ÖZDEMİR İNCE/ Pazartesi bir yazı dizisine başlıyorum
03.01.2014
6 Ocak 2014 günü 10 yazı kadar sürecek bir dizi yazıya başlayacağım. Yazının adı: “Şükrü Saracoğlu, Fenerbahçe, Irkcılık ve Varlık Vergisi”.
Konunun, önemi dolayısıyla önceden haber vermeyi uygun ve yararlı gördüm. Bu yazıyı bir tür reklam, bir tür “Gelecek hafta ekranlarımızda” ilanı olarak kabul edebilirsiniz. Yazının “kim vurdu”ya gitmesini istemiyorum. Çünkü dizi yazı (daha önce de vardı ama) Cumhuriyet’in kurucu kadrosuna karşı 1980’lerin başından itibaren başlayan hesaplı kitaplı karalama kampanyası ile hesaplaşmayı amaçlıyor.
***
Her gün aşağı yukarı 20 kadar gazete okuyorum. Solcu nitelikli bir gazetede, Fenerbahçe’nin “Saracoğlu Stadyumu” adının, sponsor almak için, değiştirilebileceğiyle ilgili bir yazıda “Irkçı Gidecek, sermaye gelecek” başlığını okudum ve merak ettim. Internete baktım. Bulduğum yazılardan iki örnek vereceğim:
“Saracoğlu ismi kaldırılsın”
“Beyaz TV’de ekrana gelen Ve Gol programı gecenin en ilginç tartışmalarından birine sahne oldu. Programın yorumcularından Rasim Ozan Kütahyalı, son yolculuğuna uğurlanan Lefter Küçükandonyadis’in ölümünün ardından ilginç bir konuyu gündeme getirdi.
Kütahyalı, Lefter’in ailesi ve akrabalarının gayrimüslim oldukları için eziyet çektiklerini ve buna sebep olan kişininse stada ismi verilen Şükrü Saraçoğlu olduğunu ifade ederek bir çağrıda bulundu. Kütahyalı’ya göre, Lefter ve ailesine bunca acıyı yaşatan kişi Şükrü Saraçoğlu’ndan başkası değil. Kütahyalı bu sözlerinin ardından Fenerbahçe yönetimine bir çağrıda bulunarak Şükrü Saraçoğlu isminin staddan çıkarılması, hatta stadyumun yeni ismininse Lefter Küçükandonyadis Stadı olması gerektiğini ileri sürdü.
Kütahyalı’nın bu çağrısına Ahmet Çakar’dan da destek geldi. Özellikle son dönemlerde, azınlıklara kötü muamele yapmakla suçlanan Türkiye için de bu adımın önemine dikkat çeken Çakar, Fenerbahçe’nin Lefter’in adını stadyuma vererek dünyada ses getirecek bir harekete imza atacağını ifade etti.” (Gazete Boyut)
Türk Asıllı Yahudiler: Saraçoğlu’nun ismi Değişsin
İsrail’e Türkiye’den göç etmiş olan Yahudiler de bu konuda kampanya başlatmışlar:
“Fenerbahçe Kulübü’ne yollanmak üzere ‘change’ isimli sitede kampanya başlatan Türk asıllı Yahudiler, ırkçı olduğunu iddia ettikleri eski başbakanın adının stattan kaldırılmasını istediler.
İsrail’de yaşayan Türk asıllı yahudilerin haber sitesi olan Hastürk’te yer alan habere göre, change isimli sitedeki kampanyada, Fenerbahçe ‘ye 17 yıl boyunca başkan olarak hizmet veren eski başbakan ve bakan Şükrü Saraçoğlu’nun adını alan stadın isminin değiştirilmesi istendi.
Sitede, katılımcıların mail şeklinde kulübe göndermeleri için hazırlanan Başkan Aziz Yıldıran ve yönetim kuruluna hitaben yazılan dilekçede şu ifadeler kullanıldı: “Şükrü Saraçoğlu hem bu ülke hem de Fenerbahçe Kulübü için çeşitli hizmetlerde bulunmuş olmasına karşın, getirdiği zarar hepsinden daha büyüktür. Saraçoğlu, on binlerce ailede perişanlık ve yıkım yaratan varlık vergisini çıkarmaktaki asıl amacım ‘Piyasamıza egemen olan yabancıları böylece ortadan kaldırarak, Türk piyasasını Türklerin eline vereceği’ sözleriyle açıklamıştır. Lefter Küçükandonyadis’in ya da Aziz Yıldırım’ın, Fenerbahçe kulübüne ve bu millete hizmetleri, Saracoğlu’nunkinden binlerce kez daha hayırlı ve daha şereflidir. Bu yüzden Fenerbahçe Stadı’nın adı en kısa sürede değişmelidir’.
