Kiev başkent olmasının yanı sıra Ukrayna’nın 3 milyon nüfusuyla en kalabalık ve başat kenti. Adı kurucu 3 kardeşten biri olan Kyi’den geliyor. Kiev ülkedeki diğer kentlere göre tarihi de en eski ve köklü olanı. Ukraynalılara Rusya karşısında tarihsel altyapı sağlayacak denli eski bir kent.

Sovyet dönemi boyunca da ülkenin önde gelen kentlerinden birisi olmuş.

Dinyeper ırmağının yaşam verdiği kent bu ırmak tarafından iki yakaya ayrılmış. Doğu yakası daha canlı ve yoğun yerleşimli. İstanbul Boğazı’na yakın genişlikte bir ırmak olduğunu söylersek debisi ve oylumu hakkında fikir vermiş oluruz. Raylı sistemlere de geçit veren pek çok köprü iki yaka arasındaki bağlantıyı sağlıyor.

Kiev’de Lviv’dekinden farklı olarak varaklı soğan kubbeli Ortodoks kiliselerinden bolca görülüyor.

Kiev’de yerin üstü kadar yerin altı da son derece hareketli. Ellili yıllarda Sovyet döneminde yapılan Kiev Metrosu komünist dönemin ülkede ve Kiev’de bıraktığı derin izlerden birisi olarak göze çarpıyor. Moskova’daki kadar olmasa da kimi istasyonlar sanatsal yapıtlarla donatılmış.

Kiev Metrosu

Geniş meydanlar ve caddeler de Sovyet kalıtı olarak boy göstermekteler.

Kiev’in geniş caddesi Kretschyak Bizans biçemli soğan kubbeli Ortodoks kiliseleriyle Stalinist yapıları yan yana barındırmasıyla da ilginç bir ortam sunmuş oluyor ziyaretçilere.

Maidan’ın Krestchyak’la kesiştiği köşedeki postane de bir komünist dönem kalıtı olarak görkemli şekilde varlığını sürdürüyor.

Kiev’de Postane
Krestcyhak Caddesi

Kiev’e girişte Kruşçev dönemi konutlarınca karşılanıyoruz. Tuğla duvarlı bu tip yapıları bundan böyle tüm Ukrayna kentlerinde görür görmez tanıyabileceğiz. Kruşçev küçük denebilecek bu konutların geçici olduğunu ve yaklaşık 20 yıl sonra Sovyetler yeterince güçlendikten sonra yeni dönemde çok daha görkemli konutların yapılacağından söz eder. Sovyetler gönence kavuşana dek geçici konut tipidir ona göre onun döneminde yapılan bu yapılar.

Kruşçev konutları

Kiev’in yeşilini, mavisini ve doğayla iç içeliğini tanımlamak için de Kiev’i 1966’da ziyaret eden ünlü Fransız devlet adamı Charles De Gaulle’ün sözlerini anımsamakta yarar var.

“Kentlerin içine kondurulmuş yeşillikleri çok gördüm. Ama, yeşillikler içine kondurulmuş bir kenti ilk kez burada görüyorum”

Charles de Gaulle

Kiev, 2014’teki Turuncu Devrim’i izleyen dönemde özellikle Rusya’nın Kırım’ı Ukrayna toprağı olmaktan çıkartması ve ülkenin doğusunda da Rus yanlısı grupların denetimini desteklemesinden sonra “Komünizm’den Arınma” kararının Ukrayna’da uygulanmaya başlamasıyla bu etkinliğin en yoğun şekilde yaşandığı kent olma özelliğine de sahip.

Maidan’daki Turuncu Devrim gösterileri Kiev’deki son Lenin heykelinin de devrilmesi sonucuna da yol açmış. Heykeller kaldırılsa da, orak-çekiçler yerlerinden indirilse de ve hatta hemen her şey Ukrayna bayrağı renklerine boyansa da Komünizm’den arınmak hiç de kolay değil gibi görünüyor. Kiev’deki komünist izler oldukça derin.

Meydan’ın tam adı Maidan Nezalezhnosti (Bağımsızlık Meydanı).Kentin kalbi saptaması yanlış olmaz burası için. Olmazsa olmaz mekân AVM’nin yerin altına saklanmış olması da bir komünist alışkanlık mıdır diye sormadan edemiyor insan.

Altın varaklı Bağımsızlık Anıtı Maidan’ın bir diğer önemli süsü olarak yükselmiş burada.

