Resim

BERGAMA’DA, PERGAMON’DA…

Pergamon, eskil yerleşimler cenneti Anadolu’daki önemli pek çok kentten birisi. Pergamon, tepe yerleşimi anlamına geliyor. Perg, ile batı dillerindeki berg ya da burg benzeşmesine dikkat! Dağdaki, tepedeki kent anlamı gerçekle de örtüşüyor. Bu benzersiz yamaç yerleşimi Yunan alışkanlığı olarak göstermiyor kendisini. Zorlu ve sorunlu bu yerleşim tipinin başarıyla yaşama geçtiği yapıların bugün de ayakta oluşundan belli oluyor. Bugün çevremizde gördüğümüz ve mükemmel olarak nitelediğimiz hangi yapı 2000 yıl sonrasını görebilir sorusunun yanıtı eskil Pergamon’daki yaratıların ölümsüzlüğünü anlatmaya yardımcı olabilir.

Bergama İzmir’in kuzey ilçesi. İzmir’e 103 kilometre uzaklıkta. Pamuk, zeytincilik ve üzüm yetiştiriciliği ilçenin önde gelen ekonomik getiri alanları. Kozak yaylasındaki çam fıstığı üretimini de unutmamak gerek. Getirisi giderek azalan tarımın sıra dışı bir öğesi sayılır fıstık çamcılığı. Arıcılık da gelişme göstermekte olan bir başka gelir kaynağı.

Pergamon Krallığı’nın kuruluşuna göz atmak için İÖ 4. Yüzyıla uzanmakta yarar var. Pers egemenliğindeki Anadolu’ya el atan Büyük İskender ele geçirdiği ganimetleri Pergamos hisarında  saklamış. Burada saklananların korumasını üstlenen Philetarios İskender’in ölümünden sonra Pergamon Krallığı’nı kurmayı düşünmüş müdür bilemiyoruz. Suriye kökenli Seleukoslar’ı Magnesia savaşıyla püskürterek güvenliğini sağlama alan İskender ardılı güçler Eumenos I’le başlayan hanedanı tarih sahnesine çıkartmışlar. Bu başarıda Roma ile yakınlaşma ve dayanışmanın payını da unutmayalım. Dönemin Anadolu coğrafyasında düşman tek değildir. Bu kez Marmara’dan sarkan Keltsoylu Galatlar epeyce uğraştırmış Pergamon Krallığı’nı. Attalos I döneminde Galat sorununu onları da Orta Anadolu’ya sürerek çözmüşler. Gözden kaçmayan fizyonomileri ile Galatlar varlıklarını bugüne de taşımışlar. Sırası gelmişken Galatlar’dan biraz daha söz etmekte yarar var. Savaşçılıklarıyla tanınmışlar. Ölümüne savaşmaktan geri durmayan bu topluluk savaşı yitirme durumunda çocuklarını ve eşlerini öldürdükten sonra kendi canlarına kıyarak ölmeyi ama teslim olmamayı göze alabilen bir topluluğun üyeleri olarak ünlenmişler.

İki Eumenos ve 3 Attalos yönetmiş krallığı. Krallığın adı Pergamon günümüzde küçük bir değişiklikle Bergama ilçemizde yaşamayı sürdürüyor. Kral Attalos’ların adı ise küçük bir değişiklikle Antalya’da ölümsüzleşmiş. II. Attalos döneminde kentin egemenlik alanı Antalya’ya dek genişleyince Attalos bu güzel kente adını vermiş. Söz yer adlarından açılmışken II. Attalos’un kurduğu Filadelfiya’dan söz etmeden geçmemek gerekir. Biz Alaşehir diyoruz. “Kardeşini seven” anlamına gelen bu kentin de adı günümüzde uzaklarda, Atlantik ötesinde yaşamayı sürdürüyor. ABD’nin Filadelfiya kentindeki insan çeşitliliğinin bir arada yaşamasını perçinlemek için eskil Filadelfiya’dan esinlenmişler. Anadolu’nun kültürel varsıllığı sınırları ve okyanusları aşmış demek abartı olmaz?

