BİR BUÇUK GÜNDE
VARŞOVA
Varşova Arması
Sawa Varşova’yı ikiye bölen Vistül ırmağında yaşayan bir denizkızıdır. Balıkçı Wars’a aşık olur… Bizim Türkçe Varşova olarak söylediğimiz kent gerçekte Wars-Sawa’dır. Denizkızı Sirenka kentin armasındaki önemli ikonlardan birisidir. Bir Orta Avrupa klasiği burada da söz konusudur. Hatırı sayılır debisi olan bir ırmak kenti ikiye bölmektedir : Vistül!
Vistül
Zamanımız dar olduğu ve gezginlerin ilgisini çekebilecek hemen tüm varlıklar sol/batı yakada olduğu için diğer yakaya uzaktan bakmakla yetindik.
Varşova kent merkezinde 1 milyon 700 bin kişi yaşıyor. Metropolün nüfusu 2.5 milyonu aşkın. AB kentleri arasında nüfus bakımından 9. sırada. Geçen yılki Belgrad gezisinden sonra yaptığımız tanımlama Varşova için de oldukça uygun! Sulak ve yeşil! Doğa ve iklim yeşilin var olması için son derece elverişli! Ama, insanın yeşil sevgisini de göz ardı etmemek gerek! Her ne kadar kent merkezinde yüksek kuleler boy gösterse de; Varşova yeşilini korumakta kararlı bir görüntü sergiliyor. İnsanlık adına olumlu bir manzara. Özellikle, Türkiye’de giderek tırmanan yeşil ve doğa düşmanlığı göz önüne alındığında kıskanmadan edemiyoruz bu olumlu durumu!
Kentin kuzeyde ve güneyde iki uluslar arası havaalanı var! Uçağımız ünlü Polonyalı besteci Frederik Chopin’in adını taşıyan alana teker koyduğu için şanslı sayıyoruz kendimizi. Kente de oldukça yakın! Alandan otele ulaşmamız 20 dakika sürüyor. Yol boyunca göz alabildiğine uzanan geniş bulvarlar ve onlara eşlik eden uçsuz bucaksız yeşil yıkılışının üzerinden çeyrek yüzyıl geçse de sosyalist dönemin izleri gibi görünüyor gözümüze. Eskisiyle, yenisiyle konutlar bizdeki lüks tutkusundan uzak bir görüntü çiziyor.
Chopin Havaalanı
Alçakgönüllü ve ikincisi henüz yapılmakta olan tek hatlı metrosunun yanı sıra kitle ulaşımı ağırlıklı olarak yüzeyden tramvay ve otobüslerle sağlanıyor. Hemen hiçbir saatte kent içi trafiğine ilişkin karmaşa ve yoğunluk gözlemlemedik.
Varşova güneydeki Karpat dağlarına da kuzeydeki Baltık’a da eşit uzaklıkta ve deyim yerindeyse bizim Ankara gibi ülkenin tam da göbeğinde.
Tarih sahnesine 14. yüzyılda çıkan Varşova Polonya’nın 3. başkenti. III. Sigismund 17. yüzyıl başında başkenti Krakov’dan Varşova’ya taşımış.
Zaman az görülecek yer çok olunca iyi bir planlama kaçınılmaz oluyor. Gitmeden önce okuduklarımızdan esinlenerek kenti bölgelere ayırıyoruz.
Kent merkezini de kapsayan batısıyla başlamayı tercih ediyoruz.
