
31 Mart’ta yaşanan “ikinci” 31 Mart olgusu üzerinde biraz düşünmekte, çözümleme yapmakta yarar var.
31 Mart 2023’te TBMM’de Finlandiya’nın NATO üyeliğine onay veren oylama yapıldı.
Vekillerin yarıdan azı bu yaşamsal oylamaya katılma zahmetine girdi.
Bir vekil olsun “HAYIR” demedi. Diyemedi de demek olası. Oylamaya katılmamak evet dememiş olmakla da özdeşleştirilebilir kimilerince.
Görünürde karşıt olan iki ittifak, “Millet” ve “Cumhur” NATO ortak paydasında buluşuverdi.
Türk siyasetinin önde gelen öğelerinin dış kaynaklı dayanakları önemsediği bir kez daha anlaşılmış oldu.
“Seccadeye bastın” suçlamasına “farkına varmadan bastım, özür dilerim” karşılığının verilebildiği Türk siyaset ortamında, yapılan kamuoyu yoklamalarında NATO karşıtlığının yüzde doksanlara tırmandığının ileri sürülmesine karşın, TBMM’deki “sıfıra karşı NATO onayına” ilişkin en küçük sorgulama olmayışı anlamlıdır.
TBMM’de tarihe ikinci 31 Mart olgusu olarak da geçecek olan bu oylamanın alnımıza sürülmüş kara leke olduğu, uzun zaman boyunca utanç kaynağımız olacağına ilişkin tek saptamaya rastlayabilene aşkolsun!
İktidarla muhalefetin böylesi bir noktada buluşmuş olması çok da şaşırtıcı görünmedi çoğu kimseye.
Muhalefetin Rusya-Ukrayna çatışmasında Batıcı söylemler kullanmış olması, buna karşılık saray sözcüsünün her fırsatta NATO’yu güzelleyen sözler söyleme alışkanlığı her iki ittifakın dış destek gereksinimini ortaya koyması bakımından anlamlıdır. En azından Batı kaynaklı köstekten korktuklarının göstergesidir bu önemli konudaki Batıcı duruşları.
Böyle bir durumda sosyalist olduğunu ileri sürülen solun tutumuna biraz daha yakından bakmakta yarar var.
Bilindiği gibi Türkiye’deki sosyalist partiler son yıllarda TBMM’ye HDP ya da eşdeğeri partilerin kanatları altına sığınarak girebilmektedirler. HDP’nin bir şekilde yakalamış olduğu baraj üstü oranda sosyalist partilerin payı çok bilinemese de dişe dokunur düzeyde olmasa gerektir.
Olağan koşullarda NATO’ya hayır demekte ikileme düşmeyeceği öngörülebilecek örneğin TİP (Türkiye İşçi Partisi)’in 31 Mart oylamasındaki yokluğunu anlamak için olayın bu yanına odaklanmakta yarar olduğu kuşkusuzdur.
Her ne kadar, Türk siyaseti iki ittifak arasındaki çekişmeye odaklı olsa da bir üçüncü ittifak daha vardır. O da HDP öncülüğünde kurulmuş olana ve sosyalist olduğunu ileri süren partilerin oluşturduğu ittifaktır. Bu ittifakın lokomotif gücü HDP olduğuna göre, bu ittifaktaki diğer partilerin buradaki varlıklarını sürdürmesi dolayısı ile de TBMM’de yeniden yer bulabilmeleri HDP’ye uyarlı olmalarıyla olasıdır.
HDP de Amerikan emperyalizminin bölgemizdeki silahlı gücü PKK-YPG yapılanmasının siyasi uzantısı olduğuna göre NATO’cu bir partidir. Hiç bir yapının, partinin ya da oluşumun kendisini var eden güce karşıt olması düşünülemeyeceğine göre HDP sözüm ona sol görünümlü ama özde NATO’cu, Batıcı partidir.
Seçim sisteminin dayatması olarak görülse de Türkiye’deki bir kısım sol partinin HDP’nin kanatları altında başlattığı ve sürdürdüğü kolaycı yaklaşımın ödettiği bedeller de eksik değildir. 31 Mart’ta TBMM’de kendisini gösteren ve tarihimize kara birsayfa olarak geçen “NATO sessizliği” de bu bağlamda değerlendirilmelidir. NATO’cu, Batıcı HDP’nin kanatları altında TBMM’ye girmek, ortamda var olmak önemli bir kazanım olarak görülebilir. Ancak, hiç bir kazanım gibi bu kazanım da bedelsiz değildir.
Bedeli NATO’ya dolaylı olarak da olsa “onay verilmesi” ile (ya da karşı çıkılmamasıyla) ödenmiştir.
Bu olumsuzluktan bir olumluluk çıkartmak gerekirse HDP uyarlı solun bir özeleştiri borcu olduğu kuşkusuzdur. Baraja karşı varlık mücadelesi ile TBMM’ye girmek gibi amaçlar ilkelerin ve ülkenin kalımının önüne geçirildiğinde başa gelen görülmüştür.
Ders alınmalıdır…

Yorum bırakın