II Eumenes döneminde bugün görebilmek için Berlin’e gitmek zorunda olduğumuz Zeus Sunağı kazandırılmış kente. Yine bu dönemde kent kitaplığındaki yapıtların sayısının 200 bine ulaştığı bilinir. Bilginin kitap yoluyla ölümsüzleşmesi alanında Pergamon Mısır’la yarışmaktadır. Mısır papirüs buluşuyla bu yolda önemli ilerleme sağlarken Pergamon buna parşömenle karşılık vermiş. Hayvan derisi işlenerek yapılan bu buluş Pergamon’un kitap varsıllığının önemli kaynağı olmuştur. Çoğu zaman olduğu gibi buluşlar zorunlulukların dayattığı gereksinimlerden kaynaklanır. O dönemde Mısır’ın papirüsün sınır ötesine taşınmasını yasaklaması Pergamon’un parşömeni bulmasıyla sonuçlanmıştır demek yanlış olmayacaktır.

III. Attalos vasiyetiyle kenti kendisinden sonra Romalılara bırakmış. Deyim yerindeyse krallığı kapatmış. Her ne kadar bu vasiyete karşı çıkıp savaşanlar olmuşsa da Roma egemenliğinin önüne geçilememiş.

Roma döneminde kent aşağılara doğru yayılarak başta Hadrianus olmak üzere Roma imparatorlarını onurlandıran yapılarla donatılmış.

Bundan yaklaşık 40 yıl önce yapılan projedeki funikülerli akropol çıkışı günümüzde ancak teleferikle yaşama geçirilebilmiş. Yaklaşık 3 dakikalık yolculukla, 600 metrelik yol alarak 200 metre yükselti kazanmak mümkün hale gelmiş. Esintili havada biraz heyecan yaratsa da son derece güvenli bir taşıt aracı olduğuna vurgu yapmış olalım.

Ören yerine girmeden önce doğuya göz atınca Kestel Barajı çarpıyor gözümüze. Biraz ötedeki Yortanlı barajının suları altında kalan Allianoi’ye ağıt yakmak geçiyor içimizden.

Akropol’e girişte Büyük İskender döneminden başlayıp, Pergamon Krallığı’nı kapsayan sonrasındaki Roma dönemini yansıtan ve sonunda Osmanlı izleri taşıyan surlar bir bakıma kentin tarihini yansıtan bir zaman tüneli olarak da algılanabilir.

Surların yanı başındaki andezit taşından yapılma Heroon’u unutmamak gerek! Kral I. Attalos zamanından kalma Helenistik dönemde tanrılaştırılmış Bergama Krallarına adanmış bu yapı. Bu nedenle Heroon, Attaleion ya da Eumenion olarak da adlandırılmış.

Akropol’de görülecek ilk yapılar II. Eumenes ve I. Attalos saraylarıdır.  II. Eumenes Sarayı’nın zeminini süsleyen mozaikleri görmek için Berlin’deki Pergamon Müzesi’ni ziyaret etmek gerekiyor.

Saraylardan sonra kalıntıları izlenebilecek olan kışlalar, komuta kulesi ve cephaneliklerden sonra Akropol’deki başyapıtlardan birisi olan Traianus Tapınağı sıradadır. Traianus’a geçmeden önce cephanelikten en hafifleri 2.5 en ağırları 75 kg olan gülleler çıkmış olduğunu anımsatalım. Bunlar Palintonon denilen mancınıklarla aşağıdaki düşmana atılmak üzere kullanılmak üzere depolanmış. Yine burada görülebilecek su kemerleriyle 45 km uzaklıktaki Pindasos (Madra Dağı)’tan kente su taşınmış olduğunun altını çizelim.

Traianus Tapınağı Roma döneminin önemli imparatorlarından Traianus adına Helenistik yapıların üzerine inşa edilmiş. Helenistik dönem yapılarına eşlik eden tapınak Roma döneminin önemli kalıtı sayılmaktadır. Korint düzeninde yerleşim gösteren önde ve arkada 6’şar yanlarda ise 9’ar sütun tapınağı oluşturan yapılardır. Andezit taşından yapılma Helenistik yapıların tersine Traianus Tapınağı mermerden yapılmadır. Tapınaktan götürülen Traianus ve Hadrianus’a ait iki heykel Berlin’dedir. Tapınakta her iki imparatora tapınıldığı sanılmaktadır. Yukarı Akropol’ün en üst terasında yer alan bu yapı uzaklardan da kolaylıkla seçilebilmektedir. Tapınak alınlığındaki medusa ve zafer tanrıçası Nike kalıntıları gün ışığına çıkartılmış önemli yapıtlardandır.

