Çoktandır unutulmuş olan şarbonla son tanışmamız birkaç yıl önce zarflar aracılığıyla oldu. Sporlu ve dolayısı ile son derece dayanıklı bir mikroorganizma olması zarflanarak yayılmasına olanak vermişti. Biyoterör kapsamında olduğu düşünülen bu saldırılar unutulmuşken şarbon bir kez daha yaşamımıza girdi.

B.anthracis1

Şarbon etkeni 

En iyi bildiğimiz iş olan tarım ve hayvancılığı unutmuş olmamız önde gelen nedendir bu hortlamada.

Türkiye’nin genel nüfusunda kırsal oranın % 7’lere düşmesi tarım ve hayvancılık etkinliklerinin azalması ülkemizin besin üretimi açısından kendi kendine yeten sıfatını yitirmesi sonucunu doğurdu. Uruguay’dan Avustralya’ya Sırbistan’dan İrlanda’ya pek çok ülke tarım ve hayvancılık ülkesi Türkiye’ye hayvan satıcısı oldu.

Her şeyi bir yana bırakalım!

İçinde bulunduğumuz yetersizlik koşulları hayvan dışalımı gerektiriyor. Başlı başına ibretlik bir durum olan bu zorunluluğu iyi yönetebilirdik. Hayvan sağlığının insan sağlığının ayrılmaz parçası olduğu bilinciyle satın alınan hayvanlar veteriner hekimlerce muayene edilebilirdi. Buna karantina ve hayvan aşılama uygulamaları eklenebilirdi.

Tüm akılcı ve bilimsel uygulama ve davranışlar yerini anlamsız bir gamsızlığa ve biraz da tevekküle bıraktığında olanlar oldu!

Şarbon mikrobu kapımıza gelmekle kalmadı, içeri girip hasta etmeye başladı.
Altmışlı yıllarda on binlerle ifade edilen insan şarbonu olgu sayısının doksanlardan sonra birkaç yüzlere düşmüş olduğu bilgisini de ekleyelim.

Hem güvenilir hem de doyurucu bilgiler içeren aşağıdaki bağlantıdan yararlanılabilir :

http://www.toraks.org.tr/halk/News.aspx?detail=4813

En sık görülen türü olan deri şarbonu, tedavisi olan ve ölümcüllüğü olmayan bir hastalık. Bu nedenle ürküye ve korkuya kapılmak yersiz.

Ancak, neredeyse kökü kazınma noktasına gelmiş mikrobik bir hastalığın hortlaması kimi noktaları sorgulamamıza engel olmamalıdır.

Şu günlerde pek çoğumuzu kaygılandıran şarbon olgularının GIDA EGEMENLİĞİ sorunu olduğunun altı çizilmeli. Farklı deyişle, bir ülkenin insanlarını beslemek gibi önde gelen işi ihmal edilmektedir Türkiye’de. Kırsalda dibe vuran nüfusu ülkenin kendi kendine yeten tarımsal/hayvansal üretim alanında yetersizlik anlamına gelmektedir. Bu durumda dış kaynaklardan sağlanması kaçınılmaz olan besinlerimizin GIDA GÜVENLİĞİ kendisini göstermiş olmaktadır.

Yazının başında vurguladığımız gibi akıl ve bilim yolundan sapalı çok olmuş, ne çıkarsa bahtına yollarına düşürülmüş ülkemizde şarbona rastlanmasına değil rastlanmamasına şaşırmak gerekirdi.

Yine de karalar bağlayıp, depresyona girmek gerekmez.

Umarı bulunan bir dertle karşı karşıyayız.

Kısa erimde yurtdışından getirilen canlı hayvan ve karkas etlerin gıda güvenliği sağlanacak şekilde ülkeye sokulması, canlı hayvanlar için karantina ve aşılama gibi son derece etkili ve önleyici uygulamaların ivedilikle yaşama geçirilmesi gerekmektedir.
Orta ve uzun erimde ise Türkiye’nin köklerine dönmesi tarım ve hayvancılıktaki becerilerini anımsaması gereklidir. Bunun önde gelen gerekliliği de insan kaynağıdır. Kentten köye dönüş programları devreye sokulmalı ve son derece sorunlu ve zahmetli de olsa bu yola girilmesinden kaçınılmamalıdır.

Çare kendi besinimizi kendimizin üretmesidir. Bu daha önce yaptığımız ve çok iyi bildiğimiz bir iştir!

sap-enstitusu-mudurlugu-570x380

Ankara’ya Eskişehir yönünden girilirken ODTÜ komşuluğunda Şap Enstitüsü şimdilerin yapı çokluğu içinde kaybolup gitmiş gibidir. Hayvan sağlığı da insan sağlığı gibi korunabilir. Hatta, toplum sağlığı bakımından bu koruma kaçınılmaz bir gerekliliktir.

 

Bir örnekle bitirelim! İnsan sağlığına verilmeyen önemden yola çıkarak hayvan sağlığının akla bile getirilmemesine şaşırmayalım.

Türkiye Cumhuriyeti’nin en yüksek yargısal kurumu olan Anayasa Mahkemesi kimi ana-babaların çocuklarını aşılatmama hakkını aldığı bir kararla yerleşikleştirdi. Bugün ana-baba istemediği sürece hiç bir çocuğa kızamık, tetanus, boğmaca, difteri başta olmak üzere bulaşıcı hastalıklardan koruyan aşı yaptıramazsınız. Durum böyleyken, sakıncalı duruma son vermekle ve bir yasal düzenlemekle yükümlü Sağlık Bakanlığı bu önemli sorunla ilgili kılını kıpırdatmamaktadır.

İnsan sağlığına duyarlılığın bu düzeyde olduğu yerde hayvan sağlığına duyarlılık beklenebilir mi?

Şarbon olgularıyla ilgili olarak özellikle sosyal medyaya egemen olan haber ve yorumlar da evlere şenliktir. Bu ortamda paylaşılan haberlerin görece entelektüel kimselerce paylaşılıyor oluşu da bir o kadar düşündürücüdür.

Duyarlı olmaya, kendi besinimizi kendimiz üretme hedefine yönelmeye elbette evet ama yersiz ürküye hayır…

 

 

Posted in

Yorum bırakın