BİR YOL HİKAYESİ

İZMİR-ANKARA-İZMİR

 

 

Bu yol hikayesi hafta sonu gidiş-dönüş İzmir-Ankara izlenimlerinden oluştu. Bu rotada çoktandır yapılmamış karayolu yolculuğu zaman tünelinde yolculuk yapma fırsatı da tanımış oldu.

 

Belkahve’yi aşar aşmaz kabuklanmış yaram depreşti. Nasıl depreşmesin! Dağlarından yağ, ovalarından bal akan Ege’nin birinci sınıf tarım alanları Turgutlu ve salihli ovalarında betonla bezenmişti. Hem de yola sıfır yerleşimle. Doğu kurnazlığı iş başında! Ürün hemen yola çıkabilecek böylelikle. O yol genişleyecek mi, günün birinde ekleme yapılacak mı? Düşünmesen de olur!

 

İnsanın içini kanatan manzarayı daha fazla yazıp okuyanı  üzmemeli! Bir başka berbat görünüm bölünmüş yolun ortasında kurutulan üzümlerdi. Umarım benim soframa gelmez deyip geçtim!

 

Bu olumsuz manzaraya ortam sağlayan bölünmüş yol trafik güvenliğine yaptığı olumlu katkıyla teselli vermiş oluyordu. Geçmişte peşine takılınan ağır araçlar, adı sollama olan kelle koltukta seyahatlerden iz kalmamış! Bu olumlu değini karayolu ulaşımına güzelleme olarak oalgılanırsa üzülürüm. Demir ve denizyolcu olduğumu bir kez daha anımsatma gereği duyarım.

 

Yavaş yavaş tırmanışa geçiyoruz. İç Anadolu platolarına yolculuk zorlu ve daha çok çıkışlı olmak üzere  bugi bugiyi andıran biçemde.  Kula’daki peribacaları farkedilmiş belli ki! Yol kıyılarına konmuş tanıtım tabelaları bu farkındalığın kanıtı. Özenle gözlemlendiğinde milyonlarca yıl öncesinin emekli yanardağları kolaylıkla farkedilebiliyor. Peribacaları da onların bugünleri görmüş eseri! Biraz yükselmiş olsak da henüz dört basamaklı değerlere erişmiş değiliz. Zaman olsa da Kula’ya uğrayabilseydik diye hayıflanıyoruz. Bu topraklarda ev yapmayı unutan bizler için eşsiz hazineler olan Kula Evleri almasını bilene ders vermek için bekliyor.

 

Kesintisiz uzanan çifte yol yolculuğu ve trafik güvenliğini olumlu yönde etkilese de, siz siz olun hızdan kaçının! Önünüze her an bir hayvan ya da traktör çıkabilir. Böyle bir durumda bölünmüş yolun canınızı kurtarmasını beklemeyin!

 

Uşak il merkezinde gözlerimizin önüne serilen görüntüler parmak ısırtıyor. Karayolu yıllardır olduğu gibi Uşak’ı ortadan ikiye bölmeyi sürdürüyor. Kent merkezlerini köstebek yuvasına çevirme alışkanlığı burada da kendisini gösteriyor.

 

Uşak çıkışında Nuri Şeker Şeker Fabrikası ile havaalanı karşılıklı konumlanmışlar. Çok bildik “Cumhuriyet’i biz böyle kazandık!” görseli dikkat çekici. Onuncu yıl kutlamalarında burada çekilen bir resim ölümsüzleşmiş. Nuri Şeker Türkiye’nin ilk şeker fabrikasını kuran adam! Yıl 1926! Yoksul ve yoksun ama kalkınmaya kararlı Türkiye ilk şeker fabrikasını yapabilmiş. Rahmetli babamdan dolayı şeker pancarı tarımı konusunda kendimi ilgili ve biraz da bilgili sayarım.  2009’da Kütahya Şeker Fabrikası önünden geçerken déjà vu duygusu yaşıyorum. Silolarında şeker pancarı, bacasında duman ve çevreye yaydığı keskin küspe kokusuyla belleğime kazınmış imgenin üzerine ölü toprağı serpilmiş olduğunu üzülerek fark ediyorum. Yeni peydahlanan kimliksiz yapılardan fabrikanın talan edilmekte olduğunu ve TOKİ’nin de bu talana katıldığını anlıyorum. Akılcı ve ekonomik bir gerekçesi yok elbette bu vazgeçişin! Okyanus ötesi alışkanlığı olan mısır şurubu pazarda yer bulsun diye en değerli ürünlerimizden olan şeker pancarı tarımından vazgeçecek kadar iyiliksever(!) insanlarız!

