Depremselliğin araştırılmasında ve sonuca varılmasında yer bilimlerinin önemi tartışılmaz. Türkiye’nin Cumhuriyet’le birlikte hemen her bilim dalında gösterdiği başarım hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak denli ortadadır.
Bu başarımda yer bilimlerine ayrıca değinmek gerekir.
Sırrı Erinç ve İhsan Ketin öncülüğünde kendisini gösteren sıçrama günümüzde adlarını tek tek sayamayacağımız kadar çok nitelikli yer bilimcilerimiz aracılığıyla sürdürülüyor. Celâl Şengör onlar arasında yaşayan anıt gibidir. Yer bilimlerinin bu denli gelişmişliğine ve her fırsatta doğruları dile getirmesine karşılık hemen her depremde “arama-kurtarma” başarısıyla yetiniyor oluşumuz ironik olduğu kadar utanç vericidir.
Hemen her depremden sonra işittiklerimizi bu kez de işitiyoruz.
Hatta, bu kez çok daha hızlı davranılarak depremde yıkılan yapıların yüklenici ve teknik sorumluları yargı karşısına çıkartılmaya başladı. İç ferahlatıcı bu gelişmenin süreklilik kazanıp kazanmayacağı çok daha önemli.
Sıcak süreç geride kaldıktan sonra unutkanlık devreye girecek mi?
Hasarlı ve oturulamaz yapılar türlü girişimlerle “oturulabilir” raporu alarak bir sonraki depremin öldürücüsü olmayı bekleyecek mi?
Deprem döngüsünün bilinmesinde tarihten de yararlanılıyor.
Örneğin, İzmir’deki depremsellikle ilgili milattan hemen sonraki yıllardan günümüze uzanan bir zamandizinsel deprem çizelgesi oluşturulmuş durumda. İzmir’e çok da yakında olmayan son depreme uzak olmayan erimde yenilerinin eklenebileceği ve 332 yıldır kırılmayan 1688 depremine de neden olmuş fayın hareketlenebileceği öngörülüyor.

Yakın tarihten bir yaprak günümüze ve yakın geleceğe ışık tutabilir.
Çok değil 50 yıl önceki İzmir depremi (1974) sonrasındaki birkaç gazete haberi ilgi çekebilir.

Bu depremden hemen sonra deprem zabıtası kurulması ve yapıların denetiminin çok daha sıkılaştırılmasından söz edilmiş. Gazete manşetleri kanıtımız!
Bugün de benzer sözler işittiğimize göre o gün söylenenlerin sözde kaldığı ve zamanla unutulduğu açıktır.
Elbette, yapının zemininin kötülüğü, yapının yüklenicisinin ve teknik sorumlusunun aymazlığı ile onlara eklenen konut tüketicilerinin bilinçsizliği gibi sorunlar hemen herkesin özümsediği başlıklar.
Bu üçlemede bir eksik var!
Her depremde başımıza dert açan sorunlar zincirine “kirli siyaset” eklenmeden sonuç almak, sorunları çözmek olanaklı değildir. İşte bu nedenle yapıların yapım aşamasında denetlenmesi, olamıyorsa yapıldıktan sonra denetlenerek ölümlerin önüne geçilmesi olası olamamaktadır. Yerleşme ve yapılaşma ülkemizde her geçen gün çamur deryasına dönen siyaset ortamının önde gelen destekleyicisi olmayı sürdürmektedir.
İlle de iktidar diyen kirli siyasetin bu tutkusundan vazgeçmesi ne yazık ki söz konusu bile değildir.
Durum böyle olunca siyaset esnafının altın yumurtlayan tavuğu kesmesi beklenemez.
Yerleşme ve yapılaşma alanındaki düzenin kökten değişmesi sorunun çözümü için olmazsa olmazdır! Bu olmadıkça, minik Elif ve Ayda’nın enkazdan çıkartılması üzerinden “cambaza bak” gösterisi izlemeyi sürdürürüz. Tam da burada Elif’le Ayda neden yıkıntı altında kaldı sorusunu sormamız gerekir. Burada arama-kurtarma başarısı yakalamak kadar evlatlarımızı ve insanlarımızı koruyamamış olma başarısızlığını görmek de önemlidir.
Bir kesim arama-kurtarma üzerinden başarı öyküsü yazarken diğer kesim İzmir’in ve İzmirlinin dayanışması ve yardımlaşması üzerinden güzelleme yapma peşindedir.
Her ikisi de doğrudur!
Ama, bir olumsuzluğu yaşamamak dururken yaşanmış olan üzerinden kazanılan başarıyla perdeleme yapılması da bir o kadar düşündürücüdür.
İzmir’de yaşanan son deprem her şeye karşın ucuz atlatılmıştır. Çok daha kötüsü yaşanabilirdi. Bu durumda çok daha yığınsal bir etkileniş söz konusu olabilirdi.
Sözün özü ülkemizin ve İzmir’in kaçınılmaz gerçeği olan depremin önüne geçilemediğine göre yapılarımızın yıkılmayacak şekilde yapılması tek seçenektir!
Yitirdiklerimizin anısına, kurtulanların aşkına bu basit ve temel davranışı göstermek içinde bulunduğumuz çağın kaçınılmaz gereğidir!
Bir sonraki sefere bu denli şanslı olamayabiliriz!
Ceyhun Balcı, 05.11.2020


Yorum bırakın