Traianus Tapınağı’nın komşuluğunda Helenistik dönemin günümüze ulaşmış tek kütüphane örneğinin kalıntıları yer alır. Bir zamanlar 200 bin kitabın yer aldığı bu kütüphanede kitapların nemden korunması amacıyla özel bir mimari uygulanmış. Eskil çağın bir başka önemli kütüphanesi de bilindiği gibi İskenderiye’dedir. Sezar’ın İskenderiye’de yaptığı savaş bu önemli kütüphanenin yanmasına neden olmuştur. Diğer yandan, Kleopatra ile gönül ilişkisine girdiği savlanan Roma İmparatoru Markus Antonius’un Pergamon kütüphanesindeki 200 bin kitabı Kleopatra’ya armağan ettiği söylenir. Bu kitapların da yazgısı yanmak olmuş ne yazık ki! Bu kez, Kur’an’dan başka kitap gerekmez diyen Arap orduları komutanı Ambr İbn Asr İS 647’de ateşe vermiş İskenderiye kütüphanesini.

Pergamon’un benzersiz yapılarından biri olan tiyatroya varmadan önce Athena Tapınağı bir başka önemli yapıt olarak boy gösterir! Kentin koruyucu tanrıçası Athena adına inşa edilmiş bu yapının taşları başka yerlerde kullanıldığı için geriye çok fazla şey kalmamıştır. Pergamon’un en eski tapınağıdır. Andezit taşından iki basamaklı merdivenlerle çevrelenmiştir. II. Eumenes Galatlara, Suriyelilere ve Makedonyalılara karşı elde ettiği zaferlerden sonra tapınağa eklemelerde bulunmuştur. Bu eklemelerden birisi olan anıtsal kapıya Yunanca “Kral Eumenes’ten zafer bağışlayan Athena’ya” yazısı dikkat çeker.

Yirmi dokuz basamaklı tünel tapınağı tiyatroya bağlayan yollardan birisidir. Özenle inilmelidir. İnişlerin çıkışlardan çok daha tehlikeli olduğu akıldan bir an olsun çıkartılmamalıdır.

Tünelden sonra eskil çağın en sarp tiyatrosuna varılır. Bir yandan tiyatronun sarp oturma sıraları diğer yandan da Bergama’yı ayaklar altına alan görkemli manzara fazlasıyla büyüleyicidir. Tamamı andezit taşından yapılmış olan Asya’nın bu en görkemli tiyatrosunun II.Eumenes döneminde İÖ III. Yüzyılda yapılmış olduğu tahmin edilmektedir. On bin kişilik tiyatronun Helenistik dönemde yerinden sökülüp takılabilen ahşaptan bir sahnesi olmuştur. Bugün ise Roma döneminden kalma mermer sahne kalıntıları görülür.

Tiyatro sahnesinin batısında İÖ II. Yüzyıldan kalma Dionizos tapınağının kalıntıları görülebilir. İmparator Karakalla döneminde İon düzeninde yenilendiği için onun adıyla da anılır.

Aşağıda, batıda uzaktan da olsa Virankapı adıyla anılan Roma dönemi yerleşimi amfitiyatro girişi çarpıyor gözümüze. Görüntülemekle yetiniyoruz.

Dionizos tapınağını selamladıktan sonra doğuya, eskil çağın 7 harikasından birisi olarak kabul edilen Zeus Sunağı’na ilerliyoruz. 1871’de buradan geçirilmek istenen bir yolun yapımını üstlenen Alman mühendis Carl Humann tarafından rastlantı sonucu bulunmuş. 1878’de Osmanlı’dan alınan izinle gerçekleştirilen kazılarda ortaya çıkartılan Tanrılar ile Devler’in savaşını betimleyen 132 panel ve 2100 parça başka eserlerle birlikte Almanya’ya götürülmüş. Uzaklarda bir Pergamon Müzesi kurmaya yetecek kadar çok sayıda eser götürülünce doğal olarak özgün yerinde yeller esiyor. Bir de sunağın üzerine dikilen tüy gibi boy gösteren çam ağaçlarının uğultusu. Bugünün değer yargılarıyla irdelendiğinde Osmanlı’ya kızmak işin kolayı! Oysa, aydınlanma ve Rönesans trenini kaçırdığı düşünüldüğünde bunca eserin Almanya’ya altın tepsi içinde sunulmuş olmasına çok da şaşırmamak gerekiyor. Anadolu’nun üzerinde oturduğu tarihsel ve kültürel birikimin farkına Cumhuriyet’le birlikte varılabilmiş. Helenistik Çağ’da 69×77 metre boyutlarındaki alana yapılmış olan bu görkemli sunağı görebilmenin tek yolu yolunuzu Berlin’e düşürmekten geçiyor. Bergama Müzesi’nde ise köhnemiş bir maketinden başka bir şey görmeniz olanaksız. Bu görkemli yapıtı da Pergamon Krallığı’nın II. Eumenes döneminde Galatlar’a karşı kazandığı utkuya borçluyuz. Sunak çevresinde başka yapılar olmadığından tekil duruşuyla hemen her açıdan kolaylıkla fark edilebilmiştir. Sunaktaki kabartmalar aynı zamanda Bergama Krallığı tarihini de betimlemektedirler. Krallığın tarihsel geçidi de demek olasıdır bu kabartmalar topluluğuna.

