Kurtuluş Savaşı henüz sonlanmış. Cumhuriyet kurulmuş. Bir başka savaş başlıyor : ÇAĞDAŞLAŞMA ve UYGARLAŞMA! Bunun için de savaşlarda kırılmış, savaşlarda kırılmasa da sağlıksızlaşmış bireylerden seçilebilenler Avrupa’ya eğitim ve öğretim amacıyla gönderilecek. Nitelikli insan gücünün olmadığı yerde bağımsızlığın korunması da çağdaşlaşma da olanaksız.
Avrupa için seçilmiş gençlerden birisi kendisini Avrupa’ya götürecek terene binmek için Sirkeci Garı’nda. Serin bir gün! Gencin kaygısı havanın soğuğuyla katlanmış. Yaban ellerde ne yapacak? Devlet ona destek olacak mı? Zihninde sayısız soru işareti!
Bir an aklından gitmekten vazgeçmeyi bile geçiriyor gencimiz. Tam da bu sırada adını haykıran postacıyı işitiyor. Mahmut Sadi, Mahmut Sadi! Mustafa Kemal imzalı bir telgraf getirmiştir postacı. Telgraf kısa ve bir o kadar etkileyicidir.
“Sizleri Avrupa’ya kıvılcım olarak gönderiyorum! Bir ateş topu olarak dönmelisiniz!

Az önce aklından vazgeçmeyi geçirdiği için utanç içindedir. Yüce önder böyle bir görev verir de gidilmez mi? Gidilir de ateş topu olarak dönülmez mi? Sirkeci’de başlayan yolculuk Berlin’de sonlanır. Eğitim öğretim sürecinin bitiminde ateş topu olarak Türkiye’ye dönülür. Mahmut Sadi Irmak tıp doktoru ve profesörü olmakla yetinmez ülkesinin başbakanlığına dek yükselir.
Yüz yıl önceki bir öyküyü neden yazdım?
Bugün de kıvılcımlarımız eksik değil! Eksik olan o kıvılcımların ülke sınırları dışına çıktıktan sonra ateş topu olarak geri dönmemeleri. Ya da bu dönüşü sağlayacak koşulların yokluğu!
Kuşkusuz ülkenin başında Atatürk gibi heyecan veren, özendiren bir yönetsel kişilik yok! Yüz yıl önceyle bugün arasındaki en önemli fark bu!
Bir başka önemli fark da ailelerin evlatlarını ülkeye dönmeye özendirmekten yoksun bir tutum içinde oluşları! Heyecan yitimi, umutsuzluk ve geleceği başka ellerde arama eğilimi de cabası!
Bir başka önemli fark günümüzde küreselleşme denen olgunun iletişim ve ulaşım alanında yol açtığı köklü değişimler. Dünyanın en uzak noktasına erişmek bile 24 saat içinde olası artık günümüzde.
Bu kolaylığın bir başka sonucu da nitelikli insan kaynağının beyin avcılarınca başkalarına hizmet için ayartılabilmesi olanaklarının gelişmiş olması.
Türkiye dışı ülkelerde yakalanan sözde fırsatların ne denli büyük düş kırıklıklarıyla sonuçlandığını her nedense pek az kişi söz konusu ediyor. Varsa yoksa yurt dışı! Kesin ve güvenceli kurtuluş(!) yolu olarak pazarlanıyor bu seçenek!
Yönetenlerimizin öngörüsüzlüğü ve nitelikli insanlarımıza yönelik hoyrat tutumu tartışmaya yer bırakmayacak kadar açık ve kesin!
Ya aileler ve onların çevresindeki halka olan yakın çevre?
Ateş topuna dönüşmüş kıvılcımlarımızın yaban ellerde başkalarının hizmetkârı olması, ülkeleriyle olan gönül bağlarını bitirme noktasına gelmeleri üzücü ve korkutucu değil mi? Bu duruma gelecek idiysek eğer Cumhuriyet’i niye kurduk? Devrimleri niye yaptık? Bunca atılımı 100 yıl önceye dönmek için mi yaşama geçirdik?
Evlatlarımızı beslemek, büyütmek, nitelikli insanlar olmalarını sağlamak hiç kuşkusuz temel ödevimiz! Ülkeyle bağlarını korumak, ülkelerine hizmeti özendirmek bu temel ödevlerden soyutlanabilir mi?
Mustafa Kemal Atatürk’ün ve onun yarattığı ateş toplarının yüce anısına saygıyla…

Yorum bırakın