KENT MERKEZİ VE VARŞOVA GETTOSU

Merkezde ilk göze çarpan yapılardan birisi ve en önemlisi Plac Defilad’ı (Geçit Meydanı) tüm görkemiyle dolduran Bilim ve Teknoloji Sarayı. Varşova II. Dünya Savaşı’nı çok derinden yaşamış ve duyumsamış bir kent. Biçilmiş ve yerle bir edilmiş. Özgün biçemli bu yapı yeni yapılan gökdelenlere karşı “en yüksek” unvanını korumayı sürdürüyor. AB ölçeğinde bile 8. yüksek yapı olması da ilginç bir başka bilgi. Yüksekliği 231 metre olan ve Sosyalist Klasisizm olarak da tanımlanan biçemiyle göz dolduran, fark edilmemesi olanaksız bir yapı. Üç yılda tamamlanmış yapımı ve 1955’te kullanıma açılmış. Kongre merkezi, çeşitli müzeler ve konser salonlarını da barındıran yapı II. Dünya Savaşı sonrasında neredeyse haritadan silinmiş olan Varşova’ya Sovyetler Birliği’nin armağanı olarak yapılmış. Çevresine ünlü Polonyalılar Kopernik, Mizikieviç ve Chopin’in heykelleri serpiştirilmiş. Görkemli yapının 30. Katına çıkmak için zaman ayırırsanız pişman olmazsınız. Varşova ve çevresine ilişkin panoramik manzara en az yapının kendisi kadar etkileyici görüntüler elde etmeniz anlamına da gelecektir. İzleri silinmeye çalışılsa da sosyalist döneme ilişkin yıkılmaz bir anıt gibi kent merkezini süslemeyi sürdürüyor bu ilginç yapı. Kuzey girişindeki eski otomobil de yapıyla birlikte geçmişe göndermede bulunur gibiydi.
Stalinist mimarlık örneği Bilim ve Kültür Sarayı
Bu görkemli yapının yanı başındaki Varşova Merkez Garı ülke içi ulaşımda önemli yeri olan trenlerin yarattığı hareketliliği yansıtan bir başka önemli mekân!
Varşova Merkez Garı
Varşova Gettosu’na yönelirken çevresinde çocuklar olan Janusz Korczak (1878-1942) heykeli çekiyor dikkatimizi. Çocuk hekimi, eğitimci ve çocuk kitapları yazarı Korczak’ın tutkusu kendi sonunu da getirmiş. Her ne pahasına olursa olsun sahiplendiği Yahudi yetimlerle birlikte Treblinka kampında yitirmiş yaşamını.
Janusz Korczak ve Çocukları
Buradan batıya yöneldiğimizde Varşova Gettosu’na adım atmış oluyoruz. II. Dünya Savaşı’nda Almanya Polonya’yı işgal edince 3.4 km2 ‘lik yüzölçümü olan bu bölgeye 300 bin Yahudi yerleştirilmiş. Öncelikle ayrıştırılan ve diğer unsurlardan yalıtılan Yahudilerin 250 bin kadarı başta Treblinka olmak üzere Polonya’daki çeşitli toplama kamplarına gönderilmiş. Önceki yaşam standartlarında gerileme olan Yahudilerin yeni evlerinin darlığı nedeniyle ev eşyalarını satmaları o dönemde ev eşyası bolluğuna ve fiyatlarda düşmeye neden olmuş.
Yahudi Gettosu’nda olsak da Hıristiyan mabetleri de yok değil bölgede.
Gettoda kiliseler
Son derece umutsuz durumda olsalar da Yahudiler 1943’te Nazilere başkaldırmışlar ve bastırılan bu başkaldırı sonrasında bölge yerle bir edilmiş. Yalnızca bu başkaldırıda 10 bin Yahudi yaşamını yitirmiş.
Varşova Gettosu çevresine izleri bugün de görülebilen bir de duvar örülmüş. Çin Seddi’nden bu yana duvar örme tutkusu bir şekilde önlenemeyen insanoğlu Varşova’da da bu tutkusunu sergilemekten geri durmamış.
Getto Duvarı
Papa II. Jean Paul Bulvarı boyunca yürüyüşümüzü sürdürüyoruz. Adını anmışken onunla ilgili birkaç söz söyleyelim. Bizlerin bir Türk tarafından vurulmasıyla tanıdığı Polonyalı Papa aynı zamanda Soğuk Savaş döneminin önemli aygıtlarından birisiydi. Sosyalist Blok’a karşı Batı’nın verdiği savaşın önemli bir aktörü olmuştu anımsanırsa. Rahibe Tereza ve Dalay Lama ölçeğinde bir din adamıydı bu bağlamda. Çok önemli işlev gördüğü izleyen yıllardaki gelişmelerle doğrulanmış oldu. Belki de onun sayesinde sosyalist blokta ilk gedik açılan nokta oldu ülkesi Polonya.


