıyla birlikte yayla çorbası da bol kepçe buğusuyla
önümüzde işte.

DÖRDÜNCÜ GÜN

Çadırlar, askeri harekatta olduğu gibi hızla söküldü, gönüllüler
coşkuyla sırt çantalarını arkalayıp yürüyüş düzeni aldı. Liderler
şimdi düdük çalınacak. Harita mühendisi komutanlar ileri çıktı.

Gecenin yağmur seli baskını sonrası, dördüncü gün bahtımız da yol da
açık. Ballı, pekmezli kahvaltı sonrası çantaları sırtladık. İz süren
kaptanımız Bünyamin Bey, Erzurum Dağları kar ilen boranı çığırıyor.
Yürüyüş kolu tempolu değnek sesleriyle yanıt veriyor. Hız kesilmedi
yukarı.

Yaylalardan yaylalara geçiyoruz. Çok çok hızlıyız ve tek kolda
yürüyoruz. Haritacı komutanlar uzun ara önümüzde tırmanıyorlar.
Komandolar dört yirmi dört, dört yanımızda uçan kuşun kanadı gibi.
Masmavi gökyüzü ile öpüşen ufku, bir yukarı bir aşağı sallantılı,
oynak bir aynada izliyoruz.

Sığır sürüleri, uçsuz bucaksız yeşillik deniz dalgaları. Sonunda dik
bir dağa tutunduk. Gökhan, (Akutun fedaisi) dağ doruğundaki şahinleri
gösteriyor. Bu yürüyüşte adı saklı kahramanlar var.

Ballı, pekmezli, karpuzlu sabah kahvaltısının üzerinden neredeyse on
saat geçmiş. Traktörler patinaj yapmış, orada yokuşta kalmışlar.
Bardız Muhtarı Emin Bey hızır gibi zuhur etti ve bu traktörleri ters
pozisyondan çevirdi. Deve boynu gibi bir orta düze indirdi. Alkışlar
Emin Bey’e…

Zorunlu oraya konaklamaya karar verdik. Şahin yuvalarının altında,
dağların gölgesi sona erdi, ıslak gece, yamuk bir yerde geldi. Seksen
kişi gönül dağarımızdaki vefa borcu ile kendimizi bir daha sınamak
için, burada çadırları kurduk. Saklı efsaneler zincirleri olan üç bin
metreye yakınız.

DÖRDÜNCÜ GECE

Ilgın esen yelin duldasında ve saat yirmi sularında alaca akşamın
böğründe çadırları kurduk, evet.

Akşam yemeği bol naneli bir ezo gelin çorbasıyla önümüze geldi. Sonra
tas kebabı, pilav, cacık, kaysi, üzüm… Komando komutanı zarif, dal
gibi ince bedeniyle Ahmet Bey, bir traktör ile yanına gezginlerden ve
akutçulardan yardımcı alarak odun bulmaya gitti.

Komutanlar da komandolar da bu yürüyüşte sırılsıklam kesilmişti o
gece. Ahmet Komutan biraz da onları düşünerek yaylalara indi.
Döndüğünde o gece  üç ayrı yerde büyükçe ateşler şavkıdı.

Çamaşırlar, çoraplar, postallar ve uyku tulumları kurutuldu. Ateş
çevresini saran gönüllüler ıslak urbalarını alevlere tutarak ıslıkla
ağıtlar söylediler. Bülent Bey lirik sesi, alt perdeden mızrabıyla
yürek yükledi ve ruhsal bir enginlikle enerji depolandı. Yağmur,
çamur, dolu  her neyse işte. Bir gece bir gün kaldı, son kulvara
geçildi. Yorgun gezginler sonunda çadırlara girdi.

BEŞİNCİ GÜN

Güneş doğmadan önce uyananlar çiçek toplamaya (!) çıkıyorlar. Hemen
tümü kentlerde yaşayan bu insanlar bu doğada, güneş burnunu
göstermeden ayağa kalkıyor. Hani kentliler eleştirilir ya burası hiç
de böyle değil. Tümü de doğa insanı, ruhlarıyla uyanık buradalar.

