PARİS’TE SİLAH SESLERİ
Yer : Paris
Tarih : 07.01.2014
Yerde yatan bir yaralı! Saldırgan o denli yoğunlaşmış ki yok etmeye bu yaralının kafasına sıkıp işini bitirmeyi göz ardı etmiyor. İnsanlığın belleğine kazınacak bu kareyi hiç bir güç, hiç bir etki silemeyecektir. Amaç da bu olduğuna saldırganlar fazlasıyla başarılı olmuştur.
Kör kurşunların hedefi bu kez Paris’teki bir gülmece dergisi oldu! Ürkü verici ve onaylanması olanaksız bu eylemin acıtıcı yanı da budur. Kaleme karşı silah! Okumayı, yazmayı, çizmeyi, kısacası düşünmeyi aklının ucundan geçirmeyenlere yakışan bir manzara!
Bu olayda güvenlik güçlerinin yanı sıra eli kalem tutanların hedeflenmesi üzüntüyü katlayan bir etken.
Ama, olaya bir başka açıdan bakmak da kaçınılmaz!
Paris ve terör denilince aklıma hemen ASALA geldi. Uzunca süre dünyanın dört bir yanında üstelik her biri uygarlığın beşiği sayılacak kentlerde ASALA denen kana doymaz terör örgütü elçilik sürücüsünden, din görevlisine, büyükelçi eşinden konsolosuna ve hatta büyükelçisine varıncaya dek onlar Türk’ü yaşamdan kopartmıştı. Orly’de katliama girişip de baltayı taşa vuruncaya kadar bu vahşet eller, kollar bağlı şekilde izlenmişti! Bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyen uygar batı namlular kendisine yönelince biletini kesebilmişti terörün!
Paris’te yaşanan ve suçsuz insanların canını alan terörün hiç kuşkusuz kutsal gerekçeleri var! Kutsal kişiliklerin karikatürize edilmesi ve bu yolla kutsala el uzatılması kimileri için fazlasıyla haklı gerekçe olmaya yetebilmiştir. Fransız gülmece dergisi Charlie Hebro bu nedenle hedef alındı. Kutsalıma dokundun ölmelisin diyenlerin vatanları çiğnenirken, her türlü varlıkları talan edilirken suskun kalmaları, uysalca davranmaları da ilginç bir durum olarak not edilmeli!
Bu dehşet verici görünümün oluşmasında tek sorumlu tetikleri çekenler değil elbette! Bu tetiklerin çekilmesinde sorumluluğu olan başkalarına da dokundurmak kaçınılmaz!
Basın Paris’teki olaya “Fransa’nın 11 Eylül’ü” nitelemesini uygun görmüş.
Biraz geriye gidip gerçek 11 Eylül’e ve sonrasına bakalım!
Amerika’da ikiz kuleleri yerle bir eden olaydan sonra insanlık aynaya bakmak yerine ortaçağa dönmeyi yeğlemişti. Afganistan’la başlayan ,işgaller, Irak, Libya ve son olarak Suriye ile sürdü.
Komşu Irak’ta milyonu aşkın insanın canını almak terör değil miydi?
Yine komşu Suriye’de Esad’ı devirmek uğruna yığınla haydudu ortalığa salmak terör değilse neydi?
Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana Tunceli’de feodal artığı Seyit Rıza’yı, gerici Şeyh Sait’i, Koçgirileri desteklemek terörün ağababası sayılmaz mıydı?
Aradaki fark şuydu! Batılı terörü başkalarını yola getirmek için kullanma hakkı bulurken kendinde, terör ve dehşet kendi topraklarına geldiğinde tepki gösterir olmuştu. Bu bağlamda, batılının kendi yaşadığı yerleri uygarlaştırdığını görmedik mi hep? Kendisinden uzak oldukça, kendisine silah doğrultmadıkça terörü besleyip, büyüttüğünü nasıl unutabiliriz?
Yayılmacı emellere hizmet ettiği sürece terörden yakınmacı olmayan batılının ikiz kuleleri yıkılınca terörün farkına varması, Londra’nın, Paris’in, Madrid’in göbeğini kana bulayan terörü yaşayınca dehşete düşmesi içtenlikli bir tepki midir?
Bu olumsuzluktan bir olumluluk çıkmasını bekleyip, hiç olmazsa bu kez artık uygar dünyanın teröre destek vermekten vazgeçmesini umalım mı?
Yoksa, alışmış kudurmuştan beterdir ya da huylu huyundan vazgeçmez diyen atalarımızı bir kez daha mı analım? Bu gerekçeyle batı kaynaklı şiddetin bir kez daha hız ve haklılık kazanması ne yazık ki olasılık dışı gibi görünmüyor!


Yorum bırakın