Yürürken Pawiak Hapishanesi kalıntılarıyla karşılaşıyoruz. 1830 yapımı bu ünlü hapishane Nazi işgali döneminde epeyce insanın kapatıldığı, işkence gördüğü ve yaşamını yitirdiği yer olmuş. Artık müze olan kalıntıların önündeki kurumuş ağaç ve ona iliştirilmiş ölüm duyurularına göz atıyoruz. Burada yaşamlarını yitirenlerin adları böylelikle ölümsüzleştirilmiş.
Pawiak Hapishanesi
Yürüyüşümüzü sürdürünce bir başka önemli yere ulaşmış oluyoruz. 1988’de düzenlenen bu anıtın bulunduğu yerde II. Dünya Savaşı yıllarında demiryolu istasyonu varmış. Az önce anıtına rastladığımız Janusz Korczak ve Yahudi yetimlerin yanı sıra çalışma kamplarına gönderilen 300 bin Yahudi ölümcül yolculuklarına buradan çıkmış. Bugün Umschlagplatz olarak anılan bu yalın anıtta İbranice, İngilizce ve Lehçe yazılar dışında fazlaca bir şey çekmiyor dikkati. Son derece alçakgönüllü bir anıtla ölüme yolculuğun başladığı yer ölümsüzleştirilmiş.
Umschlagplatz
II. Jean Paul’ün adını taşıyan bulvarda ilerlerken asıl adı Karol Josef Wojtyla olan Papa’nın ölümüne göndermede bulunan bir taşanıta rastlıyoruz. 2 Nisan 2005, 21.37. Anımsanırsa Papa’ya silah doğrultup öldürmeye çalışan bir Türk’tür. Suikastle değil ama eceliyle ölmüştür. Ölüm tarihi saatiyle anımsatılmış.

II. Dünya Savaşı’nı çok derinden yaşayan Varşova’da pek çok noktada Varşova Ayaklanması’na göndermede bulunan anıtlara rastlayabilirsiniz. Varşova Gettosu Ayaklanması ve Varşova Ayaklanması II. Dünya Savaşı sürecinin olayları olmakla birlikte farklı kavramlar.
Getto Kahramanları Anıtı ve aynı adlı müzeyi barındıran parkın bir köşesinde 1970 yılında Varşova’yı ziyaret eden Federal Almanya Başbakanı Willy Brandt diz çökmüş şekilde özür dilerken betimlenmiş. Anıtın hemen yanı başında görkemli müze ve Getto Kahramanları Anıtı yer almakta.
Willy Brandt özür dilerken
Getto Yahudileri Müzesi
Getto başkaldırısı bastırılırken 10 bin Yahudi yaşamını yitirmiş. Onların anısına çevresinde anıtlar bulunan bir büyük müze yapılmış. Anıttaki şu satırlar her şeyi fazlasıyla anlatıyor olmalı!
“Benzersiz bir kahramanlıkla insan onuru, Yahudi ulusu, özgür Polonya ve insan özgürlüğü için toprağa düşenlerin anısına… Polonya Yahudileri.”
Zaman bulunursa yakındaki mezarlık da ziyaret edilebilir. Treblinka’da ölüme giden Janusz Korczak’ın yanı sıra Esperanto dilinin mucidi olan ve aynı zamanda göz hekimi, filolog Ludwig Lejzer Zamenhof’un (1859-1917) da aralarında bulunduğu ünlüler bu mezarlıkta uyuyorlar.
VİSTÜL BOYUNCA
KALE, YENİ KENT, ESKİ KENT, KRALİYET YOLU VE LAZİENKİ PARKI
KALE
Kale : Giriş ve mezarlıklar
Kaleler bir parçası oldukları şehirlerin önemli ziyaret noktaları olmalıdır diye düşünmesek buraya yolumuz düşmeyebilirdi. Nedense göz attığımız kaynaklar burayı çekici bir yer olarak göstermemekteydi. Kimi zaman bu bile inatla oraya yöneltebiliyor gezgini.
Polonya, Rusya egemenliği altındayken Çar I. Nikola döneminde XIX. yüzyılda yaptırılmış kale. Sıkça yaşanan ayaklanmaların denetimi amaçlanmış böylelikle. Bir yandan 5000 kişilik Rus birliğine ev sahipliği yaparken içindeki kimi yapılar hapishane olarak da kullanılmış. Önündeki haçlar bir mezarlığın varlığını düşündürüyor. Burada epeyce insan infaz edilmiş. Onların anısına dikilmiş oldukları anlaşılıyor. Bu yönüyle Polonyalıların burayı anımsamamalarını anlayışla karşılamak gerekiyor.
