HASTADAN AL HABERİ!
06.07.2015 tarihli 9 Eylül gazetesinde yayımlanmıştır.
Çocuktan al haberi özdeyişimizi birazcık uyarladığımın farkındayım! İşimiz hekimlik olunca haber kaynağımızın hasta olmasına şaşırılmamalı!
Uzun yıllardır Almanya’da da yaşamış olan ve dolayısı ile orada da sağlık bakımı hakkı olan hastamla kendiliğinden gelişen diyalog bizdeki sağlık hizmetinin hastalıklarını ortaya koyması bakımından anlamlıydı. Bu diyalog aynı zamanda hastayla söyleşmenin, ona dokunmanın önemini yansıtması bakımından da önemli ipuçları içermekteydi.
Özetlemem gerekirse, belindeki ağrılardan yakınan hasta Almanya’da önerilen tedaviyi kabul etmeden önce, gelmişken Türk hekimlerinin görüşünü alma gereksinimi içindeydi. Türkiye’deki bir başka kuruma başvurusunda yaşadıkları ayrıca yakınma kaynağına dönüşmüştü. Hekimin kendisini dinlemediğini, dokunmadığını ve kestirmeden emar istediğini şaşırarak anlattı. Oysa, Almanya’da bir hastadan emar istemenin kolay kolay düşünülmediğini; hele hele bir şekilde emar çekimi yapıldıysa aynı gerekçeyle, kısa zaman aralığında bir ikincisinin istenmesinin belirli koşullara bağlı olduğunu o kadar yalın ve anlaşılır bir dille anlattı ki! Bu sözleri karşılıksız bırakmam düşünülemezdi.
Bizim daha varlıklı(!) ve bollukçu(!) olduğumuza ucuzculuğumuzu(!) da eklemem kaçınılmazdı!
Almanya ve Türkiye sağlık ortamında hizmet alan bir vatandaşımızın gözlemlerini son derece öğretici buldum.
Türkiye sağlık ortamını özetlemek için nicelik patlaması terimini kullanmak yeterli olacaktır. Örneğin, Türkiye’de bir yılda 100 milyonu aşkın insan yalnızca acil servislere başvuru yapabilmektedir. Önemli bölümünün acillik hasta olmayışıyla teselli bulsak da sistemin çarpıklığını ve yanlışlığını ortaya koyması bakımından önemsenmesi gereken bir veridir bu! Bu sayı toplam hekim başvurusu söz konusu olduğunda kişi başına 9-10’u zorlayabilmektedir. Bu kadar çok (ve olasılıkla da gereksiz ve disiplinsiz başvuru ortamında) sayıda hastanın var olduğu ortamda hekimin hastaya yeterince zaman ayıramaması sıradan bir duruma dönüşmüş olmaktadır. Böyle bir durumda ise hekim hastasına tanı koyabilmek için başta görüntüleme ve laboratuvar olmak üzere yardımcı incelemelere dört elle sarılmak durumunda kalmaktadır. Hekim tarafından yapılan bir hata gibi gözükse de gerçek neden sistemde aranmalıdır.
Yardımcı incelemeler söz konusu olduğunda MR görüntülemesine ayrı bir parantez açmak gerekir. Türkiye’de dış etkenlerin de zorlayıcılığı sonucunda her 1000 hastadan 97’sine MR çekimi yapılırken bu sayının Avrupa’da 20’ler düzeyinde olduğunu biliyoruz. Bunca nicelik patlamasının nitelik aşınmasına yol açmasının yanı sıra benzer oranda bir harcama patlamasına da yol açması beklenir. Bunun da sürdürülemezlik anlamına gelmesi söz konusudur.
Ancak, tam da burada imdada yetişen etken ucuz(cu)luktur. Hekimin emeğinden başlayarak diğer sağlık hizmetleri ve görüntülemelerde yaratılan ucuzculuk sistemin çökmesinin önündeki biricik sigortaya dönüşmüş durumdadır.
Yine, örneklemek gerekirse Türkiye’de bir MRG çekimi hastanın ödediği katılım payı da içinde olmak üzere 100 TL karşılığında yapılabilmektedir. Bu bedelin Avrupa’da biraz daha düşük olmakla birlikte ABD’de 1.000 USD tutarına tırmanabildiğini bir kenara not etmekte yarar var. Bir kez daha ucuzculuğa dönülecek olursa; bu nedenledir ki sistemin akılcı kullanımı doğrultusunda kullanılabilecek düzenekler devreye sokulmamakta ve MRG isteklerinin denetim altında tutulmasına gerek görülmemektedir.
Hastayla konuşmanın, söyleşmenin hastalığa tanı koymadaki katkısı kadar sağlık ekonomisindeki çarpıklıkları da ortaya koymada yararlı olduğu açık!
Umulur ve dilenir ki; sağlık politikalarını oluşturanlar, yönlendirenler ve uygulayanlar da bu yalın gerçeğin farkına varsınlar. Sağlık hizmetinin salt oy avcılığı aracı olmadığının ayırdına varsınlar!
Bir dileğimiz de insanımızdan olsun! Onlar da kendilerini hoşnut kılar görünümdeki nicelikli ama kalitesiz sağlık hizmetinin farkına varsın! Farkına varsın ki; niceliklisi kadar daha iyisini ve niteliklisini istesin!
Ceyhun BALCI,


Yorum bırakın