Hastürk isimli sitede ise Şükrü Saracoğlu’nun başbakanlığı döneminde ırkçılık ve yabancı düşmanlığı yaptığı iddia edildi, Ermeniler’den varlıklarının % 232’si, Yahudiler’den varlıklarının % 179’u, Yunanlar’dan varlıklarının % 156’sı, Müslümanlar’dan varlıklarının % 5’i kadar vergi borcu talep edildiği hatırlatıldı.” (Aski Haber, 25.12.2013)
***
1950’de Demokrat Parti’nin CHP’nin tek parti dönemini bile bile karalamak için başlattığı bir kampanyası bu. Daha sonra, özellikle de 1980’den sonra Cumhuriyet’i, kurucu kadrosunu ve Mustafa Kemal Atatürk’ü karalama kampanyasına dönüştü ve AKP tarikatı hükümeti döneminde de doruklarına çıktı.
Şükrü Saracoğlu’nun ırkçılığı, 9 Temmuz 1942 günü hükümet programını okurken ya da 5 Ağustos 1942 günü yaptığı konuşmada söylediği “Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız” cümlesine dayandırılıyor. Ama bu sözlerin İkinci Dünya Savaşı’nın en dehşetli günlerinde söylenmiş ve bir başbakanın duyduğu kaygıları ifade ederken kullandığı unutuluyor.
Varlık vergisi
9 Kasım 1942 günü yürürlüğe giren Varlık Vergisi kanununun resmi gerekçesi, hükümet tarafından “olağanüstü savaş koşullarının yarattığı yüksek kârlılığı vergilemek” olarak dile getirilmiştir.
Basına kapalı olarak yapılan CHP grup toplantısında başbakan Şükrü Saraçoğlu’nun vurguladığı gerekçeleri okuyalım: “Bu kanun aynı zamanda bir devrim kanunudur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Piyasamıza egemen olan yabancıları böylece ortadan kaldırarak, Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz.” “Bu memleket tarafından gösterilen misafirperverlikten faydalanarak zengin oldukları halde, ona karşı bu nazik anda vazifelerini yapmaktan kaçınacak kimseler hakkında bu kanun, bütün şiddetiyle uygulanacaktır.”
***
Piyasaya egemen olan yabancılar Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olabilir mi? TC kimliğine sahip vatandaşlar “yabancı” olabilir mi? 2000’lerin ölçüleriyle 1940’lar değerlendirilebilir mi?
6 Ocak 2014’ten itibaren bunların cevabını arayıp bulacağız.
ÖZDEMİR İNCE/ Şükrü Saraçoğlu, Fenerbahçe, ırkçılık ve Varlık Vergisi (1)
06.01.2014
Bu dizi yazı, bir fanatik Galatasaraylının, birtakım ırkçı, önyargılı, karşı devrimci ve cumhuriyet düşmanı “tayfa” ile hesaplaşmayı amaçlamaktadır.
Şükrü Saraçoğlu “24 Ayar” bir Fenerbahçelidir ama ve asla bir ırkçı ve Varlık Vergisi Azraili değildir.
Durup dururken bu yazı neden çıktı? Fenerbahçe kulübü bazı mali güçlükleri aşmak için Kadıköy’deki stadyumun adını değiştirmek ve (ya da) adı kiraya vermek istiyormuş. Benim gönlüm, bir cumhuriyetçi olarak, böyle bir işe razı değil, ama Galatasaray’ın yöntemini Fenerbahçe de kullanıp Şükrü Saraçoğlu’nun adını tabelada koruyabilir.
Buraya kadar iyi ama sonrası kötü: Fenerbahçe Stadyumu’nun adının değiştirilmesi söz konusu olunca, ardından hemen eski karalamalar başladı. Cumhuriyet döneminin en eğitimli, en donanımı, en namuslu, en fedakar kadrosu olan Saracoğlu-Mahmut Esat Bozkurt-Reşit Galip kuşağına karşı, laik ve demokratik bir devlet kurdular diye, karşı devrimcilerin ve cumhuriyet düşmanlarının amansız bir kini vardır.
Bu kinin kaynağı, bu kahramanların kişilik ve temsil ettikleri kimliktedir.
***
“Mehmet Şükrü Saraçoğlu (d. 1887, Ödemiş – ö. 27 Aralık 1953, İstanbul), Türk siyaset ve devlet adamı. 1942-46 arasında Türkiye Başbakanı, 1948 ile 1950 arasında Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı olan Saraçoğlu, 1924 ile 1942 arasında da değişik hükümetlerde Milli Eğitim, Maliye, Adalet ve Dışişleri bakanlıkları yapmıştır. İsmet İnönü ile beraber II. Dünya Savaşı sırasında Türkiye’yi savaşın dışında tutan politikalara yön vermiştir. Ayrıca 1934 ile 1950 arasında Fenerbahçe Spor Kulübü başkanlığını yürütmüştür.
Ailesinin ilk çocuğudur. İlk ve orta okulu Ödemiş’te okuduktan sonra İzmir İdadisi’ne girdi. İzmir İdadisi’ni birincilikle bitirerek, İstanbul’da Mekteb-i Mülkiye’de eğitimini sürdürdü. 1909 yılında burayı bitirerek İzmir Valiliği Maiyet Memurluğu’na atandı. İzmir Sultanisinde matematik öğretmenliği yapan Saraçoğlu, 1911 yılında İttihat ve Terakki Ticaret Mektebi Müdürlüğü görevine getirildi. 1914 yılının Ocak ayında bir devlet bursu kazanan Saraçoğlu, Belçika’ya öğrenime gitti. Kısa bir süre sonra I. Dünya Savaşı patlayınca hemen İzmir’e döndü. 1915 Mayısında Cenevre Siyasi İlimler Akademisi’nde okumak için İsviçre’ye giderek burada dört yıl kaldı ve bu fakülteyi çok iyi bir dereceyle bitirdi (1918).