Her şey bir yana çevresindeki yeşil doku ve dingin ortamla birleşen Vistül manzarası için bile buraya zaman ayırmaya değer!
Vistül görünümleri
YENİ KENT
Kaleden ayrılıp Yeni Kent’in yolunu tutarken Vistül’ün çağrısına karşı koyamıyoruz. Irmak kıyısına inip bir süre arkadaşlık ediyoruz Vistül’le. O Baltık’a ilerlerken biz Varşova merkezine doğru yol alıyoruz. Yeni Kent sınırına ulaşıp da karşıya geçtiğimizde Romuald Traugutt Parkı’ndan geçiyoruz. Traugutt (1826-1864) bir Polonya milliyetçisi. Rus ordusundan emekli olmuş. Polonya Rus boyunduruğu altındayken 1863’teki ayaklanmanın önderlerinden birisiymiş. Bu davranışı az önce gezdiğimiz kalede idamla karşılık bulmuş. Son nefesini kalede vermiş olan Traugutt adı parkta yaşatılmış. Parktan çıkar çıkmaz Yeni Kent’e adım atmış oluyoruz. Yeni sıfatıyla gözlerimizin önüne serilen manzara taban tabana zıt! Arnavut kaldırımı yolun iki yanına sıralanmış eski yapılar yeni değil elbette. Ancak, Varşova’nın II. Dünya Savaşı’nda yerle bir olduğu ve bugün ayakta kalmış görünen yapıların fotoğrafları üzerinden yeniden yapıldığı bilgisini eklemek gerek.
Freta Caddesi’ne girmeden önce dikkatimizi çeken yapı Fransizkan Kilisesi.
Franziskan Kilisesi
Biraz daha ilerleyince Yeni Kent Meydanı’na (Rynek Nowego Miasta) ulaşıyoruz. Özgün hali dikdörtgen olan meydan sonradan tuhaf bir üçgene dönüşmüş. Bu şirin meydanın en önemli yapısı Kazimiers Kilisesi. III. Jan Sobieski döneminde XVII. yüzyıl sonunda yapılmış. Barok biçemi görmezden gelinecek gibi değil. Tam karşısındaki metal çeşme küçük meydanı tamamlıyor.
Yeni Kent Meydanı : Kazimierz Kilisesi ve Çeşme
Sonradan yapılmış olsalar da bölgedeki tüm yapılar göz zevkini okşayan görünümde.
Yeni Kent Freta Caddesi
Eski kente doğru yol alırken ünlü bir Varşovalı’ya rastlıyoruz. Maria Sklodowska Curie (1867-1934). Henüz 24 yaşındayken Paris’e göçen bu ünlü Polonyalı ilki 1903’te eşi Pierre Curie ve Bekerel ile birlikte fizik alanında; ikincisi de 1911’de kimya dalında olmak üzere iki kez Nobel Ödülü’ne değer görülmüş. Radyoaktiviteyle ilgili pek çok buluşun altına imza atan Marie Curie uzakta da olsa ülkesini unutmamış. Radyum’un yanı sıra bulduğu bir başka elemente Polonyum adını vererek anavatanını onurlandırmış. Paris’e göçmeden önce yaşadığı evin önündeyiz.
Marie Curie Evi
Onarımdaki Aziz James Kilisesi önünden ilerleyerek Eski Kent sınırına erişmiş oluyoruz.
Aziz James Kilisesi
ESKİ KENT (STARE MİASTO)
Barbikan (Gözetleme Kulesi) ve surlar çağrıda bulunur gibi duruyorlar.
Surlar ve Barbikan
Bu çağrıyı kısa süre bekletip sağa doğru yöneliyoruz. Biraz ileride Varşova Ayaklanması Anıtı beni sakın unutmayın der gibi bekliyor. Adı ayaklanmayla özdeşleşen Varşova’nın bir başka ayaklanma anıtı. Bronz heykellere fon olan görkemli sütunlar fotoğraflanmayı hak ediyorlar. Varşova’da nereye adım atsanız savaşın ve acıların anımsatıldığı bir anıta rastlamamak neredeyse olanaksız.