Olduğu gibi Berlin’e taşınan Zeus Sunağı için iç geçirip Yukarı Agora yoluyla Akropol kapısına doğru yönelme zamanı geliyor. Kenan Erim nasıl Afrodisyas’ta uyuyorsa buranın ortaya çıkarılmasını sağlayan Alman mühendis Carl Humann da 1896’da buraya gömülmüş.

 

 

 

 

 

 

 

KIZIL AVLU

Zaman kısa, görülecek yer çok! Bazı yerleri bir başka ziyarete bırakıp Bergama’ya iniyoruz. İlçe girişinde Kızıl Avlu karşılıyor bizleri. İS 117-138 yılları arasında hüküm sürmüş Roma İmparatoru Hadrianus döneminde Mısır’da tapınılmış Zeus’a özdeş Serapis adına yapılmış bu görkemli yapı 260×100 metre boyutlu. Onarım çalışmaları nedeniyle ziyarete kapalı olduğu için uzaktan görüntülemekle yetiniyoruz. Yapının inşaatında Marmara adasından getirilen mermerlerin yanı sıra yoğun şekilde tuğla kullanılmıştır. Tapınağın doğusunda kiliseyi andıran ikiz yapılar yer alıyor. Avlu 196 metre uzunluğundaki iki tonozlu kanal aracılığıyla Selinus ırmağı üzerine oturtulmuştur. İlk yapılışıyla birlikte Mısırlı kökleriyle özdeşleşen tapınak Bizans dönemiyle birlikte Aziz İoannes’e yani Yahya’ya adanmıştır. Bergama’daki ilk kiliselerden birisi olarak Yedi Kiliseler grubunda yer almış ve dinsel açıdan önemli yapıtlar listesine girmiştir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

BERGAMA MÜZESİ

Günün ikinci yarısına Bergama Müzesi ile başlıyoruz. Akropol’ün en önemli yapıtı Zeus Sunağı ve onunla birlikte yüzlerce yapıt Berlin’deki Pergamon Müzesi’nde olduğu için Bergama Müzesi’nin boynu bükük. Buna karşın Bergama çok daha iyi ve kapsamlı bir müzeyi dolduracak sayıda esere sahip. 1936’da açılmış olan bu müzenin geliştirilme gereksinim duyduğu kesin.

ASKLEPİON

Bergama Asklepion’u olmazsa olmaz bir başka ören yeri. Akdeniz’in, İstanköy ve Mora’daki Epidauros’un yanı sıra en bilinen sağlık merkezlerinden birisidir. Helenistik çağda kurulmuş olan bu merkez ılıca suları ile de şifa dağıtan bir kurum olmuş. Bir kilometrelik Pazar Yolu ile Akropol’e bağlanır. Asklepion adını Apollon’un oğlu Asklepius’tan alıyor. Şair Homeros’un İlyada eserinde de adı geçen Asklepios ölümlü bir kişiliktir. Teselya Kralı olarak da bilinir. Elindeki asa uzun yaşamın, asaya sarılmış yılan ise şifanın simgesidir.

Asklepios’un İÖ 5. yüzyılda  Bergamalı Aristominos’un oğlu Arkias tarafından kente getirildiği yazılmıştır. Madra Dağı’nda avlanırken atından düşerek bacağını kıran Arkias tedavi olmak için Epidauros’a gitmiştir. Dönüşte beraberinde Bergama’ya şifacı rahip hekimler getirmiştir.