Mondros Mütarekesi’nden sonra Cenevre’de yakın arkadaşı Mahmut Esat ile birlikte Cenevre Türk Yurdu Demeği’ne üye oldular. Saraçoğlu bu dernek adına Fransızca bir derginin yayınlanmasını üstlendi, Avrupa kamuoyunda Mondros şartlarının olumsuzluğuna tepki yaratmak için uğraşlar vererek Osmanlı Devletinin haklarını savundu.
O günlerde İzmir işgal edilince (15 Mayıs 1919) Mahmut Esat’la birlikte Türkiye’ye gideceğini öğrendiği bir İtalyan gemisine kaçak binip yurda döndü. Kuşadası, Nazilli ve Aydın yörelerinde kurulan Kuva-yi Milliye hareketlerinin örgütlenmesinde çalıştı. Ocak 1920’de toplanan son Osmanlı Meclisi Mebusan’ına İzmir milletvekili olarak seçildiyse de, İstanbul’un İtilaf Devletlerince işgal edilmesi nedeniyle meclise katılamadan Kuşadası’na geri döndü.
Siyasal yaşam
Saraçoğlu, üç ay kadar bir süre yaptığı Ödemiş belediye başkanlığından sonra, 1923’te İkinci Dönem İzmir mebusu olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne (TBMM) katıldı. Fethi Okyar hükümetinde Maarif Vekilliği yapan Saraçoğlu, 1926’da Türk-Yunan Mübadele Komisyonu’nda Türk delegasyonuna başkanlık etti. 1927 ile 1930 arasındaki İsmet İnönü hükümetlerinde maliye vekilliğini üstlendi. Vekilliği sırasında Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası kuruldu. Lozan Antlaşması’nın getirdiği sınırlamaların bitmesinden sonra yeni gümrük tarifelerini uygulamaya koydu. Dış ticarette “kota sistemini” getirdi. Dünyadaki Büyük Bunalım’ın etkilerim azaltmak ve ulusal ekonominin altyapısını oluşturmak amacıyla yürütülen bir dizi millileştirmede önemli rol oynadı. Vekillikten ayrıldıktan sonra Türk hükümeti adına ekonomik konularda temaslarda bulunmak üzere ABD’ye gönderildi. Dönüşünden sonra hazırladığı bir rapor, Türk pamuk sanayisinin yeniden düzenlenmesine temel oluşturdu. Saraçoğlu, 1932 yılında Paris’te Osmanlı borçlarının ödeme koşullarının saptanması görüşmelerini Türkiye adına yürüttü. 1933’te bir antlaşma imzaladı. Saraçoğlu’nun imzaladığı bu anlaşma ile genç Türkiye Cumhuriyeti’nin maliyesi soluk aldı.
1933-1938 arasında İsmet İnönü ve Celal Bayar hükümetlerinde de Adliye Vekili olarak görev aldı. Adliye vekilliği döneminde genç cumhuriyetin devlet organlarının kurumlaşmasında da emeği geçen Saraçoğlu,
bakanlıkları sırasında Avukatlık, Hakimlik,
İcra-İflas kanunlarını hazırlamış ve çıkartmış, iş esasına dayalı cezaevlerinin oluşmasını ve ilk örnek olarak İmralı’nın kuruluşunu sağlamıştır. Barem ve Emeklilik kanunları da Saraçoğlu’nun zamanında çıkartılmıştır.” (Kaynak: Vikipedi)
***
Şimdiye kadar yapmadıysanız, Şükrü Saracoğlu tipini, başta R.T.Erdoğan ve Abdullah Gül olmak üzere, AKP kadrosunun yetenek ve donanımıyla karşılaştırın. (Devam edecek)
ÖZDEMİR İNCE/ Şükrü Saracoğlu, Fenerbahçe, ırkçılık ve Varlık Vergisi (2)
07.01.2014
27 yıl aralıksız milletvekilliği, Bakanlık, Başbakanlık, TBMM Başkanlığı yapmış; bu arada Fenerbahçe kulübüne bir stadyum kazandırırken 16 yıl başkanlığını yapan bu yüce insan, öldüğü zaman Nişantaşı’nda kirada oturuyordu. Ödemiş’teki yayla evinden başka bir mülkü yoktu.
AKP & Fethullah & tarikatlarla uğraşmak yerine bir anıt insanı hakkıyla tanıtmayı tercih ediyorum.
Dışişleri Bakanlığı
“İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanlığı döneminde siyasal yaşamının en önemli görevlerine atandı. Bu görevlerden ilki 1938 ile 1942 arasında. Celal Bayar ve Refik Saydam hükümetlerinde dışişleri bakanlığı. Bu görevi ve daha sonra geldiği başbakanlık görevinde Türkiye’nin II. Dünya Savaşı’nın (1939-1945) dışında tutulması politikasında önemli rol oynadı.
