AKILSIZ İNSAN
Laiklik ilkesi şimdilerde modası geçti denilen diğer beş okla birlikte 5 Şubat 1937’de girmişti Anayasa’ya! Yazgının cilvesine bakın ki; o önemli anayasal ilkeyi sahiplendiği, ona kol kanat gerdiği için Türkiye akademiyasının gerçekten seçkin bir üyesi tam da 5 şubatta yargılandı!
“Bilime Özgürlük, Rennan Hocaya Adalet!” diye haykıranların katılımıyla yalnız bırakılmamış oldu bu seçkin kişilik.
Anayasa yerli yerindeyken, Anayasa Mahkemesi’nin içtihat niteliğindeki 3 kararı varken ve bunların üstüne AİHM bunları onamışken özgürlük bağlayıcı yaptırıma çarptırılan Rennan Pekünlü’nün demir parmaklıklar ardındaki ağlatıya eşdeğer serüveni insanım diyen herkesi bir kez daha düşündürmeli! İnsan için pek çok tanım yapılmakla birlikte en çarpıcı ve ayırt edicilerden ikisi birisi sorgulayıcılık ve uygarlık yaratıcılığıdır denilebilir.
Çocuk yaştaki kızlarımızın evlenebileceğinin ya da bugüne değin bilememiş olsak da cinsel anlamda anamızdan bile etkilenebileceğimiz zırvaları ancak aklını yitirmiş toplumlarda seslendirilebilecek türden inciler olarak belleklerdeki yerini aldı!
Toplum aklını yitirirken ülkenin aydın kılıklıları ne yapmaktaydı? Aymazlık, adam sendecilik ve budalalık onların eylemini (daha doğrusu eylemsizliğini) tanımlamaya bilmem yeter mi?
Yirmi yılı aşkın zaman önceydi! İzmir’de İnsan Hakları temalı bir sergi açılmıştı. İşkence araç ve gereçlerinin arasında kendisine yer bulan takke, tespih ve rahle gibi dinsel nesneler az önce sorduğumuz sorunun yanıtını haykırır gibiydi. Bu sıradan nesnelerin böylesi bir sergideki varlığı aydıncıklarımızın dinselleşmeye bakışını ortaya koymaktaydı. Belliydi ki, aydıncıklarımız dinsel nesnelere ve onların önde geleni türbana özgürlük penceresinden bakmaktaydılar. Bu şaşı bakış açısı davanın daha başlangıçta yitirildiğinin belirtisi olmuştu. Tam da o yıllarda yaşanan Madımak Katliamı bile ayakların suya ermesine yetmedi. Ahlar, vahlar ve ağıtlar arasında solculuk da rayından çıkmış, aydınlanmacı ve kazanımları korumacı kimliğini mavi boncuk dağıtıcılığına bırakmış oluyordu. Bu budala ve aymaz anlayışın bugün gelinen noktada bile pek çok aydın kesimi uyandırmaya yetmediğini üzülerek ve biraz da öfkelenerek gözlemliyoruz!
Laiklik ilkesine dünyanın başka pek çok ülkesinde dokunulamazken Türkiye’de kolaylıkla aşındırılıp, Anayasa’nın bile değiştirilmesine gerek kalmaksızın yerle bir edilebilmişti.
Avrupa, laiklik kazanımını kent meydanlarında yakılan engizisyon ateşinin içinden geçerek elde etti. Türkiye’de laiklik ilkesinin yaşama geçirilmesi sürecinde tek kurşun atılmadı, tek can yanmadı! Bir bakıma altın tepsi içinde buldu Türk milleti bu önemli kazanımı önünde. Bu şans süreç içinde aymazlığı ve duyarsızlığı beslerken, geldiğimiz noktada o zaman yanmayan canların yanması sonucunu doğurur oldu.
Madımak Katliamı engizisyon ateşinin ta kendisi oldu, canlarımızı yaktı!
Rennan Pekünlü hocanın başına gelen ise olsa olsa engizisyonun ete kemiğe bürünüp 21. yüzyıl başında Türkiye’de ateşiyle değilse bile yargılama kisvesiyle yakmayı sürdürmesidir.
Laiklik bir kez elden gittiğinde insanın aklı başından alınmış oluyor. Başka deyişle, laiklik insan aklının kullanılma güvencesidir.
Akılsız insanın başka bir canlıdan farkı kalır mı? Sıradan farklılıklarını kibir ve böbürlenme gerekçesi yapan insanın gerçek anlamdaki üstünlük özelliğini sahiplenmemesi de bir başka önemli çelişki sayılmaz mı?
Anlaşılabilir olması bakımından “laiklik akıldır, aklın kullanılmasıdır” demek bilmiyorum çok mu iddialı bir saptamadır?
Türümüzün bu sıradışı hünerini anımsamsı dileğiyle…
Ceyhun BALCI, 08.02.2015

Yorum bırakın