Bugün, tıpkı dün gibi çok erken yola çıkacağız. Ben Bingür Bey’in
çadırını paylaşıyorum kaç gecedir. Uyku tulumunu, çadırda yanıma
saçılmış özel avadanlıklarımı vakitlice topladım. Bugün sırt çantamı
da traktöre vereceğim. Fotoğraf çekmek için daha hızlı olmalıyım diye
kurdum.

Güneş bir mızrak yükselmeden tüm çadırlar söküldü ve yüklendi
traktöre. Yine ballı, tereyağlı, pekmezli, yumurtalı kahvaltı akşama
dek yetecek. Yörenin ürünü, bugün kuymak yapmışlar.

Bir akşam önce traktörlerin patinaj yaptıkları yokuşu sert adımlarla
geçiyoruz. Dağ başını duman almış marşını ünleyenler var. Doruğu
diyafram solunumu ile kolayca aldık. Tam dorukta, yer gök inlesin
diyenler, var. İki traktör, bir römorku çekerek yanımızdan geçti ve
düzlükte bırakıp geri döndüler, sıra ötekinde. Yürüyüşçüler
traktörleri beklemeden tam diyafram soluk ilerliyorlar.

Bardız’da, Çakır Baba Şehitliği’nde bin kişinin beklediği söylentisi
de var. Helvalar, keteler, su börekleri, kavurmalar, yayıkta ayranlar
yürüyüşün onanması içinmiş. Sonra cirit töreni olacakmış.

SON SÖZLER

Gerçek macera dolu bir yürüyüş oldu. Dördüncü gün bazı postalların
topukları koptu. Gülüşerek, nal döküyoruz diyenler, var. İki bayan
terliklerle yürüyüş kulvarına indi ve Bardız böyle izledi onları.
Analar neler doğurmuş! Bingür Bey; arkadaşlar, buralara piknik yapmaya
gelmedik, diye yinelemişti ya gerçekten de bu böyle oldu. Her türlü
zorluğu da göğüslediğini o, en önde gösterdi.

Onun pozisyonundakiler yaylı yataklarda havalanırken o, ıslak bir
yamaçta, çakıllar, ot yumakları üstünde ve nemli çadırdan güleç yüzle
çıkarak yürüyüşe hazırlandı. Karakayışların çektiği budur! Askerlikte
komutan en önde olursa, arkada kimse kalmaz. Yürüyüşçülerden de ‘ıhh’
diyen yok.

Bir anlamda çileci hint bilgeliği gibi bir şey. Rahat yaşam
bırakılmış. Vefa borcu ve etik açıdan ödeşmek için kışa, kurda kurban
verilmiş oğullar için yola çıkmışlar. Dile kolay! Beş günlük bir
yürüyüş yağacaksınız. Dört gece yağmur, çamur, ıslak soğukta uyumadan
güneşi iple çekerek almışsınız. Dahası, bir günlük rötarla
başlamışsınız beş günlük yürüyüşe. Altmış beş kilometreyi beş günde
değil de, dört günde alacaksınız! Analar ne kızlar, ne oğullar
doğurmuş meğer!

Bingür Bey, Bünyamin Bey, ve Haluk Bey’in rahlei tedrisinde pamuk
ipliği gibi cicim kilim demedik dokuduk tüm zorlukları. Aç kaldık,
susuz kalktık.. fakat Soğanlı Dağları’nı aşarak tam günde ve saatte
Çakır Baba’ya indik. Gerisi artık çok kolay, cirit, davul zurna,
aşağıda bar…

Ne oldu ne yaptık? 22 -24 aralık 1914’te, yurdun bir çok değişik
yerinden savaşa katılmış yiğit oğulların ve ağlayan anaların
anılarıyla kendimize beş gün dört gece süren yürek anıları kattık.
Dört gece, beş gün..ve sonra Sarıkamış, Kars.. bundan sonrasını
bırakalım fotoğraflar konuşsun…

GEZGİN İÇİN EK VERİLER

Başlarken üç su kaynağı var dedik. Palandöken’den Fırat boyları ile
Mezopotamya’ya gider birisi. Öteki ikisi Pasinler düzünü geçer.
Bunlardan biri Aras Irmağı olur ileride. Diğeri Coruh Irmağı
kanyonları ile iner Karadeniz’e.