Türkiye, II. Dünya Savaşı öncesi Britanya ve Fransa ile işbirliği görüşmeleri yaparken, Kurtuluş Savaşı’ndan beri yakın ilişkiler içinde olduğu Sovyetler Birliği’nin de Batılı devletlerin yanında yer alacağını umuyordu. Ancak Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı imzalanınca, Türkiye, Britanya-Fransız tarafında kalmakla Sovyetler Birliği ile ilişkilere devam etmek arasında bir seçim yapmaya zorlandı. Türkiye imzaya hazır hale gelen Üçlü İttifak’a (Britanya-Fransa-Türkiye) ters düşmeyen bir Sovyet ittifakı kurmak istiyordu. Sovyetler Birliği de, tamamen değişen uluslararası ortamda ilişkileri yeniden değerlendirme taraftarıydı. Bu doğrultuda Dışişleri Bakanı Saracoğlu 15 Eylül 1939’da resmen Sovyetler Birliği’ne davet edildi.
Sovyet tarafının istekleri nedeniyle başarısızlıkla sonuçlanacak görüşmeler üç gün olarak planlanmasına rağmen 25 Eylül ve 1, 13, 15 Ekim tarihlerinde dört oturum halinde yapıldı ve 23 güne yayıldı. Josef Stalin ve Vyaçeslav Molotov’un da yer aldığı 25 Eylül’de yapılan ilk görüşmeden sonra Ankara’ya çektiği telgrafta görüşmeyi “boğuşma” olarak nitelendirdi. Sovyet tarafının başlıca dört maddede özetlenen talepleri (Türk Boğazlarının Türkiye ve Sovyetler Birliği tarafından ortak olarak savunulması; Montreux Boğazlar Rejimi’ne Karadeniz’de sahili olmayan devletlerin Boğazlar’dan geçemeyeceği garantisinin eklenmesi; Türkiye’nin Britanya ve Fransa ile giriştiği ittifak müzakerelerinin istişareye çevrilmesi ve Britanya ile Fransa’nın Sovyetler Birliği ile savaşa girmesi durumunda Üçlü İttifak’ın geçersiz sayılması) Türk tarafınca reddedildi. Görüşmelerden bir sonuç alınamayacağını gören Saracoğlu, 17 Ekim’de Moskova’dan ayrıldı ve 20 Ekim 1939’da Türkiye’ye döndü.
***
Saracoğlu bu gezi sırasında yediği bir yemekte kaptığı virüs nedeniyle beyin iltihabına yakalandı. Tedavi edildiği zannedilen hastalık yıllar sonra Saracoğlu’nun ölümüne neden oldu. 1 Eylül 1939’da Polonya’ya giren Almanya, Britanya ve Fransa’nın savaş ilanına da aldırış etmeyerek Belçika, Hollanda, ardından da Fransa’ya saldırdı (Haziran 1940). Alman güçlerinin Balkan ülkelerini de işgal etmesiyle Türkiye savaşın eşiğine geldi. Hitler’in asıl hedefi, Sovyetler Birliği topraklarıydı. Bu nedenle Türkiye’ye saldırmayacağını açıklayarak Ankara’ya bir saldırmazlık paktı önerdi. Türkiye’nin de Alman tehdidini savuşturmak amacıyla bu öneriyi kabul etmesi üzerine iki ülke arasında Türk-Alman Dostluk Paktı imzalandı (18 Haziran 1941).
Başbakanlığı
1942 yılında Refik Saydam’ın ani ölümü üzerine Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından 9 Temmuz 1942 günü başbakanlığa atanarak hükümeti kurmakla görevlendirildi. 5 Ağustos 1942’de hükümet programım okurken “Biz Türk’üz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar bir vicdan ve kültür meselesidir. Biz azalan veya azaltan Türkçü değil, çoğalan ve çoğaltan Türkçüyüz. Ve her vakit bu istikamette çalısacağız.” demişti.