Ukraynalaşmanın hız kazandığı Rus etkisinin olabildiğince silinmeye çalışıldığı günümüzde “Kiev mi, Kyiv mi” ikilemi de ortaya çıkmış oluyor. Ukraynalaşma gereğince Kyiv daha güçlü bir seçenek elbette.

Kiev’in özerk olma hevesleri tarih boyunca çok çeşitli nedenlerle sonuca erişememiş. Rus imparatorluğunun yükselişte olduğu XVIII ve XIX. yüzyıllarda gönenci artan Kiev Küçük Rusya’nın önde gelen kenti olarak bu rolünü benimsemiş.

Batu Han önderliğindeki Moğol akınlarından da etkilenen Kiev daha sonra Litvanya egemenliği altına girmiş. Moğol akınlarından bugüne kalan tek yapı Altın Kapı olarak adlandırılmış olan XIII. Yüzyıldan kalma sur kalıntısı. Ortada sur falan da kalmamış ama son surun olduğu yer anıtlaştırılmış demek daha doğru olur. Altın Kapı önünde diz çökmüş Bilge Yaroslav anıtı Peçenek saldırılarına karşı direnen hükümdarı betimlemiş.

Altın Kapı

Yakındaki Ulusal Opera da bir başka önemli Kiev mekânı. Diğer kentlerdeki gibi Kiev’deki opera yapısı da alabildiğine görkemli ve alımlı.

Kiev Operası

Azize Sofya Katedrali’nin de yer aldığı aynı adlı meydanda Kozak önderi Bohdan Khmelnitsky’nin atlı bronz heykeli yer alıyor. Bu tarihsel alanda kendisine yer bulan ve gözü tırmalayan yapı ise cam-çelik-beton üçlemesinden oluşan bir otel. Ne yazık ki Türk elinden çıkmış.

Sofiaskaya Meydanı’nda dokuya aykırı bir otel.
Bohdan Khmelnitsky Anıtı

Ukrayna’daki kimlik arayışının bir başka yansımasına Avrupa Meydanı’nda rastlamak olası. Bugünlerde bu adla anılan meydana Sovyet döneminde de damgasını vurmuş olan Dinamo Kiev Stadı’nın girişi de açılıyor. Stada Sovyetler Birliği döneminin milli takım teknik direktörü Ukrayna kökenli Valeri Lobanovski’nin adı verilmiş. Yaşım elverdiği için anımsıyorum. Doksanlı yıllara doğru Lobanovski yönetimindeki Sovyetler Birliği 2000’li yılların takımı olarak gösterilmekteydi. Abartılı bir niteleme olsa da dünyada kabul gören bir görüştü. Sovyet dönemi hemen her şekilde yok sayılırken Lobanovski’nin bundan bağışık tutulması olsa olsa Ukraynalı oluşuyla açıklanabilir.

Lobanovski Stadı (Dinamo Kiev)
Ukrayna’da NATO tutkusu.

Hem Ukraynalılar hem de yabancılar için önde gelen çekim merkezlerinden bir diğeri de Peçerska Lavra. Dinsel yapılar yerleşkesi olarak da adlandırılabilecek bu mekânda her yıl 500 bin dolayında Ortodoksun burada hacı olduğunu eklemekte yarar var.

Peçerska Lavra girişinde buranın ruhuyla uyuşmayan bir nesne

Yeraltındaki mağaralar nedeniyle Mağara Manastır olarak da bilinen Peçerska Lavra’nın tarihi Prens Valdimir’in Hıristiyanlığı kabul yıllarına dayanıyor. Hıristiyanlığın kabulü ile birlikte Yunanistan’daki Atos Dağı’ndan Kiev’e göçen Aziz Antonio 1051’de buraya yerleşmiş. Mağaralar da onun döneminden kalmış. Şakirdi Theodosius’un da katkılarıyla mağaraları geliştiren Aziz Antonio din adamlarının yaşamlarını yeraltında geçirmesi geleneğini başlatmış.

Yeraltındaki küçük bir pencereden başka dışa açılan  girişi olmayan hücreler pek çok din adamını barındırmış. Burada yaşamını geçirmiş din adamlarının naaşları mumyalanmışçasına korunmuş. Bu durum mağaralardaki nem ve iklim koşullarından kaynaklanmış. Din adamları ise bu korunmayı azizlerin manevi gücüne bağlamış. Bugün de burayı gezerken bu mumyaları yakından görmeniz olası. Mağaraya girişte aydınlatma amaçlı olarak mum satın almanız zorunlu. Ayrıca, içeride fotoğraf çekimi de yasak.

