GABO’ya VEDA!

Resim

Gabriel José de la Conciliacion Garcia Marquez

(1927-2014)

Kaybedecek bir şeyi olmayanlardan korkmalısın. Çünkü onlar, kazanmak için her şeyi yaparlar.

G.G. Marquez

Latin Amerika çok değerli bir evladını uğurluyor! Dünyanın geri kalanına haksızlık olmasın! Onlar için de olağanüstü değerliydi Gabo! Hiç olmazsa onunla eşzamanlı yaşamış olmak, aynı havayı solumak, aynı sudan içmek bir ayrıcalıktı!

Uygarlıkla ya da daha doğru deyişle Avrupa’dan gelen fatihlerle tanıştığı andan başlayarak acıların, kanın ve gözyaşının vatanı olan Latin Amerika’nın bu olumsuz ortamda Gabo gibi değerler üretmesine de şaşırmamak gerekiyor.

Bir şey kesin ki; Marquez ışık saçtığı bu dünyadan göçerken gittiği yerde de aydınlık saçmayı sürdürecek! Gözü arkada gitmiyor bizlerin dünyasından! Bolivar’ın acılı anakarada dirilmiş olması, onunla kalmayıp Bolivarcı Latin Amerika ülküsü yolunda epeyce yol alınmış olması iç rahatlığının önde gelen kaynaklarıdır!

“Latin Amerika’nın Yalnızlığı”, etkili bir silkinişle utkuya dönüşüyor!

Ceyhun BALCI, 18.04.2014

Turhan ILGAZ’ın çevirisiyle Metis Yayınları’ndan 1983’te basılan “Marquez’le Konuşmalar” dan bir bölüm anısına saygı niyetine okunabilir!

http://www.yarinlar.net/latin-amerika/latin-amerika-nin-yalnizligi-gabriel-garcia-marquez.html

GABO’NUN VEDA MEKTUBU!

“Tanrı bir an için paçavradan bebek olduğumu unutup can vererek beni ödüllendirse, aklımdan geçen her şeyi dile getiremeyebilirdim, ama en azından dile getirdiklerimi ayrıntısıyla aklımdan geçirir ve düşünürdüm. Eşyaların maddi yönlerine değil anlamlarına değer verirdim. Az uyur, çok rüya görür, gözümü yumduğum her dakikada, 60 saniye boyunca ışığı yitirdiğimi düşünürdüm. İnsan aşktan vazgeçerse yaşlanır. Başkaları durduğu zaman yürümeye devam ederdim. Başkaları uyurken uyanık kalmaya gayret ederdim. Başkaları konuşurken dinler, çikolatalı dondurmanın tadından zevk almaya bakardım. Eğer Tanrı bana birazcık can verse, basit giyinir, yüzümü güneşe çevirir, sadece vücudumu değil, ruhumu da tüm çıplaklığıyla açardım. Tanrım, eğer bir kalbim olsaydı nefretimi buzun üzerine kazır ve güneşin göstermesini beklerdim. Gökyüzündeki aya, yıldızlar boyunca Van Gogh resimleri çizer, Benedetti şiirleri okur ve serenatlar söylerdim. Gözyaşlarımla gülleri sular, vücuduma batan dikenlerinin acısını hissederek dudak kırmızısı taç yapraklarından öpmek isterdim. Tanrım bir yudumluk yaşamım olsaydı… Gün geçmesin ki, karşılaştığım tüm insanlara onları sevdiğimi söylemeyeyim. Tüm kadın ve erkekleri, en sevdiğim insanlar oldukları konusunda birer birer ikna ederdim. Ve aşk içinde yaşardım. Erkeklere, yaşlandıkları zaman aşkı bırakmalarının ne kadar yanlış olduğunu anlatırdım. Çünkü insan aşkı bırakınca yaşlanr. Çocuklara kanat verirdim. Ama uçmayı kendi başlarına öğrenmelerine olanak sağlardım. Yaşlılara ise ölümün yaşlanma ile değil unutma ile geldiğini öğretirdim. Ey insanlar! Sizlerden ne kadar da çok şey öğrenmişim. Tüm insanların, mutluluğun gerçekleri görmekte saklı olduğunu bilmeden, dağların zirvesinde yaşamak istediğini öğrendim. Yeni doğan küçük bir bebeğin, babasının parmağını sıkarken aslında onu kendisine sonsuza dek kelepçeyle mahkûm ettiğini öğrendim. Sizlerden çok şey öğrendim. Ama bu öğrendiklerim pek işe yaramayacak. Çünkü hepsini bir çantaya kilitledim. Mutsuz bir şekilde… Artık ölebilir miyim?”

Posted in

Yorum bırakın