SAKIZ GÜNLÜĞÜ(1)
Kapı komşuluğuna gidiş kolaylığı eklenince Sakız’a bir kez daha gitmek ve bir kez daha yazmak kaçınılmaz oldu. Geçen sefer direksiyon sallayarak keşfetmiştik Sakız’ı! Bu kez derinleşme fırsatı buluyoruz.
KASTRO (KALE)
Gümrükten geçer geçmez Sakız sokaklarına vuruyoruz. Kale ya da Sakız’daki adıyla Kastro iyi bir başlangıç noktası. Kastro, pek çok benzerinin tersine düzlük kalesi. Bir yanı denizle diğer yanı limanla komşu kale varlığını X. yüzyıldaki Bizans egemenliğine borçlu. Bugün de ayakta olan surlar pek çok değişikliğe uğramış. Ceneviz ve Türk izleri belirgin.
Cenevizli Jüstinyani, kaleyi operasyon üssü olarak kullanırken, Katolik Piskoposu ile Yunan asilleri de kale içinde yaşamışlar. Osmanlı döneminde ise kale Müslüman ve Yahudi mekânı olmuş. Geri kalanlar surların dışında yaşamış.
Ana giriş olan Büyük Kapı (Porta Maggiore) adından da anlaşılacağı gibi İtalyan etkisini yansıtıyor. Kapıdaki alınlığın üzerindeki Venedik yazısı silinmeye çalışılmışsa da dikkatle bakıldığında varlığını sürdürüyor.
Kale 1822’deki Yunan ayaklanması sonrasında zindana dönüştürülmüş. Başkaldıranlar burada tutulmuş, cezalandırılmış. Ayaklanmada Yunan önder Kanaris tarafından öldürülen Kaptan Ali Paşa’nın yanı sıra önde gelen Türkler buraya gömülmüş.
Kale içindeki bir başka Osmanlı eseri olan Türk Hamamı da restore edilmiş. Yarım daire biçimli pencere tonozları ve adaya özgü kırmızı renkli Timiana taşları Sakız biçeminin ayırt edici özellikler olarak öne çıkıyor.
Batrakis Camisi’nin yanı sıra Aya Georgios kilisesi Kastro’da rastladığımız diğer önemli yapılar. Bu kilise önce Bizans sonra Ceneviz etkisi altında kalmış. Osmanlı döneminde camileşmesi elbette şaşırtıcı değil. Osmanlı mezar taşlarının bulunduğu meydana dikkatle bakıldığında burada bir zamanlar şadırvan bulunduğunu anlamak zor değil.
SAKIZ KENTİ
Büyük Kapı’dan çıkınca belediye binasının biraz ötesinde kentin ana meydanı Voukaiu’da buluyoruz kendimizi. Parkla bütünleşmiş meydanın deniz tarafında şık bir çeşme neoklasik biçemiyle boy gösteriyor.
Deniz tarafına ilerleyince Mecidiye ya da diğer adıyla Yalı Camisi’nin avlusuna giriyoruz. Bugünün Bizans Müzesi’ndeyiz. Geçen sefer görmediğimiz minarenin restorasyon çalışması kapsamında epeyce yükselmiş olduğunu fark ediyoruz. Müzenin girişini De Lacroixe’nın Sakız Katliamı eserinin kötü bir imitasyonu süslüyor. 1822’deki Yunan isyanının kanlı şekilde bastırılması Yunan tarafında katliam algısı yaratıyor. Adanın pek çok noktasında bu imgeyle karşılaşacağız.
Güneye doğru ilerlerken kendi halinde bir çeşme dikkatimizi çekiyor. Neptün/Poseydon sembolü merakımızı katlıyor. Yosun kaplı yazıları sökmeye çalışırken esnaf yardımımıza koşuyor. Adanın su altyapısını gerçekleştiren kişinin anısına dikilmiş olduğunu öğreniyoruz. Kenti suyla buluşturanın anısına çeşme yapılmış olması ilk bakışta şaşırtıcı gelebilir. Ancak, unutulmamalı ki, burası bir ada ve adalar ayrıcalıklar bir yana bırakıldığında hemen her zaman su yoksulu coğrafyalardır.
Biraz ileride neoklasik cephesiyle lise binası ve karşısında Aziz Muzaffer Katedrali göz atmaya değer diğer yapılar. Katedralin bahçe zeminindeki Rodos işi siyah/beyaz taşlı özgün işlemeler fotoğraflanmayı hak ediyor. Fotoğraf çekmenin yasak olduğu katedralin içine göz atmayı unutmamalı.
