Yazıya başlık olan ürpertici sözler geçtiğimiz günlerde kim bilir kaç kez çıktı ağızlardan. Bir canlılık belirtisi arayan özverili insanların ağzından çıkan bu sözlere alınan her karşılık umutları diri tutmaya katkıda bulunmuştur kuşkusuz.

“Sesimi duyan var mı?” sorusu öncekilerden farklı olarak bu kez yıkıntı altında kalanların sözü oldu. Hazırlıksızlığın ve dolayısı ile de yardımın gecikmesinin sonucuydu bu ironik durum.

Kahramanmaraş merkezli büyük yıkımı ülkemizdeki arama-kurtarma etkinliklerinin öncüsü Nasuh Mahruki şöyle niteliyor :

“1999 Gölcük depremi afetse, 2023 Kahramanmaraş depremi felakettir.”

Üstelik, bu felaket aynı gün içinde yinelemiştir.

Özellikle iktidarı koruma, kollama tutkusuyla yanıp tutuşanların bu duruma dört elle sarıldıkları görülüyor. Böylesi büyük iki depreme dayanacak yapı da yapılacak bir şey de yoktur algısı yaratılmaya çalışılıyor.

Depremler büyük olsa da, yüzyılın depremleri olacak denli yıkıma yol açmış olsalar da ayakta kalacak yapı üretmek olanaksız değil. En kötü olasılıkla insanları öldürmeyen yapı düşe eşdeğer bir olgu değildir.

Diğer yandan, 11 ilde yıkıma yol açan felaketin doğurduğu görüntülerin vatandaş-devlet ortaklığında sahnelendiğini belirleme görevini göz ardı etmememiz gerekiyor.

Bir konut ya da işyeri sahibi olmak kişisel gereksinimin ötesinde yatırım aracıdır Türkiye’de. Birle yetinmez gücü olanlar. Birden fazla konutu ya da işyeri olanlar da az değildir. Başka deyişle rant aracıdır yapılaşma. Yapılaşmanın bir istem yaratması doğal olarak bunu karşılayanların türemesi sonucunu doğurmuştur. Arsa spekülatörleri, yükleniciler ve onlara eklenen kimi kamu görevlileri bu tatsız oyunun akla ilk gelen oyuncularıdır.

Ucuza maliyet, pahalıya satış bu alanın anahtar sözcükleridir.

Diğer yandan, ülkemizin depremselliğinin fazlasıyla farkında olan bilim insanları aralıksız çalışır. Bu insanlar hiçbir kişisel çıkar beklentisi olmaksızın elde ettikleri sonuçları hem kamuoyuyla hem de yetkililerle paylaşırlar.

Onlar arasında doğruları söyleyenler göz ardı edilir. Kamuoyunun kulağına hoş gelen şeyler söyleyenler öne çıkartılır. Bilimin sesine kulak vermek hem vatandaşın hem de devletin başındakilerin hoşuna gitmez. İstenir ki, yapsatçılık üzerine kurulu yapılaşma anlayışı varlığını sürdürsün. Bu düzen bir yandan vatandaşa taşınmaz sahibi olma fırsatı verirken diğer yandan siyasetçiye cansuyu kaynağı olur.

Her birimiz için utanç kaynağı olmalıdır yaşananlar.

Son olay özelinde ordunun alana yeterince hızlı sürülmemesi, afete hazırlık kapsamında yapılması gerekenlerin (zamanında) yapılmamış olması, ulaştırma ve eriştirme işlerinin başarılamaması hiç kuşkusuz iktidarın sorumluluk alanındadır. Depremin üzerinden 2 hafta geçmesine karşın çadır kıtlığı söz konusuysa yönetenler bu durumdan sorumlu değilse nedir?

İktidarın sorumluluğunu saptadıktan sonra yapılaşma temelinde kurulmuş olan bozuk düzenin ülkemizdeki geçmişi 70 yıl geriye götürülmelidir. Yetmiş yıl önceye dayanan bu kuralsızlık döngüsü bugünün iktidarınca sınırlar zorlanarak olağanlaştırıldı.

“Sesimi duyan var mı?” seslenişi yalnızca arama-kurtarmacılar ve yıkıntı altında kalanlardan gelmedi. Doğa da bu çığlığı seyrek sayılmayacak aralıklarla yineledi. Seller, fırtınalar ve elbette depremler doğanın bu bağlamdaki sesi oldu.

Doğayı dize getirdim, yeryüzünün efendisi benim diyerek büyüklenen insan duymazdan geldi doğayı.

Sonuç 11 ili kapsayan yıkımla kendisini gösterdi.

Oysa, Türkiye Cumhuriyeti akıl, bilim, kültür ve sanat üzerinde kurulmuştu.

“Benim manevi mirasım akıl ve bilimdir” ve “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.”diyebilen kurucuyu bir kez daha anımsama zamanıdır.

Türkiye bir kez daha yol ayrımında!

Yetmiş yıldır girdiğimiz ve ilerlediğimiz (daha doğrusu geriye gittiğimiz) kader yolunda kalmayı mı sürdüreceğiz?

Yoksa, kuruluş ilkelerine dönüp akıl ve bilim yoluna mı döneceğiz?

Can alıcı soru budur…

Son bir ayrıntı!

AFAD’ıyla, Kızılayı ile sınıfta kalan devlet var karşımızda.

Türk milletinin yüce gönüllülüğüyle, özverisiyle uyuşmayan bir görüntü veren siyasi yıkıntının da bir an önce kaldırılması dileğiyle.

Bunu toplumumuzun istemesi olmazsa olmaz koşuldur.

Hiç olmazsa bu kez…

Posted in

Yorum bırakın