(O yıllarda “kan” sözcüğü “biyolojik soy” anlamında kullanılıyordu. Biyolojik soy da ırk anlamına gelmez. Ö.İ) Saracoğlu, başbakanlığı sırasında izlediği dış politikada bazı çevrelerce Alman yanlısı olarak nitelendirildi. Savaş yıllarında, Türk hükümetinde aralarında Refik Saydam, Şükrü Saracoğlu ve Numan Menemencioğlu’nun da bulunduğu bir grup Almanya’yla ilişkinin sürdürülmesini destekledi. Almanya ile dış ticareti Alman para birimi “Reichsmark” ile yaptı. Türk banknotlarını Almanya’da bastırdı. Almanya’ya, paslanmaz çeliğin hammaddesi olan krom madeni sattı ve Sovyetler Birliği’nin işgal ettiği Kırım ve Kafkasya’daki eski Türk topraklarında askeri harekât yapmakta olan Alman ordusunu cephede takip etmek için komutanlar yolladı. 1942-1943’te Müttefik ordularının Kuzey Afrika’ya çıkması, ardından da Almanların Stalingrad’da aldığı yenilgiyle savaşın ibresi Müttefik Devletlerin lehine döndü. Türkiye de Müttefikler’e yakınlaşmaya başladı. Şükrü Saracoğlu da 12 Haziran 1943 tarihinde Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’nda ABD’nin yanında olacağına karar verdiği gerekçesiyle ünlü Time dergisine kapak oldu. Saracoğlu, Mustafa Kemal Atatürk (1923, 1927) ve İsmet İnönü’den (1941) sonra Time kapağında yer alan üçüncü Türktür. (Kaynak: Vikipedi) (Devam edecek)
ÖZDEMİR İNCE/ Şükrü Saracoğlu, Fenerbahçe, ırkçılık ve Varlık Vergisi (3)
08.01.2014
Saracoğlu’nun başbakanlığı döneminin ekonomik alanda belki de en fazla akılda kalan ve bugün bile tartışılan girişimi, Kasım 1942’de çıkarılan Varlık Vergisi Kanunu oldu. Servetlerin bir defaya mahsus vergilendirildiği ve vergisini ödemeyenlerin bedensel çalışmaya tabi tutulduğu bu uygulamanın özellikle azınlıklara yönelik bir baskı aracı gibi uygulandığı ileri sürüldü. Topraksız köylülere toprak dağıtmaya yönelik Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu da onun başbakanlığında yürürlüğe kondu. Saracoğlu’nun ısrarla takipçisi olduğu bu kanun büyük toprak sahiplerinin itirazlarıyla karşılaştı. Milletvekilleri Cavit Oral, Emin Sazak ve Adnan Menderes köylüyü toprak sahibi yapacak bu reformlara tümden karşı çıktılar. Celâl Bayar, Refik Koraltan, Adnan Menderes ve Fuad Köprülü’nün, 12 Haziran 1945’te verdikleri Dörtlü Takrir, CHP içinden çıkacak yeni bir siyasi partinin ilk işaret fişeği oldu. Oysa, toprak reformu Atatürk’ün en büyük hayali ve vasiyetiydi.
***
Saracoğlu, 15 Mart 1943’te kurduğu ikinci hükümet döneminde ekonomide liberalleşmeye yöneldi. Cumhuriyet döneminin bütünsellik taşıyan seçim yasasını iki dereceli olarak hazırladı ve çıkarttı. “Açık oy-gizli sayım” esaslarına göre hazırlanan bu kanuna göre her seçmenin hangi partiye oy verdiği herkes tarafından görülebilecek, fakat oy sayımı gizli yapılacaktı.
Bu usule göre yapılan 1946 seçimlerini Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) kazandı. Demokrat Parti (DP) kurulduktan hemen sonra yapılan bu “erken seçim”de DP sadece 16 ilde seçime girebilmişti. 1946 seçimlerinden sonra hem yaşadığı sağlık sorunları hem de CHP içinde kan değişikliğine gitmek isteyen İsmet İnönü’nün kararıyla başbakanlığı Recep Peker’e bıraktı (7 Ağustos 1946). 1 Kasım 1948 ve 22 Mayıs 1950 yılları arasında Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı yaptı. 1950 genel seçimleriyle milletvekilliği sona erdi ve siyaseti bıraktı.
Son yılları
Son yıllarında parkinson hastalığı ile mücadele etti. Fransa’da yapılacak tedavisi için verilecek ödenek konusunda Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın isteksiz kalması üzerine, İzmir İttihat ve Terakki Ticaret Mektebi’nden öğrencisi olan Başbakan Adnan Menderes’in araya girmesiyle ödenek çıkarıldı. Fransa’daki tedavisinin de bir sonuç vermemesi üzerine Türkiye’ye döndü. Eşi Saadet Hanım’la birlikte İstanbul’a yerleşti. Teşvikiye’deki kira evinde 27 Aralık 1953’te, 66 yaşında öldü. Mezarı Zincirlikuyu Mezarlığı’ndadır.
Eski Maliye Nazırlarından Ahmed Zühdü Paşa’nın torunu olan Saadet (Oraloğlu) Saracoğlu (ö. 1980) ile evliliğinden üç çocuk babası olmuştur. 1987 ile 1993 arasında Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası başkanlığında bulunmuş olan Rüşdü Saracoğlu’nun dedesidir.
Fenerbahçe
Şükrü Saracoğlu 1934 ile 1950 arasında 17 yıl boyunca Fenerbahçe Spor Kulübü’nün başkanlığını yapmıştır. Alev Coşkun, Abdülkadir Yücelman’dan aktararak Ödemişten Zirveye Tırmananlar adlı kitabında olayı şöyle anlatıyor: “Saracoğlu’nun Fenerbahçe sevgisinden ve Maliye Bakanı olarak Fenerbahçe Kulübü’ne yaptığı katkılardan kısaca söz etmeliyiz.
Saracoğlu Şükrü, sevdalı bir Fenerbahçeliydi, takımının maçlarını hiç kaçırmazdı. O tarihlerde Fenerbahçe Kulübü’nün kendisine ait bir stadı yoktu.
