SAMOS’TA İLK GÜN

Samos’taki ilk günkü rotamız
Seferihisar’da başlayan keyifli yolculuğumuz 2 saat sonra Karlovasi’de sonlanıyor.
Yaklaşırken Karlovassi
Gümrük işlemlerinin hemen ardından “vakit nakittir” diyerek hemen yola koyuluyoruz. Başka türlü gezi tasarımlarının da olabileceğini düşünsek de ilk gün güneye doğru ilerleyip Pisagor’a varmayı tercih ediyoruz. İlk durağımız aldığımız tavsiyeye de uyarak Platanos köyü. Dolambaçlı yollardan biraz zahmetli bir sürüşle varıyoruz bu şirin köye. Asırlık çınarın altı aynı zamanda köyün meydanı işlevi görüyor. Alışık olmadığımız dinginlik buraya gelme zahmetine değdi dedirtiyor. Çınaraltındaki kahve keyfini uzatmadan güneye doğru yol almayı sürdürüyoruz.

Platanos’ta çınaraltı
Dolambaçlı ve patikadan hallice yollardan geçerek Marathokampos’a varıyoruz. Adanın en yüksek doruğu da olan Kerkis Dağı’nın güney eteklerine kurulmuş olan Marathokampos zeytin ve sabun üretimiyle ünlenmiş. Marathopkampos köyünde soluklanıp adanın güney kıyılarıyla köyün limanı sayılan Ormos manzarasını izlemenin keyfini sürüyoruz. Marathokampos ada tarihinde önemli yeri olan Osmanlı’ya karşı ayaklanmanın öncülerinden Yüzbaşı Stamatis’in de doğduğu köy. Köyün içinde Stamatis anıtına rastlayınca fotoğraflamayı ihmal etmiyoruz.
Marathocambos’ta Stamatis heykeli ve Marathocambos’tan görünümler
Marathocambos’tan Ormos
Kerkis dağı eteklerini geride bırakıp doğuya doğru sürüyoruz aracımızı bu kez. Bir süre sonra adanın ikinci yüksek doruğuna sahip olan Ampelos dağının güneyinde yer alan Pirgos’a varıyoruz. Pirgos, adanın insansızlaştırıldığı Ceneviz dönemini izleyerek Osmanlıların adaya egemen olmasıyla yerleşimin özendirildiği süreçte Peleponnes’ten gelenlerce kurulmuş.
Biraz daha doğuya ilerlediğimizde Myli’ye varıyoruz. Myli, geçmişte adanın Osmanlı egemenliğine girmesinde önemli rolü olmuş ünlü Türk denizcisi Kılıç (Uluç) Ali Paşa’nın adıyla kurulmuş.
Myli’yi geride bıraktıktan sonra güneye ilerlediğimizde deniz kıyısındaki Heraion antik kentine varıyoruz. Samos geleneklerine göre Hera’nın İmbrasos çayının kıyısında dünyaya geldiğine inanılıyor. Hera’nın Zeus’la burada evlendiğine ilişkin inanış da oldukça yaygın. Hera Tapınağı’nı ünlü tarihçi Heredot “gördüklerimin en büyüğü” sözleriyle tanımlamış.
HERAİON antik kenti
Heraion’un geçmişi MÖ VII. yüzyıla uzanıyor. Hera Tapınağı’nın Pers Kralı Kiros tarafından tahrip edildiği biliniyor.
İlk yazıdaki sitemimizi yineleyelim. Saat 15 sularında ören yerinde olmamıza karşın görevlilerin yerinde yeller esmekteydi. Bu durumda Heraion’u demir parmaklıkların ardından görüntülemekten öteye geçemedik.
İçimizdeki buruklukla Pisagor’a yönelmekten başka çaremiz kalmamıştı. Kısa bir yolculuktan sonra kendimizi Pisagor’da bulduk. Kente girmeden önce Likurgos Logotetis Evi ile kalesini ve yanındaki kiliseyi görüntüleme fırsatı buluyoruz. Logotetis Yunanların Osmanlı’ya karşı ayaklanması sonrasında adaya atanan ilk vali olarak tanınıyor. Evin yanı başındaki kale Yunan Bağımsızlık Savaşı sırasında Türklere saldırının sıçrama tahtası olarak kullanılmış. Yerleşkedeki Transfigürasyon Kilisesi 1824’te Logotetis tarafından yaptırılmış.
Pisagor girişinde Logotetis Kalesive Transfigürasyon Kilisesi
Pisagor adanın diğer kentleri gibi derli, toplu ve kısa sürede keşfedilecek türden. Liman bölgesi Pisagor’un kalbi gibi. Şirin limandaki küçük kafe ve lokantalardan birisinde kısa süreli de olsa zaman geçirmelisiniz. Limanın ötesinde Pisagor plajı uzanıyor.
Pisagor’dan görünümler…
Limanı çevreleyen dalgakıranlardan birinin üzerinde okullu olmuş hemen herkesin tanışık olduğu Pisagor Teoremi’nin mucidi Pisagor anıtı yer alıyor. Dik üçgenle Pisagor’u bütünleştiren bronz anıt mutlaka görülmeli. Bunun yanında yer alan bir başka anıt da görmezden gelinmeyecek denli kendisini gösteren türden. Olasılıkla II. Dünya Savaşı kurbanları anısına dikilmiş buraya.
Pisagor limanında deniz yıldızı görünce denizin temizliğine yorduk bu durumu!