Doğu ve Kuzey Anadolu’yu bağlayan bu iki ırmak yatağının ortasında
yükselen bir plato var. Evrensel ozan Puşkin’in iki yüz yıl önce
yinelediği ünlü Soğanlı Dağları. Yağmur, dolu, boran, çamur ve iki üç
bin metre yüksek güneşte beş gün dört gece, sırt çantalarımızla Top
Yolu Anma yürüyüşümüzün kısa coğrafya dersi var burada.

Soğanlı Dağları elli kilometre enlik, 150 kilometre boyluk plato.
Çakır Baba’dan başlayan düzlük ise, topluca yiğitlerin gömütü ‘Dikenli
Tabyalar’a, neredeyse Kızılçubuk’a dek engin bir hava limanı gibi..
SOĞANLI DÜZÜ, ismi ile anılır.

Bu topraklar, Osmanlı Genelkurmay Başkanı Enver Paşa komutasında
doksan bin oğulun karda, kışta donarak yaşamlarını yitirdikleri
topraklardır. Bu topraklar Roma İpek Yolu, ve Kafkaslar’dan gelen
şaman Oğuzların, Göktürk kökenli Musevi Hazaralıların göç yolu ile
yüzlerce yıl öncesi kültürleriyle de fethedilen topraklardır. Bu
topraklar doğuya dönük yanıyla Kafkaslar ve Hindistan ve Orta Asya
kapısıdır. Batıya dönük yüzü Çoruh Kanyonları ile Orta Anadolu’ya
Sivas Platosu’na ve Kapadokya’ya, Kayseri’ye  açar zaman kapısını.

Böyle tarih felsefesi içeren, mistik çiçekli bir üçgen içinde
yürüyebilirsiniz.  Hançerli Ovası ile Sarıkamış’ı geçer ve Selim
düzüne iner Soğanlı Dağları. Dayanıklı gezginleri bekleyen bir
platodur. Turistik gezginlik değildir. Safari değildir. Ruh esenliği,
zihinsel yolculukla  arınmışlık ve fiziksel dayanıklılık isteyen bir
gezginliktir bu.

Bu coğrafya gerçek gezginleri bekliyor. Kışın kar gülleriyle, tipisi,
zemherisi ile apak bu doğa.. yazın sarı, mor, kızıl çiçeklerin
bağrında renkli tarih rüzgarları alan ve hayal fırtınalarıyla sıkı
yürekli gezginleri bekler Soğanlı Dağları.

Yürüyüşte ne vardı? Önde baş gönüllü Bingür Sönmez düdük çaldı.
Ardında Erzurum Akut lideri, sporcu, madalyaları olan, yanında
taşıdığı oku ve yayı ile Bünyamin Akbulut. Bir de, 77. doğum gününde,
Türkçenin evrensel edebiyat dili olduğunu söyleyen, Tekin Sönmez adlı
bir yazar vardı aramızda. Sonra gönül insanlarından oluşan bir
topluluk, dahası, iki traktör şoförü, üç aşçımız… Dadaloğlu gibi
ferman padişahın ise, en önemlisi de büyük bir ULUSAL PARK olan
SOĞANLI DAĞLARI bizimdi. Elli üç gönüllü, (iki traktör şoförü, üç
aşçı) ELLİ SEKİZ SİVİL, yirmi sekiz subay, astsubay ve uzman çavuştan
oluşan Jandarma Komando timi, seksen üstünde gönüllü fire vermeden
yürüyüşü başardık.

Tekin SÖNMEZ

 

Hürriyet Seyahat Eki için yazılmış olan gir güncedir.

Posted in

Yorum bırakın