Hipokrat’tan sonra gelen en ünlü hekim olan Galenos da Bergamalı’dır ve Asklepion’da hizmet vermiştir. İzmir, Korint ve İskenderiye gibi önemli kentlere gitmiş olduğu bilinir. Hekimlik eğitimini tamamladıktan sonra Bergama’ya dönen Galenos İS 162’de Roma’ya götürülmüş ve imparatorların hekimliğini yapmıştır. Galenos’un bir başka önemli özelliği yaptığı tıp uygulamalarını belgeleştirmiş olmasıdır.

Buradaki uygulamaları yazan bir başkası da Hatip Aelius Aristeides’tir. İÖ 2. Yüzyılda yaşamış olan Aristeides otuzlu yaşlarda yakalandığı hastalığa şifa bulmak isçin Asklepion’a gelmiştir. Düşünde gördüğü Asklepios’un hastalığının tedavisini kendisine söylediğini ve Asklepion’a gitmesini istediğini yazmıştır. Aristeides’in amansız hastalığına karşın Asklepion’un şifa veren yöntemleri sayesinde 63 yaşına dek yaşadığına inanılır. Asklepion’da gördüklerini Hieroi Logoi (Kutsal Efsaneler) adlı ünlü yapıtıyla ölümsüzleştirmiştir.

Galenos, Aristeides’i şu şekilde tanımlamış : ”Bedenleri doğuştan sağlam, ama ruhları zayıf ve tembel çok insan gördüm. Buna karşılık, ruhları doğuştan çok sağlam ama bedenleri zayıf az sayıda insan biliyorum. İşte Aristeides az sayıdaki bu insanlardan birisidir.”

Bergama Asklepion’undaki tedavi yöntemleri şu şekilde sıralanabilir :

  • İyice temizlenip yıkanmak. Asklepion’daki havuz, hamam vb kalıntılar bu ilkenin yerine getirildiği mekanlardır.
  • İyileşmek için tanrıya adak adamak.
  • Uykuya dalarak düş görüp, tedaviyi öğrenip, uygulamak.
  • Şifalı su, kaplıca ve çamur banyoları.
  • Perhiz, kan aldırma ve lavman.
  • Şifalı bitki uygulamaları.
  • Bedensel hareketlerle tedavi.
  • Güneş banyosu.
  • Törenler, söylevler, tiyatro ve müzik gösterileri. Asklepion’daki tiyatronun bu işleve önemli katkıda bulunduğuna kuşku yok.

Asklepion’un ölümün giremediği ve vasiyetlerin açıklanamadığı bir sağlık kurumu olduğunu da unutmamak gerek! Tam burada tıp fakültesindeki hocam İsmail Ulutaş’ı saygıyla anmanın tam da sırasıdır. Belleğim yanıltmıyorsa fakültedeki ilk dersine konu etmişti Asklepion’u ve oranın ölümsüzlük simgesi oluşunu. Eskil çağda bir başka Asklepion’u barındıran İskilip’in adını da buna borçlu olduğunu o gün bugündür başka hiç kimseden duymadım. Unutulmaz derslerden birisi olmuştu benim için. Adı üstünde İskilip de bir başka Asklepion’dur.

Önemli işleve sahip Asklepion doğal olarak önemli yapılarla bezenmiştir.

Asklepion girişinden başlayarak uzanan Sütunlu Cadde (Via Tecta)140 metre uzunlukta olup sütunlu bölümleri de katıldığında eni 18 metreyi aşmaktadır. Kutsal Yol olarak da adlandırılan caddenin iki tarafında üstleri kapatılmış alışveriş yerleri olduğunu da eklemekte yarar var. Asklepion’un bu bölümü 1957-1972 arasında Erich Boehringer’in yürüttüğü kazı çalışmalarıyla ortaya çıkartılmış.

Asklepion girişindeki Propilon komşuluğunda İmparator Salonu yer alır. Burada bulunan ve Hadrianus’un çıplak olarak tasvir edildiği “yalancı atletik Hadrianus” heykeli Bergama Müzesi’nde sergilenmektedir. Propilon’un solunda yer alan Tapınma Yeri Asklepion’a gelen hasta, ziyaretçi ve görevlilerin Asklepios’a yakardıkları yer olarak kullanılmaktaydı.

Bugün için yerinde olmayan kubbesiyle birlikte dairesel biçime sahip Asklepion Tapınağı İS 142’de yapılmıştır. Tedavi bölümlerinin yer aldığı Telesphoros ile bütünleşik bir yapıdır. Telesphoros da iki katlı ve yine dairesel biçimlidir. Çatısı Asklepios tapınağından farklı olarak kubbesel değil düzdür.