Yunanların siesta tutkusu Pisagor’daki programımızı da etkiledi. Polikratos Kalesi ve yine Polikratos tarafından yaptırılmış olan kente su taşıma amaçlı Eupalinos Tünelleri ziyaretimizi de bir sonraki sefere bırakmak durumunda kaldık. Kale ada savunmasında zamanın önemli direnç noktası olmuş
Mimar Eupalinos’un yaptığı tünel ise kente su sağlayan su yoluymuş. İki uçtan başlayan yapımı tam isabetle birleşmiş. Bugünün teknolojisiyle bile şaşmayla sonuçlanabilecek bu saygın inşaat adadaki matematik ve geometri birikiminin eseri olsa gerek diye düşünmeden edemiyor insan.

Pisagor Limanı
Geceleyeceğimiz Karlovasi’ye dönüş yolundayız.
Vati’ye taşınmadan önce adanın başkenti olan Chora’dan geçiyoruz önce. Bu alçakgönüllü yerleşimin tarihi, adaya yeniden yerleşimin başladığı döneme dek uzatılabiliyor. Chora’dan yönümüzü kuzeye çevirip Mitilini köyüne varıyoruz. Önceden de söz ettiğimiz ve adından da anlaşılacağı gibi Mitilini, yeniden yerleşim döneminde Middilli’den göçenlerce kurulmuş. İki bin beş yüz kişinin yaşadığı Mitilini adanın tütün ve şarap üretim merkezi olarak öne çıkmış.
Mitilini adanın Paleontoloji Müzesi’nin bulunduğu belde aynı zamanda. Akşam saatleri olduğu için görüntülemekle yetiniyoruz.


Karlovasi’ye dönüş yolundaki bir sonraki kuzeye sapak Mavratzei’ye götürüyor bizi. Mavratzei adanın ikinci yüksek doruğuna sahip Ampelos Dağı’nın güneydoğu yamaçlarında konuşlu. Öteden beri çömlekçilikle tanınmış bir belde. Mavratzei’ye girişte önemli kutsal mekân Timios Stavrou Manastırı selâmlıyor bizleri. Manastır papaz Nilus tarafından 1592’de kurulmuş. Bu bakımdan da adanın en eskilerinden birisi.
Timios Stavriu Manastırı
Mavratzei’nin çömlekçilikteki ününü özgün tasarımlı bardakları taçlandırıyor. “Maskara bardak”tan su ya da başka sıvı içebilmek için bardak üzerindeki kimi deliklerin parmaklarla ustalıklı biçimde kapatılması gerekiyor. Mavratzei’ye özgü bir diğer bardak olan “Dikia kupa” adaletli kupa anlamına geliyor. Tasarımında başka bir yazıya konu olabilecek incelik var. Maskara bardak değil ama Dikia kupa bulabiliyoruz ve anı olarak saklamak üzere ediniyoruz.
Günbatımında Karlovassi’de olabilmek için yola koyuluyoruz bir kez daha. Artırdığımız zamanda Karlovassi’yi tanıyalım istiyoruz. Bir söylentiye göre Karlovassi adı Karlıova’dan gelmektedir. Otelimizin yakınındaki Aya Nikola Kilisesi’nden başlıyoruz görüntülemeye. Kilise Bakire Meryem’in yeryüzündeki bedensel varlığının sonlanmasına gönderme yaparak Uyku (Ölüm) Kilisesi olarak da anılıyor.
Bir kaç yüz metre ötedeki Dericilik Müzesi de ilgi çekici bir başka mekân. Uzak geçmişten bu yana dericilik Samos’un gelişmiş işkollarından birisi. Balkanlar ölçeğinde tanınmışlığı söz konusu.
Aya Nikola Manastırı
Kente egemen tepede Aya Triada Kilisesi yer alıyor. Yeni, Eski, Orta Karlovassi ile Körfez ve Liman bölgelerine egemen bir tepede yer alan kilise Karlovassi’nin ilk bakışta fark edilen yapılarından birisi.



