İki Türk doktor son yıllarda kamuoyunun gündeminden düşmedi. Elbette gururlandık, onurlandık. Ama, düşünmekten de alıkoyamadık kendimizi.

Her ikisinin de ayakları ABD topraklarına basıyor.

İkisi de başarılı.

Birisi Nobel ödüllü, diğeri ise en azından göründüğü kadarı ile başarılı bir cerrah.

Her ikisini ortak paydada buluşturan özellikler bunlardan öte değil.

Nobel ödüllü Aziz Sancar Türkiye’den onyıllar önce ayrılmış olsa da doğduğu topraklarla bağını hiç kesmemiş. Nobel ödülünü alır almaz etnik kökenine yönelerek kendilerince buradan bir şeyler çıkartmak isteyenlerin hevesini kursaklarında bırakacak denli Cumhuriyetçi ve Atatürkçü bir tutum sergiledi.

Nobel ödülünü Anıt Kabir’de Ata’ya sundu.

Türkiye’yle olan derin gönül bağını her fırsatta dile getirdi.

Bir başka Nobel ödüllümüzün aldığı para ödülüyle ne yapacağını soranlara gevrek gevrek gülerek “tadını çıkartacağım” demesine karşılık, Aziz Sancar ödül parayı Türkiye’den ABD’ye gelecek olan genç bilim insanlarının barınmasına adadı.

Cumhuriyetçilerin, Kemalistlerin ve bu güzel ülkeyi sevenlerin gururu oldu doğal olarak.

Diğer yandan, ünlü kalp cerrahı Mehmet Öz de ülkesinden ilgisini esirgemedi. Sıkça Türkiye’ye geldi. Ama, ağzından hiç bir zaman Türkiye’yi onurlandıran, Cumhuriyet’i ve Atataürk’ü öven söz işitilmedi.

Ülkemizle bağı ününü ve cüzdanını şişirmekle sınırlı kaldı. Başka deyişle, vermeden almayı önceledi.

Geçenlerde Veryansıntv’de yer alan bir haberde babasıyla birlikte FETÖ örgütü önderinin ABD’nin korumasına alınmasında öncü rol oynadığından bile söz edildi.

https://www.veryansintv.com/fetullahi-amerikaya-yerlestiren-hekim/

Bir başka kalp cerrahı katıldığı televizyon izlencesinde göbek attı diye eleştirilirken, Mehmet Öz’ün benzer bir izlencede dans etmesi doğal karşılandı. Görüldüğü gibi Mehmet Öz’ün Türk toplumu gözündeki kredisi neredeyse sınırsızdı.

Son haber.

Ünü ve cüzdanı şişkin Türk doktoru Mehmet Öz yaşamını sürdürdüğü ABD’de senatör adayı oldu.

Bu yola girdikten sonra yaptığı ilk işlerden birisi Türk vatandaşlığından çıkmayı düşünmek oldu.

Aziz Sancar kökleriyle ilişkisini kesmek şöyle dursun, bağlarını korurken ve güçlendirirken, Mehmet Öz Türk vatandaşlığından balondan atılan ağırlık gibi kurtulmakta sakınca görmedi.

https://www.veryansintv.com/mehmet-oz-turk-vatandasligindan-cikiyor/

İki Türk doktorun ibretlik öyküsünü okudunuz…

Okuyanlar doğal olarak yazı burada sonlandı diye düşünecektir.

Haksız sayılmazlar.

Yayımlanacak yazılarımı bitirdikten sonra dinlenmeye bırakmak gibi bir alışkanlığım var.

Hem kimi ifadeleri değiştirmek hem de aklıma gelmemiş olabilecek önemli noktaları ekleme fırsatı yaratmak için.

Bu kez de öyle oldu.

İki doktor başlığı değişti, üç doktor oldu.

Bir ortamdaki paylaşım önceden okuduğum bir yazıyı anımsattı.

Ord Prof Dr Süreyya Tahsin Aygün!

Geçen yüzyılın ortalarında Almanya’da bulunan bir ilaçla ilgilidir bu hekimimizin çabaları. “Talidomid faciası” olarak da bilinir. Epilepsi (sara) hastalığının sağaltımıyla ilgili olarak geliştirilen bu ilacın aynı zamanda sakinleştirici etkisi olduğu anlaşılır. Gebelerde görülen ve kendisini kusmayla gösteren Hiperemezis gravidarum hastalığının belirtilerini gidermede de etkili olduğu kanıtlanır.

Mucize ilacın kullanımı Almanya’dan başlayarak Avustralya’ya varıncaya dek hızla yaygınlaşır. İlacı kullananlar düşe eşdeğer bir gebelik dönemi geçirdikten sonra karabasanla yüzleşeceklerini akıllarının ucundan bile geçirmezler. Dünyaya gelen bebeklerde fokomeli denen (fok balığına benzetilen kol-bacak eksiklikleri) acıklı engellilikler vardır. Sorunun ilaçla ilintisi kısa sürede kesinleşince tıpta iyi niyetle kullanıma sokulan ilacın yarattığı trajik sonuç tüm açıklığıyla ortaya çıkmış olur.

Sonuç 90.000’den fazla düşük, 10.000’den fazla engellilik ve ölüm olgusuyla özetlenir.

Türkiye’de bu ilaca bağlı soruna neredeyse rastlanmamıştır.

Ord Prof Dr Süreyya Tahsin Aygün bu ilacın embriyo gelişimine olumsuz etkisini saptamış ve Türkiye’de ruhsatlandırılmasına karşı olağanüstü bir savaşım vermiştir. Bu savaşımının başarıya ulaşmış olması Türk annelerini ve elbette ailelerini acıklı sonuçlardan uzak tutabilmiştir.

Yazının sınırlarını daha fazla zorlamamak bakımından Profesör Aygün’ün 1957’de kök hücre tedavisini de tanımlayan ad olduğunu eklemekle yetinelim.

Kıssadan hisse çıkartmak gerekirse.

Aziz Sancar Nobel almasa varlığının farkına varmamız neredeyse olanaksız olurdu.

Mehmet Öz’e ilişkin daha fazla şey yazmaya gerek bile görmüyorum

Üçüncü doktorumuzun buluşuyla engelli ve hatta ölü çocukların doğumuna engel olduğunu bilmek bile başlı başına onur, gurur kaynağımızdır. Yalnızca bizim için değil elbette! İnsanlık için de bu böyledir.

Son söz :

Türk Milleti’nin iyiyi kötüyü, övüleceği yerileceği ayırt etme konusunda bilinçlenme konusunda kendine gelme zamanı gelmiştir, geçmektedir.

Başarıyı, gelişmeyi, aklı, bilimi uzaklarda aramak yerine kendi insan kaynaklarımıza yatırım yapmanın, onları yüceltmenin önemi tüm açıklığıyla ortaya çıkmıştır.

Aşağılık duygusu sarmalından kurtulma zamanıdır…

Posted in

Yorum bırakın