Kiev’deki bir sonraki durağımız Ana Vatan Savaşı Müzesi’ydi. Dinyeper kıyısında genişçe bir alana yerleşmiş müzenin yanı başındaki Ulusun Anası ya da Anavatan anlamına gelen Rodina Mat heykeli yükseliyor. Ellerindeki kılıç ile orak-çekiçli kalkan vatan savunmasını simgeliyor. Sovyet Ukraynasının Nazilere karşı utkusunu betimleyen görkemli bir heykel. Yüksekliği 102 metre olan heykelin ağırlığı ise 560 ton. Yapımı 1981’de Brejnev döneminde tamamlanmış.

Rodina Mat
Ana Vatan Savaşı Müzesi

II. Dünya Savaşı’nı da olanca sıcaklığıyla yaşayan kent bu sırada nüfusunun yarısını yitirmiş. Savaşın kentte bıraktığı derin iz II. Dünya Savaşı Müzesi’nde yaşatılıyor günümüzde de. Bahçedeki Ukrayna renkleriyle boyalı tank ve müze girişindeki Ukrayna bayrakları Ukraynalaştırmanın bu mekândaki yansımaları olarak göze çarpıyor.

Yerleşkede Meçhul Asker anıtının yanı sıra hiç sönmeyen ateş ve Anavatan Savaşı’nı betimleyen kabartmaları görmek de mümkün.

Bahçedeki tanklardan birinin ve müze girişinin Ukrayna renkleriyle donatılmış olması son zamanların ürünü.

Müzede sergilenen sayısız savaş araç gerecinin yanı sıra savaşta yaralanan ya da yaşamını yitirenlere ait pek çok nesne zaman tüneline girmiş gibi duyumsamanızı sağlıyor. Duygulanmamanız olası değil burada.

Kurbanlara ilişkin görseller

Müzedeki biri birinden etkileyici pek çok köşeden birini betimlemek kaçınılmaz. Uzunca bir masanın bir tarafına dizilmiş olan asker eşyalarının karşısına sıralanmış bardaklar Anavatan Savaşı’nda canlarını veren askerlerin şerefine anlamına geliyormuş. Ukrayna’da alkol tüketimi ve özellikle de votka gündelik yaşamda önemli yer tutuyor. Anıya saygıda da kendisine yer bulmakta güçlük çekmiyor bu ulusal içki.

Mataralar ve kadehler…

Bu müzedeki etkileyici bir diğer köşede Nazilerin toplama kamplarında katlettikleri kurbanlarından yapılma sabun ve yine kurbanlarının derilerinden üretilmiş eldivenler yer alıyor. II. Dünya Savaşı’ndan 75 yıl sonra aynı dehşeti yaşamamak ne mümkün!

Sabun ve eldiven. İnsandan insan yapımı!
Zafer köşesi

Dolu dolu Kiev gününü Dinyeper tekne turuyla tamamlıyoruz. Irmaktaki adacıklar göz yanılsamasına yol açıyor. Gerçekteki eni İstanbul Boğazı’nınkine denkmiş Dinyeper’in. öğrendiğimize göre. De Gaulle’ün yeşile kondurulmuş kent nitelemesi Dinyeper’den bakıldığında daha iyi fark edilmiş oluyor. Denizden uzak Kiev’de belediye Dinyeper kıyılarında oluşturduğu plajlarla kentlinin deniz özlemini gidermeye çalışıyor.

Dinyeper Plajı
Kiev köprüleri

Gün sonlanırken Kiev’in kalbine son bir bakış için rıhtıma yakın istasyondan metroyla Maidan’a yöneliyoruz. Metro yolculukları bir kenti ve kentliyi tanımanın kolay ve güvenilir yollarından biri. Orada varsılı da yoksulu da görmek olası.

Kiev metrosu

Kiev serüvenini Maidan’da sonlandırıyoruz.

Kiev fotoğrafları için :

https://drive.google.com/drive/folders/1YJYlPj0DWsd3ehqGCC6AIHZEZDsizCOL

20.08.2019

Ceyhun Balcı

Posted in ,

“KİEV” için bir cevap

  1. Gürol Peynirci Avatar
    Gürol Peynirci

    Çok beğendim, teşekkürler.

Yorum bırakın