Bir zamanlar ünlü olan ancak eski gücünü yitirmiş bulunan İttihad Spor’un Kadıköy’de kendisine ait bir sahası vardı. Fenerbahçe Kulübü giderek büyürken, Ittihad Spor giderek zayıflamıştı, taraftarı da kalmamıştı. Ne yapıp etmeli, bu stad Fenerbahçe’ye devredilmeliydi… Konu tartışılıyor ancak çıkış yolu bulunamıyordu. Sonunda Maliye Bakanı Saracoğlu, bir maddelik bir yasa teklifi ile bu konuyu çözmeyi ve Fenerbahçe’yi öne çıkartmayı başardı. Yasa teklifi şöyleydi: ‘Aynı semtte bulunan iki spor kulübünden üye sayısı çok olan devam eder, diğeri kapatılır.’ Şükrü Bey bu konuyu hükümetten ve meclisten sızıntıya yer vermeden geçirdi. Kapanan İttihad Spor’un adına kayıtlı bulunan futbol sahası, 1 Tl gibi sembolik bir rakamla Maliye Bakanlığı Milli Emlak Genel Müdürlüğü’ne devredildi. Hemen ardından Milli Emlak tarafından Fenerbahçe’ye kiralanan stad 25 Ekim 1929 günü düzenlenen spor bayramıyla, Fenerbahçe Stadı adını aldı.” (S.195-196)
22 Temmuz 1998 yılında alınan kararla stadyumun adı Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadyumu olarak değiştirilmiştir.
(Devam edecek)
ÖZDEMİR İNCE/ Şükrü Saracoğlu, Fenerbahçe, ırkçılık ve Varlık Vergisi (4)
09.01.2014
Saracoğlu’nun son günleriyle ilgili bir Fenerbahçe anısı var. Alev ve Yasemin Çoşkun’un ortak kitabı olan Ödemiş’ten Zirveye Tırmananlar (Ödemiş Belediyesi) adlı kitabından aktaralım:
***
“O gün Fenerbahçe’nin, Kadıköy’de maçı vardı. Sıkı giyindi, Nişantaşı’ndaki evden çıkıp dolmuşa bindi, Kadıköy’e stadyuma doğru yola çıktı.
Dolmuşta sıkışarak oturan bu yolcu insan daha 5-6 yıl önce bu ülkenin başbakanıydı. Stad çevresi hıncahınç doluydu. Caddeye taşan bilet kuyruğuna doğru yaklaştı. Soğuk vücuduna işlemiş, ara sıra da titriyordu. Parkinson hastalığı nedeniyle elindeki bastonu da titriyordu…
Fenerbahçe’ye verdiği ve 1948’de yeniden düzenlenen bu stad aslında onun eseriydi. İsterse, eski kulüp başkanı ya da eski başbakan kimliğiyle Şeref Tribünü’ne gider, maçı rahatça izleyebilirdi.
Ben eski başbakanım, Fenerbahçe’nin onursal başkanıyım demiyor, sıraya girip biletini almak istiyordu…
İşte bu sırada, yanına yaklaşan kişi Saracoğlu’nu tanıdı, efendim diyerek saygıyla elini uzattı.
-Sayın Başkanım, buyurun, buyurun ben size refakat edeyim. Saracoğlu, titreyen sesiyle,
-Kimsiniz? diyebildi.
-Efendim ben kulüpten Faruk Ilgaz (1974-1976 döneminde başkan oldu), Fenerbahçe Kongre üyesiyim, sizi tanıyoruz.
Genç adam koluna girdi, Şeref Tribünü’ne doğru yürüdüler. Saracoğlu alçakgönüllülükle Şeref Tribünü’nde kenarda bir yere oturdu.
Takım sahaya çıkarken Faruk Ilgaz, Saracoğlu’na eğilerek “Efendim, bugün takım çok kuvvetli iki Fikret de sahada” diyecek oldu. Ama sözü ağzında kaldı.
Saracoğlu’nun yanaklarından iki damla yaş süzülüyordu.
Daha sonra 1998 yılında, Aziz Yıldırım Başkanlığındaki Fenerbahçe Kulübü Yönetim Kurulu, 27 Temmuz 1998 tarihli kararıyla Fenerbahçe Stadı’na “Şükrü Saracoğlu Stadı” adını verdiler.
Ödemiş’teki stada ve bir caddeye Saracoğlu adı verildi.
2010 yılında da Ödemiş Ulus Meydanı’na bir heykeli değil alçakgönüllü bir büstü dikildi.” (s.300-301)
***
Bu bölümü Ülker’e sesim titreyerek okudum. Hatun’un gözlerinden yaş akmaya başladı. Yazı bittiği zaman ikimiz de hıçkırarak ağlıyorduk.
Çocuğuna bilet alan başbakan
“Saracoğlu Şükrü, dürüst, yalın, düzgün ve alçakgönüllü bir kişiliğe sahipti. Onun futbol maçlarına olan düşkünlüğünü belirtmiştik. Kayınbiraderi Ali Oraloğlu ve çocukları Aydın ve Yılmaz’ın Ankara’da maça gitmelerinin öyküsü, onun dürüst karakterini ortaya koymak için anımsanır.
İşte Ali Oraloğlu’nun kendi anlatımıyla olay şöyledir: “Yıl 1942… O zamanki adı ile ‘Hariciye Köşkü’ olan şimdiki “Başbakanlık Konutu”ndayız. Burada Başbakan Şükrü Saracoğlu oturuyor. Ben, yani kayınbiraderi, bir haftalığına, tatilden yararlanarak, Ankara’dayım.