Surların geçmişi 13. – 14. yüzyıla uzanıyor. Mazovya Prensi’nin şatosunu çevrelemek için yapılmış.
Bu kez adıyla uyumlu bir ortamda buluyoruz kendimizi. İlerlediğimizde Eski Kent Meydanı’na (Rynek Stare Miasto) varıyoruz. Yeni Kent Meydanı’na göre meydanla daha fazla özdeşleşen bir alandayız.
Kentin armasına da girmiş olan denizkızı Sirenka ve iki yanındaki tulumbalı çeşmeler meydanın ana öğeleri. Kenti çevreleyen yapılar da eski sıfatını tamamlayan diğer unsurlar. Kafe ve lokantaları da unutmamak gerek!
Polonya mutfağı çok da geniş bir menüye sahip değil. Pierogi denilen mantı benzeri hamurişi denenebilir. Biraları Avrupa’nın diğer ülkelerindeki gibi son derece lezzetli. Çok duyulmamış olsa da votka üretimi hatırı sayılır bir yere sahip Polonya’da. Bal katkılı yerel içkisi Miody’nin de tadına bakılabilir.




Meydanı geride bırakıp ilerlediğimizde Cizvit Kilisesi ve yanı başındaki Aziz John Katedrali’nin önüne geliyoruz.
Aziz John Katedrali XV. Yüzyılda yapılmış. Ancak, katedral statüsüne XVIII. yüzyıl sonunda kavuşmuş. II. Dünya Savaşı’nda ağır şekilde hasar gören yapı aslına uygun şekilde yeniden yapılmış. Son kral Poniatowski’nin taç giyme töreni burada yapılmış. Kimi ünlü Polonyalıların mezarları da burada. Bu yönüyle bir tür panteon işlevi görüyor.
Aziz John (varşova) Katedrali
Varşova’yı gezmek için yürümek en iyisi. Uzaklıklar son derece sembolik. Eski Kent bir başka şekilsiz meydanla Zamkovi’yle sonlanıyor.
Zamkovi Meydanı : Kraliyet Şatosu, Metal Çatılı Saray, Zygmunt Sütunu
Bu meydanın en önemli yapısı Kraliyet Şatosu. Meydan ağırlıklı olarak Varşova’nın başkent oluşuna ilişkin eserleri barındırıyor.
Kraliyet Şatosu başkenti Krakov’dan Varşova’ya taşıyan III. Zygmunt tarafından yaptırılmış. Pek çok kez değişikliğe uğratılmış olsa da Barok görünümü korunmuş. Altmış metre yüksekliğindeki görkemli saat kulesine ilk saat 1622’de konulmuş. Müzeleştirilmiş ve gezmek için uzunca zaman ayırmak gerekiyor.
Kraliyet Şatosu’nun hemen arkasında Vistül kıyısındaki metal çatılı saray Varşova’nın diğer saraylarının taş kiremitli çatılarının dışındaki tek örnek.
Kraliyet Şatosu’nu yaptıran III. Zigmunt’un heykelini taşıyan sütun yer alıyor. Başkenti Varşova’ya taşıyan Zygmunt anısına dikilen 22 metrelik sütunu oğlu IV. Vladislav yaptırmış.
KRALİYET YOLU
Zamkovi Meydanı’nı geride bırakıp Kraliyet Yolu’na giriyoruz. Krakovskie Predmiescie Caddesi boyunca güneye doğru yol alacağız. St Anne Kilisesi XV. Yüzyılın ikinci yarısında Mazovya Prensi III. Boleslav tarafından yaptırılmış. Barok biçemli yapı XVII. Yüzyıldaki İsveç işgali sırasında ağır hasar görmüş. Soluğunuza güveniyorsanız 100’ü aşkın basamağı tırmanıp çan kulesine çıkabilirsiniz. Bilim ve Kültür Sarayı’nın 30. Katındaki gibi bir panorama sunmasa da yakın çevreyi gözlemlemek için iyi bir yükselti olduğu kesindir. Özellikle, Vistil’ün karşı yakasındaki Ulusal Stadyum görüntülenmeye değer. Stadyum 2012’de Ukrayna ile ortaklaşa düzenlenen Avrupa Futbol Şampiyonası için yapılmış.