Image

 

Tam karşıda bir havaalanı! Yazısı çok görkemli!

 

İnternet sitesinden bu alana tarifeli sefer yapılmadığını öğreniyorum. Buna karşın, havaalanına otobüs, dolmuş ve taksi ile ulaşılabileceği bilgisine yer verilmiş! Sefer yapılmayan havaalanını açık tutmaya muktedir güç şeker fabrikasını kapatıyor! Birisi, “Cumhuriyet’i Biz Böyle Kazandık!” yazısını değiştirip “Cumhuriyet’i biz böyle yitirdik!”e çevirirse biraz üzülsek de doğruyu gözümüzün içine sokmuş olur.

 

Biraz hüzünle ve epeyce de öfkeyle Uşak’ı geride bırakıyoruz!

 

Attila İlhan’ın yapıtından televizyona aktarılan “Kartallar Yüksekten Uçar” dizisinden aklımızda kalan Banazlı İsmail’le selamlaştıktan sonra Cumhuriyet’in kazanıldığı topraklardaki yolculuğumuzu sürdürüyoruz. Dumlupınar yokuşunu tırmandığımızda 1200 metre yükseltiye erişmiş oluyoruz. Her karışı kanla sulanmış topraklardayız. Doruktan Dumlpınar’a sapınca anıtlar selâmlıyor ziyaretçileri. İrili ufaklı sayısız tepe çarpıyor gözümüze! Savaş sıasında dakika başı el değiştiren, ele geçirilmesi için oluk oluk kan akıtılan; ve hatta, zamanında ele geçirilemedi diye kendi canına kıyan kahraman askerlerimizin anısı önünde saygıyla eğilerek geride bırakıyoruz şimdilerde akılsızlaşan bizlere bir vatan armağan eden dedelerimizin kanıyla sulanmış topraklara!

Image

 

Image

 

Afyon’a yaklaşıyoruz. Mandalar düşüyor aklımıza! Nasıl düşmesin! Lezzetli Afyon kaymağı onların sütünden yapılıyor. Ülkenin manda varlığı son çeyrek yüzyılda 1 milyondan 100 binlere düşmüş. Mandacılık ve dolayısı ile de Afyon kaymağı can çekişiyor. Bu lezzet de tarihe karışacak diye üzülüyoruz. Türkiye başkalarının mandası altına girdikçe, dört ayaklı mandalarını yitiriyor! İlginç bir rastlantı mı? Yoksa!… http://www.meltemhaber.com/?haber,9856

 

Afyon öteden beri olduğu gibi karayolu kavşak noktası olma özelliğini koruyor. Mola yerlerinde Türkiye karışımının bütün renkleri insan tipleriyle kendisini gösteriyor. Yol yorgunu acıkmış insanlar karınlarını doyurduktan sonra alışveriş çılgınlığına katkıda bulunmayı göz ardı etmiyorlar.

 

Çevreyolunda bir otomobilin arkasında önündeki sahipleriyle birlikte yolculuk eden koç, dana Ferhat’ı çağrıştırıyor. Bir de yıllar önce Peru Andları altiplanosunda görüntülemiş olduğumuz lama Ferhat’ın yolculuk serüveni canlanıyor belleklerimizde.

Image

 

 

Image

 

Afyon’dan sonra mermerkente ya da bilinen adıyla İscehisar’ varıyoruz. İlçeyi var eden mermer işletmeleri yolun iki yanına sıralanmış. Belli ki, burada da yolun genişletilmesi gibi bir gereksinim olmayacağı var sayılmış. Mermer dışsatımı ilçenin ve hatta ilin önemli getiri kaynağı. 

 

Yoldaki en büyük yükselti olan (1422 m) Köroğlu Beli’ne tırmanmaya başlarken alçakgönüllü bir peribacası silsilesiyle karşılaşmak hoşumuza gidiyor. Yine peri bacaları, yine volkanik yapı demek! Çam ağaçları Köroğlu doruğuna güzellik katıyor.