O pazar önemli bir maç var. Hoş, o yaşta bizler için her maçın ayrı bir heyecanı ve önemi var. Gitmek için çırpınan iki yeğenimle bir olup ablam Saadet Saracoğlu’na (Şükrü Bey’in eşi), yalvarıyoruz. O da bu isteğimizi kocasına iletiyor. Aldığı cevap yeğenlerim Aydın ve Yılmaz Saracoğlu ile beni çok şaşırtıyor. ‘Tabii götürürüm. Yalnız stada girmeden bilet alacaklar, haberleri olsun.’
002 plakalı Packard marka büyük arabaya hep beraber kurulup Çankaya’dan aşağıya süzülüyoruz. Üçümüz de çok keyifliyiz. Karakterini, davranışlarını çok iyi bilmeme rağmen, bilet almamızı söylemese, tek parti devrinin kudretli Başbakanının yanındaki çocuklarına “biletiniz nerede” diye kim soracaktı? Hele o devirde.
Stadın dış kapısı önüne gelince, eniştem Saracoğlu, şoföre otomobili durdurmasını söylüyor ve bize bakıp “Hadi çocuklar inin bakalım. Gişelerin önüne geldik” deyip portföyünden çıkardığı parayı uzatıyor ve ekliyor: “Bununla bilet alırsınız.” (s.288-289)
***
Biraz sonra yazıyı gazeteye göndereceğim. Ama gönderemiyorum. Bir eksik var gibi. Eksik varsa yarın tamamlayabilirim. Ama olmuyor. Sahneyi gözümün önüne getiriyorum. Demek ki koruma polisi ordusuyla gezmiyormuş. Bu ne biçim başbakan?
17 Ocak skandalı 1943 yılında yaşansaydı, Saracoğlu ne yapardı?
Böyle bir soygunculuk 1943 yılında olmazdı. Oldu diyelim. Saracoğlu oğlunu polise teslim edip ardından istifayı basardı. Devlet adamı onuru diye bir şey var! (Devam edecek)
ÖZDEMİR İNCE/ Şükrü Saracoğlu, Fenerbahçe, ırkçılık ve Varlık Vergisi (5)
10.01.2014
Kadim ve değerli dostum Alev Coşkun ile kerimeleri Yasemin Coşkun hanım kızımızın birlikte kaleme aldıkları ve Ödemiş Belediyesi tarafından yayınlanan Ödemiş’ten Zirveye Tırmananlar adlı ilginç kitabı yağmalamayı sürdürelim:
Savaşın Türkiye içindeki düşünsel ve eylemsel etkileri
“İkinci Dünya Savaşı sürerken, ülke içinde, kökleri Osmanlı’dan itibaren bulunan akımlar da hareket içindeydiler. Bu akımlardan en önemlisi ‘Turancılık’ akımıdır.
Haziran 1941’de imzalanan Türk-Alman Saldırmazlık Antlaşmasından sonra, Turancı akımlar yalnız kamuoyunda değil, yönetimde de etkili olmaya başladı.
Savaşta üstünlüğünü koruduğu süre içinde, Almanya’nın resmi desteğinden de yararlanan Turancı akım güçlendi.
Almanya’nın Sovyet Rusya’ya saldırması karşısında, Türkiye’deki Turancı akım da harekete geçti. Kafkaslar ve Orta Asya Türkçülüğünü birleştirme hareketi bir anda ateşlendi.
Turancı Bozkurt dergisinin başyazarı Remzi Oğuz Türkkan, Hitlerin Rusya’ya saldırmasından hemen üç gün sonra (25 Haziran 1941) yazdığı yazıda Cumhurbaşkanı İnönü’ye çağrı yaparak ‘Almanya’nın Rusya’ya saldırmasının, Orta Asya’daki esir Türklerin kurtuluşu için bir fırsat yarattığını’ belirtti.
Orkun adlı dergide Turancı yazar Nihal Atsız, 1 Mart 1944’te ‘Başvekil Saracoğlu’na Açık Mektup’ adlı bir makale yayınladı.
Yazıda, Milli Eğitim Bakanlığı’nda solculara yer verildiği, Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’in Sabahattin Ali gibi komünist düşünceler taşıyan kişilere bakanlık kadrolarında yer verdiği belirtiliyor, Köy Enstitüleri sürekli eleştiriliyordu.
Atsız, Orkun dergisinde 1 Nisan 1944’te ikinci mektubunu yayınladı. Yine Saracoğlu hedef alınmıştı.” (s.266-267)
***
Burada duralım ve bir durum muhasebesi yapalım:
Bir tarafta Ödemişli bir binek hayvanlarına semer, palan gibi gereçler üreten emekçi bir sarac oğlu. Daha ilkokuldan itibaren okul birincisi. Liseyi birincilikte bitirdikten sonra İstanbul’da Mülkiye Mektebi’ni tamamlıyor ve 1909 yılında İzmir Valiliği’ni Maiyet Memuru olarak atanıyor. 1911 yılında İttihat ve Terakki Ticaret Mektebi Müdürlüğü’ne getiriliyor.