St Anne Kilisesi Çan Kulesinden görünümler : Ulusal Stadyum, Çan
Biraz ileride Polonya’nın Namık Kemal’i sayılan Adam Mickiewicz’i (1798-1858) selamlamayı unutmuyoruz. Kırım Savaşı sırasında Türklerin yanında savaşan Leh birliklerine moral vermek için İstanbul’a gelen Polonyalılar arasında olan Mickiewicz yaşamını İstanbul’da yitirmiş. Hatta, iç organlarının Beyoğlu’nda yaşadığı eve gömüldüğü söylenir. Türklerle dostluğu önemsemiş ve bu dostluk üzerine yazmış bir yazın insanı.
Mickiewicz Polonya tarihinin karanlık dönemine rastlayan yaşamını vatan davasına adamış. Şu sözleri vatan sevdasının kanıtıdır!

“Kutsal vatanı kurtarmak için gayretlerimizi – sonucu ölüm olabilecek korkunç ihtimallere karşı – birleştirmeliyiz. Hep birlikte, milletimiz ve vatanımız uğrunda enerjimizi harcamalıyız. Daha üstün bir şekilde, bütün engellere ve tehlikelere karşı koymak gücünü bulmalıyız. Despot bir hükümdarın yönetimine karşı, bu gibi örgütlerin havasında tatlı bir sihir vardır.”
İstanbul’da yakalandığı koleradan ölmek üzereyken yine Polonya kökenli İskender Paşa’ya söyledikleri de anlamlıdır.
“İstanbul’da, koleradan öleceğimi bilseydim, yine buraya gelirdim. Çünkü bu benim görevimdi. Ben, Fransa’da bir ilim akademisinin umumi kâtibi olmaktansa, bir Türk taburunun kâtibi olmayı tercih ederdim.”
Mickiewicz heykelinin sırasındaki Namientkowski Sarayı önceleri köklü ailelerin sarayı olarak hizmet vermiş. Rus işgali döneminde ise Çarcı yönetimlerin yerleşkesi olmuş.
Namientkovski Sarayı
II. Dünya Savaşı’nda ağır hasar görmüş olan saray 1955’de Varşova Paktı görüşmelerine ve 1970’te Almanya ile görüşmelere ve 1989’da yuvarlak masa toplantılarına mekân olmuş. 1994’den bu yana Polonya Devlet Başkanı konutu olarak kullanılıyor.
Bu sarayın sırasındaki Varşova Üniversitesi ülkenin en büyük eğitim ve bilim kurumu.
Yürürken müzik sesi çalınıyor kulağımıza. Karşıya geçtiğimizde oturma bankından geldiğini anlıyoruz müzik sesinin. Ayrıca, bankın üzerinde Polonyalı Frederik Chopin’le ilgili kısa bilgi yer alıyor. Chopin’in yaşamının bir bölümünü önünde bulunduğumuz konutta geçirdiğini öğreniyoruz. Bu yaratıcı buluş için Varşova belediyesini kutlamak geliyor içimizden.
Chopin Evi
Chopin ve Nobel’li edebiyatçı Wladislaw Reymont’un yürekleriyle birlikte onlardan arta kalan küllerin aynı sırada biraz ilerideki Kutsal Haç Kilisesi’nde olduğunu öğreniyoruz. Chopin’in eviyle küllerinin neredeyse yan yana oluşu da ilginç bir rastlantı olsa gerek!
Caddenin sonunda Staszic Sarayı ve önünde bir heykel görüyoruz. Heykel, dünya merkezli gökyüzü anlayışını değiştirerek dünyaya haddini bildirenlerden olan gökbilimci Nikolaus Kopernik’e (1473-1543) ait. O da ünlü bir başka Polonyalı. Saray ise Polonya Bilimler Akademisi tarafından kullanılmakta. Darısı bizim sarayın başına diye mırıldanıyoruz.
Stazic Sarayı ve Kopernik
Buradan başlayarak caddenin adı Nowy Swiat (Yeni Dünya) olacak ve bizi ortasında plastik bir palmiye bulunan Dö Gol Meydanı’na götürecek.