 

Bayat ilçesine varınca her nedense şaşkın komutanın Afyon serüveni canlanıyor belleğimizde. Onlarca askerini yitiren paşaya Afyon’da halı armağan edilmişti. Kök boyalı Bayat halısının başına gelen  şanssızlığı anmadan geçmemiş oluyoruz!

 

Artık bozkırın başladığı yerdeyiz! Göz alabildiğine uzanan step Sivrihisar’a kadar kendisini duyumsatabilen tek manzara! Bu düzlükte araç kullananların bir kat daha özenli olması kaçınılmaz bir gereklilik.

 

Uzaklardan sipsivri iki tepe Sivrihisar’a hoşgeldiniz der gibi boy gösteriyor. Eskişehir il sınırları içinde, Eskişehir yoluna da katılmış oluyoruz. Bozkır Ankara’ya varıncaya kadar varlığını sürdürmekle birlikte giderek daha fazla sayıda yapılaşma ile örtülüyor.

 

Polatlı Ankara’nın 75 km batısında konuşlu ilçesi. Tam bir tarım diyarı! Kent merkezindeki çifte şerefeli, çifte minareli cami heybetli bir görünüm sergiliyor. Bol bazlı minareler işlerin yolunda olduğunun göstergesi sayılmalı! Hem ticaret, hem ibadet! Polatlı-Ankara yolunun yarısında Ankara’ya da girmiş oluyorsunuz!

 Image

Ankara’ya varmadan Milli Mücadele tarihine ilişkin yapılar boy göstermeyi sürdürüyor! Alçakgönüllü Alagöz Karargâhı bunlardan yalnızca birisi. “Şu Çılgın Türkler”de Turgut Özakman son derece iyi betimler bu önemli yapıyı. Yoldan görünmediğini, sapaktan içeriye girmek gerektiğini anımsatalım!

 

Ankara’ya yaklaştıkça trfaik denetimlerinin trafiğe koşut olarak yoğunlaştığını gözlemliyoruz. Sık aralıklarla yapılan hız denetimleri sayısal ekranlara yansıtılıyor. Ortalama hız denetimi yapılan bu bölgede, hız ölçümü yapılan iki nokta rasında mola verir ya da bir süre duraklarsanız ortalama hızınız da düşmüş oluyor.

 

Ankara Bilkent sapağındaki Diyanet İşleri Başkanlığı Camisi mimari yapısıyla dikkat çekiyor. Cami mimarisi konusundaki soruna umar olacak bir örnek olarak boy gösteriyor. Bir sonraki sapaktan ODTÜ’ye dönülüyor.  Diren ODTÜ diyerek selâmlıyoruz güzel insanları!

 

Sol taraftaki AVM tapınakları gözümüzü de gönlümüzü de tırmalıyor! Her birinin içinde bir ilçe nüfusunun barındığını, amaçsızca dolaşarak zaman öldürdüğünü düşünmek bile acı verici olmaya yetiyor.

 

Ankara’da yapıldığı sıralarda eleştiri konusu olan batıp-çıkan kavşaklarla da tanışmış oluyoruz. Kent merkezine insanları değil de taşıtları getirmek akıllıca bir iş değil. Akıllıca olmadığını batar kavşaktan yüzeye çıktığınızda fark etmeniz hiç de güç değil! Huni etkisi gibi düşünün! Çıktığınız yerde trafik karmaşasının içinde bilin kendinizi. Ankara’ya özgü olmayan trfaik keşmekeşi konusunda neyi taşıyacağımızın kararını verme durumuyla karşı karşıyayız. Taşıtları mı yoksa kitleyi mi?

 

Tüm bu olumsuzluklara karşın Ankara’ya haksızlık yapmış olmak istemem! Ankara, son 15 yılda başına gelen felaketlere karşın Cumhuriyet’in aydınlık yüzü olmayı sürdürebiliyor. Bu yüzün silinmesi için de epeyce uğraşı gerektiği ortada!

 

Ceyhun BALCI

 

 

 

 

Posted in

“BİR YOL HİKÂYESİ” için bir cevap

  1. Tarık Konal Avatar
    Tarık Konal

    Saygın Canbakanım. Gezi-yorum türünde de başarılı bir yazar olduğunuzu kanıtlayan bu yazınızı da beğenerek okudum, gönendim. Sağ olun, var olun.

Yorum bırakın