1914 yılında devlet bursu kazanarak Belçika’ya gidiyor. Birinci Dünya Savaşı çıkınca yurda dönüyor.
1915 yılında Siyasal Bilgiler okumak için Cenevre’ye gidiyor. 1918’de okulu pekiyi derece ile bitiriyor. 1919 yılında arkadaşı Mahmut Esat Bozkurt’la Kurtuluş Savaşı’na katılmak üzere yurda dönüyor. Ege bölgesinin kurtuluşunda destanlar yazıyor.
Kurtuluştan sonra bir süre Ödemiş Belediye başkanlığı yaptıktan sonra 1923’te, ikinci dönem TBMM’ne milletvekili olarak giriyor ve 1950’ye kadar tamı tamına 27 yıl milletvekilliği yapıyor. Bu süre içinde Maliye, Milli Eğitim, Adalet, Dışişleri bakanlıklarında bulunup Başbakan oluyor. Daha sonra iki yıl TBMM Başkanlığı yaptıktan sonra siyasetten ayrılıyor.
Bu 27 yıl içinde, Ödemiş’te sadece bir yayla evi yaptırabiliyor. Siyasetten emekli olduktan sonra Ankara’dan ayrılıp İstanbul Nişantaşı’nda bir kira evine taşınıyor.
Bankada birikmiş parası var mıydı? Bilmiyorum. Mahmut Esat Bozkurt adlı arkadaşının öldüğü zaman cebinde 5 lirası olduğunu da hatırlayalım.
Başbakanlığı döneminde iki oğlunu ve kayınını Ankara’da bilet aldırarak maça götürüyor.
İstanbul’da emekli bir yaşlı ve hasta olarak, dolmuşa binip Nişantaşı’ndan Fenerbahçe Stadyumu’na gidiyor. 17 yıl başkanlığını yaptığı ve stadyumunu armağan ettiği takımın maçını seyretmek için bilet almak üzere kuyruğa giriyor.
Adı, Fenerbahçe Stadyumu’na ölümünden 45 yıl sonra, 22 Temmuz 1998 tarihinde bir vefa borcu olarak verilmiş.
Günümüzde sadece torunu Şükrü Saracoğlu’nu biliyoruz.
Hakkında yolsuzluk yaptığına, rüşvet yediğine dair en küçük bir kanıt ve söylenti bile yok. Sadece ırkçı olduğu ve Varlık Vergisi yasasını çıkartarak bir “facia”ya yol açtığı söyleniyor.
Önümüzdeki birkaç yazıda bu iki iğrenç balonu da patlatmayı görev sayıyoruz.
***
Karşı tarafta, İmam-Hatip okulundan sonra liseyi dışardan bitiren ve dönemin özel bir Yüksek Ticaret Okullarından biri olan Aksaray Yüksek Ticaret Okulu’nu bitiren, 1969-1982 yılları arasında amatör futbol oynayan ve ciddi bir mesleği olmayan R.T. Erdoğan.
18 yaşında siyasete atılmış, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı (1994-1998) olmuş. Okuduğu bir şiir yüzünden birkaç ay hapis yatmış. Daha sonra, CHP’nin yardımıyla yasaklılığı kaldırılmış ve önce milletvekili, ardından Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanı (2002) olmuş.
Rize’de bir üniversite (2012), İstanbul’da bir stadyum (2010), Türkiye’nin değişik yerlerinde birçok bulvar ve cadde Recep Tayyip Erdoğan adını taşıyor. Annesinin adına da bir okul var.
Belediye Başkanı iken ruhsatsız bir kira evinde oturuyordu. Şimdi, 12 yıl sonra, kendisinin, eşinin, kızlarının, oğullarının, damadının, eniştesinin ve yakınlarının, şaibeli olduğu iddia edilen milyarlık servetleri var.
***
Bitirmeden, bir küçük ama çok önemli ayrıntıyı sizlerle paylaşmak istiyorum:
Biliyorsunuz, 1918 yılında, Cenevre’de Türk öğrencilerin kurduğu Türk Talebe Cemiyeti’nin başkanlığına Şükrü Saracoğlu seçilmişti. Derneğin önde gelen üyeleri şunlardı:
Bilal Aziz, Nurullah Ataç (Edebiyat adamı, eleştirmen), Sedat (Cemiyet İkinci Başkanı), Ahmet Dino (Kuvvayi Milliyeci), Şekip (Prof. Dr. Mustafa Şekip Tunç), Numan Menemencioğlu (Büyükelçi, Dışişleri Bakanı), Cevat Açıkalın (Büyükelçi), Rahmi Balaban, Selim Nüzhet, Mahmut Esat Bozkurt (Adalet Bakanı), Cemal Hüsnü (Milli Eğitim Bakanı), Ahmet Bedevi Kuran (Yazar), Fahri Tandoğan, İbrahim Alaettin Göksava, Sadrettin Celal (Yazar, bilim adamı), Heykeltıraş Nejat, Cevdet Nasıhio.
R.T. Erdoğan ile imam arkadaşlarının yıkmaya çalıştığı cumhuriyeti bu insanlar kurmuştu!
(Devam edecek)



Yorum bırakın