Aya Triada gece ve gündüz
Potami yönüne ilerlendiğinde bir başka kutsal mekân olan Aya Nikolaos Kilisesi çıkıyor karşımıza. Şapel demek daha doğru olur büyüklüğüne bakılarak. Modern biçemli bu kiliseye vardığınızda yüzünüzü batıya dönerseniz Samos’un en güzel plajlarından Potami göz alabildiğine uzanır. Doğu yönünde ise Karlovasi limanı ve körfezi görüş alanınızdadır.
Aya Nikola Şapeli
Potami Plajı
Hızlı Karlovassi turu sonrası yorgunluğumuzu liman bölgesinde güneşi batırarak çıkartıyoruz.
SAMOS’TA İKİNCİ GÜN

Samos’taki 2. gün rotamız
Samos’taki ikinci günümüze de gecelediğimiz Karlovassi’den başlıyoruz. Bu kez yönümüz kuzey sahili boyunca doğuya olacak. Düz bir çizgi üzerinde ilerlemek yerine yeri geldikçe güney yönündeki yollara sapıp dönüp uzaktan fark edilmesi olanaksız güzellikleri keşfetme çabası içinde olmayı planlıyoruz.
İlk sapağımızın tabelasında Ydroussa yazılı. İkileme düşmeksizin izliyoruz patikadan hallice yolu. Ampelos’un kuzeybatı eteklerindeki şirin köyü selâmlayıp yeniden ana yola dönüyoruz. Anayol sapaklardan sonra oldukça geniş görünüyor gözümüze.
Aya Konstantinos’a geldiğimizde bir kez daha güneye dönüp görülmesi olmazsa olmaz Manolates köyüne ulaşıyoruz. Aracımızı girişteki otoparka bıraktıktan sonra kısa bir yürüyüşle köy merkezine varıyoruz. Köyün dar sokaklarında hangi yöne gideceğimizi şaşırıyoruz. Hemen tüm sokaklar ilgimizi fazlasıyla çekiyor. Köydeki tarihsel yapıları korumacı anlayış hayranlık uyandırıcı. Değerbilirliğe tanık olmanın keyfini kahve sefasıyla tamamlıyoruz Manolates’ten ayrılmadan önce.
Manolates sokakları
Manolates kedileri
Manolates’ten anayola dönüşte gözümüze ilişen Vourliates bir sonraki durağımız olsa da patika yola güvenip kestirmeden gitmeyi göze alamıyoruz.
Şirin Vourliotes köyü adanın Osmanlı egemenliğiyle birlikte yeniden yerleşime açılması sonrasında Urla’dan göçen hemşehrilerimizce kurulmuş. Uzaktaki Anadolulular kadar köyün bir önceki durağımız Manolates gibi korunmuş olması ilgimizi çekiyor. Kısa bir köy turu sonrası Vati’ye yönelmek üzere bir kez daha yola koyulmak zorunda olduğumuzu anımsıyoruz.
Adanın önemli ve güzel plajlarından bir başksı olan Kokkari’yi dönüşe bırakarak zaman yitirmeksizin Vati’ye ulaşmak istiyoruz. Vati ya da diğer adıyla Samos aynı zamanda adanın yönetsel merkezi. Adanın kuzeydoğusundaki korunaklı bir körfezin içinde yer alan Vati 5000’i aşkın nüfusuyla adanın kalabalık yerleşimlerinden birisi. Beş kilometreyi bulan bir sahil bandına sahip.
Kordonboyu’nu oluşturan cadde Temistokles Sofuli adını taşıyor. Sofuli Yunanistan’ın Osmanlı’dan bağımsızlığını kazanma mücadelesinde Samos’ta önemli başarılar kazanmış bir kişilik. Adını taşıyan caddenin üzerindeki bir meydanda yer alan heykeli de önemsenen kişilik olduğunun bir başka göstergesi. Heykelin önü, arkası adadaki Afrika kökenli az sayıdaki siyahın barınma ve buluşma merkezi olarak da işlev görüyor.

Temistokles Sofuli heykeli
Katolik Katedrali
Kordonboyunca ilerlerken adadaki Katolik topluluğunun kutsal merkezi sayılan Katolik katedrali çekiyor dikkatimizi. Katedralin sırasında Almanya, Fransa ve İngiltere’nin adadaki konsoloslukları yer alıyor. Biraz ötede Yunan Ulusal Bankası’nın sütunlu yapısı çarpıyor göze.

Yunan Ulusal Bankası
Zaman hızla akıyor. Arka sokaklardaki güzellikleri ve keşfedilmeyi bekleyen önemli mekânları bir başka ziyarete bırakmak zorunda kalmanın hüznünü yaşıyoruz. Pek çok gezide yaşanan sevimsiz durumu çaresiz kabulleniyoruz.
Vati çıkışında adadaki polis varlığını fark ediyoruz. Son derece hızlı evrak denetimi 1 dakika bile sürmüyor.
Başlangıç noktamız Karlovassi’ye dönüş yolunda ne yapıp edip Kokkari’ye zaman ayırmalı diyoruz. Pişman olmuyoruz. Plajdaki kafede soluklanmak çok iyi geliyor. Özellikle Avrupalı turistlerin burayı tercih ettiğini anlıyoruz çokluklarından. Bizdeki her şey dahil çılgınlığından eser olmadığını görerek turizmden kazanmanın ille de bu yola sapmayı gerektirmediğini düşünüyoruz.
Kokkari Plajı

Yorum bırakın