Dö Gol Meydanı ve Nowy Swiat Caddesi
Biraz daha güneye ilerlediğimizde ortasında Aziz Aleksander Kilisesi bulunan Üç Haç Meydanı’na varıyoruz.
Yakındaki Polonya Parlamentosu SEJM’in yarım dairesel ve kabartılarla bezeli dış cephesini görüntüleyip yönümüzü Lazienki Parkı’na çeviriyoruz.
LAZİENKİ PARKI

Lazienki Parkı 76 hektarlık yüzölçümüyle Kraliyet Şatosu’nu daha güneydeki Wilanow Sarayı’na bağlayan Kraliyet Yolu üzerinde yer alıyor. İnişli çıkışlı yollarıyla, içine serpiştirilmiş heykelleri, küçüklü, büyüklü saraylarıyla tam bir cennet bahçesi Lazienki Parkı. Kentin birkaç adım ötedeki karmaşasından kurtulmak için bire bir. Şirin sincaplar cirit atarken alabildiğine uzanan çimler üzerinde; ördeklerin gölcüklerdeki keyifli görünümü dinlenmek için başka şeye ne gerek var dedirten türdendi.
Lazienki Parkı’nda sincap ve ördek
Bir an için kendimize bizim parklarımızda neden ördekler ve sincaplar bulunmaz diye soracaktık ki; iki ve dört ayaklı avcılar geldi aklımıza. Ördekler iki ayaklıların mangal eti, sincaplar da kedilerin avı olurdu tez zamanda!
Parkın girişinde Polonya’nın ve Varşova’nın önde gelen ünlüsü Chopin karşılıyor görkemli heykeliyle bizleri. Yanı başında ise bir başka müzik ustası Franz Lizst. Bu yapıtta Chopin bir söğüt ağacının altında doğadan esinlenirken betimlenmiş.
Yine girişteki bir camekânın içinde Josef Plsudiski’nin (1867-1935) limuzini sergileniyor. Plsudiski, uzun yıllar Prusya ve Rusya arasında paylaşılarak boyunduruk altında kalan Polonya’nın I. Dünya Savaşı sonrası yeniden tarih sahnesine çıkışında önemli bir figür olarak tanınıyor. Aynı, zamanda bu yeni dönemin ilk Cumhurbaşkanı olma onurunu da taşımış. Plsudiski, Harkov’da tıp okurken siyasal nedenlerle okuldan uzaklaştırılmış. Bunun da üzerine adı Çar III. Aleksander’a suikaste karışınca Sibirya’ya sürülmüş. Çarlığın çöküp Sovyet Rusya’nın kurulması tıpkı bizim Milli Mücadele’mize olumlu etki yaptığı gibi Polonya’nın da yeniden bağımsız bir devlet olmasının önünü açmış.
Neo Klasik görünümlü ahşaptan Sibil Tapınağı, Mislewicki Sarayı ve antik görünümlü tiyatronun yanı sıra parkın en önemli yapısı Sudaki Saray. XVII. Yüzyılda yapılmış olan hamamlar XVIII. yüzyılda saraya dönüştürülmüş ve son Polonya kralı Poniatowski’nin (1732-1798) yazlık kullanımı için düzenlenmiş.
Lazienki Parkı’nda gölcük ve Sibil Tapınağı
Parka çıkıştaki köprünün üzerindeki III. Jan Sobieski’nin (1629-1696) atlı heykelini fotoğraflayarak veda ediyoruz. III Jan Sobieski bizim için bozgunla sonuçlanan II. Viyana Kuşatması’nda karşımızdaki güçlerden birisinin başında yer almış. Böylelikle, Polonya-Litvanya Birliği’ni canlandırdığı söylenir.
Lazienki Parkı’nda Jan Sobieski heykeli
Sınırlı zamanda Varşova bu kadar gezilebildi.
Umarız ve dileriz yazarak da olsa gezdirebilmişizdir Varşova’yı bu yazıyı okuyanlara!
Daha fazla görsel için : https://picasaweb.google.com/113712996036446725753/VARSOVA151619TEMMUZ2015













































































Yorum bırakın