Hemen komşuluğundaki Korais Kütüphanesi tarihsel geçmişiyle önem taşıyan bir yapı. Bergama ve İskenderiye’den sonra Akdeniz’in en büyük üçüncüsüymüş bir zamanlar. Kütüphanede akşam gerçekleştirilecek olan şairler buluşması için davet alıyoruz. Umarız katılırız diyerek kordona çıkmadan önce ara sokaklardaki pastane ve reçelcileri ziyaret etmeyi ihmal etmiyoruz.
Sakız kordonu öğle sıcağında bile oldukça hareketli. Türkler adayı bir kez daha fethetmiş gibi. Bu kadar kalabalık turizm heveslisi olduğu söylenemeyecek Sakız’a çok da yakışmıyor.
Otobüsle kuzeye, yeldeğirmenleri bölgesine yol alırken köşedeki Malik Paşa Çeşmesi’ni selâmlamayı unutmuyoruz. Deniz kıyısındaki gösterişsiz lokanta fondaki yeldeğirmenleriyle birlikte hoş bir görüntü sunuyor. Alçakgönüllü görünümün tersine lezzetler oldukça iddialı. Yerel yemekler ve biralar tadılmalı. Özgün sofra şarabı unutulmamalı.
NEA MONİ (YENİ MANASTIR)
Günün ikinci yarısında batıya doğru havalanıyoruz. Benzetmede hata yok! Ayaklarımız yerden kesilmeden yükseliyoruz. Dönüşte daha iyi görülebilir ama arada dönüp arkaya bakmakta yarar var. Anadolu kıyılarının fon olduğu Sakız kent merkezi manzarası oldukça büyüleyici.
Yeni Manastır (Nea Moni) ilk durağımız. Batı-doğu doğrultusunun tam ortasında, merkeze 15 km uzaklıkta çok önemli bir dinsel yerleşkedeyiz. Manastır 3 Sakızlı münzevi Nikitas, İoannis ve Josef’e mekan olmuş. Üç münzevinin sürgündeki imparator Konstantin Monomahos’un tahtına kavuşacağı kehaneti Nea Moni’yle ödüllendirilmeleri sonucunu doğurmuş. Örneğine yalnızca Sakız ve Kıbrıs’ta rastlanan sekizgen mimari Nea Moni için ayırt edici. 15.5 metrelik kubbesi İsa’nın göğe yükselişini simgeliyor.
Manastırın içindeki ikonaların her biri önemli dinsel olayları betimliyor.
İlginç bir rastlantıyla manastırdaki papazın tahta tokmakla yaptığı ritmik çağrıya tanık oluyoruz. İzleyen çan sesleri oldukça irkiltici! Böylelikle ortodoks dünyasında çan kullanımının çok sonraları söz konusu olduğunu öğrenmiş oluyoruz. Keşke öyle kalsaymış demekten alamıyoruz kendimizi.
Girişteki şapeldeki camlı dolapta sergilenen kuru kafalar ve kemikler bir kez daha Sakız katliamını anımsatma görevini yerine getirmiş oluyor.
Batıya yolculuğumuz sürüyor. Kıvrım kıvrım dönemeçli yollardan ilerleyerek Avgonima’yı geride bırakıyoruz.
ANAVATOS
Anavatos’dayız! Sözcük anlamı olan “erişilmez”le uyumlu terk edilmiş bir köydeyiz. Sarp granit kayalıkların üzerinde yükseldiği dönemde erişilmezlik önde gelen gereklilikmiş. Anavatos’u Nea Moni’nin yapımı için gelen Bizanslı ormancıların kurduğu yaygın söylenti. Anavatos daha çok güneyde konuşlu ortaçağ köylerinin merkezdeki örneği.
Tarih biraz da efsane demek! 1822’deki Yunan ayaklanmasının yenilgiyle sonuçlanması sonrasında 400 haneli köyün teslim olmaktansa uçuruma atladığı söylencesi fazlasıyla ilgi çekici. Günümüzde Anavatos’ta bir kaç hanede yaşam var. Bir de gezginlere hizmet veren günübirlikçi çalışanları unutmamak gerek.
Anavatos’u orta Sakız’daki kartal yuvası olarak betimlemek hiç de abartı olmaz.















































Yorum bırakın