Buradan Kutsal Kaynağa 80 metrelik tonozlu bir tünelle geçilir. Boylu boyunca güneş ışığının içeri girmesine olanak veren tasarımdadır. Tünel sıcak havalarda serinlik sağlarken soğuk havalarda sıcak banyodan çıkanların üşümemesi için korunaklıdır. Hastalar tünel boyunca yürürken işittikleri kutsal su sesinin telkiniyle de tedavi olmayı sürdürmüş olmalılar.

Tünel, o zamanlarda yıkanılan ve şifa bulunan bir başka mekan olan üzeri örtülü havuza çıkmaktaydı.

Havuz komşuluğundaki Roma döneminde kullanılmış olan üç tapınak kalıntısı dikkat çeker. Bunlar Asklepios Soter, Apollon Kalliteknos ve Tanrıça Hygiea adına yapılmış şapelsi yapılardır.

Asklepion’da önemli tedavi öğeleri olan sanatsal gösterilerin yapıldığı bir de tiyatro vardır. 3500 kişiliktir. Sahnesi 3 katlıdır. Tiyatro Asklepios, Athena ve Hygiea’ya adanmış bir yapıdır. Atatürk 1934’de burayı ziyaret ettiğinde tiyatroya da özel bir ilgi göstermiştir. Tiyatro, 1934’te Asklepion’u ziyaret eden Atatürk’ü konuk etmiş. Tiyatro komşuluğunda Latrinler yani tuvaletler yer alır. Sanılanın tersine erkek ve kadın için ayrı ayrı tasarlanmışlardır.

Pergamon’u aynı zamanda bir ilkler kenti olarak da nitelemek olasıdır! İşte o ilkler!

  1. İlk parşömen (deriden kapıt yapımı)
  2. İlk Asya kütüphanesi (200.000 ciltlik)
  3. İlk Büyük Hastane (Asklepion)
  4. İlk telkinle tedavi (Psikoterapi)
  5. İlk doğal tedavi (Müzik, tiyatro, spor, güneş ve çamur ile)
  6. İlk farmakolojik ürünler (doğal ilaçlar)
  7. İlk afyon bazlı ilaç
  8. İlk kent hijyeni (sağlık alt yapısı)
  9. İlk tıp ve eczacılık simgesi (yılan)
  10. İlk mühendislik, U borusu yöntemi ile trigonometri
  11. İlk kent imar yasası
  12. İlk kent çarşı pazar yasası
  13. İlk komün devleti
  14. İlk grev ve toplu sözleşme.(MÖ 248 de l. Eumenes ücretli    askerlere hakkını verdi)
  15. İlk 4 tiyatrolu kent
  16. İlk en dik tiyatrolu kent
  17. İlk meslek sendikaları ve sendika konfedarasyonu
  18. İlk 3 dereceli öğretim (ilk orta ve lise)
  19. İlk kazı müzesi. (Arkeoloji deposu, sonra müzeye dönüştürüldü.)
  20. İlk ve enbüyük sunak
  21. İlk ahşap sahneli tiyatro
  22. İlk hiristiyan klisesi. Yedi kliseden biri.
  23. İlk Batı Türkçesi grameri. (Bergamalı Kadri efendinin eseri)
  24. İlk işgal kıran kent (15 haziran 1919)
  25. İlk festival yapan şehir (Bergama kermesi 1937)

(http://www.bergamailcesi.com/bergama-hakkinda/ilkler-sehri-bergama)

KAYNAKÇA

  1. Bergama Gezi Rehberi, Mert Basım Yayıncılık Dağıtım, 2002, İstanbul.
  2. Antik Dönemin Ünlü Bie Sağlık Merkezi : Bergama Asklepionu, Çağatay ÜSTÜN, Türkiye Klinikleri, Tıp Tarihi, Şubat, 2001.
  3. Pergamon, Leading City of Civilization, Bergama Belediyesi.
  4. Pergamon/Bergama, Şükrü TÜL, Ebruli Tur, 9 Mart, 2014.

Fotoğraflar için :

https://plus.google.com/photos/113712996036446725753/albums/5991098825785380081?banner=pwa

https://plus.google.com/photos/113712996036446725753/albums/5988867400525584561?banner=pwa

Posted in

Yorum bırakın