DEMOGRAFİ KILICI

“Nüfus geometrik olarak artarken, besin kaynaklarının artışı aritmetik düzeyde kalmaktadır”

                                        Thomas Robert Malthus   

(1766-1834)

Nüfusbilim kavramıyla tanışmamızı borçlu olduğumuz İngiliz iktisat kuramcısı, teolog ve matematikçi Malthus. Çağdaşı pek çok eşdeğeri gibi din insanı unvanı da vardır. Anglikan kır vaizi olarak da çalışmıştır.

Yazının başındaki sözleri, izleyen yıllarda pek çok kişinin ilgisini çekmiştir. Demografi zamanla bir bilim dalına dönüşmüştür.

Bu ilgi doğal olarak farklı yorumlara da neden olmuştur.

Malthus’un ardıllarını derinden etkileyen “nüfus artışı-besin kaynağı” ilişkisi üzerine yorumunun “nüfus planlaması” kavramını gündeme getirmesi elbette şaşırtıcı sayılmaz.

Sanayi Devrimi sonrası kendisini gösteren yayılmacılık uzaklara yolculuğa çıkardı Avrupalıları. Avrupalılar uzaklarda dış görünüm bakımından kendilerine benzemeyen halklarla karşılaştılar.

Darwin’in evrim kuramını (artık evrim gerçeği) tanımlaması sonrasında bu kuramın sosyal Darwincilik adı altında uyarlanması ırkçılığın temellerini atmış oldu. Değerli ve değersiz ırklar tanımlandı.

Yeri gelmişken altını çizmekte yarar var!

Günümüzde bilim dünyası insanlar arası ırk kavramını kabul etmiyor. Buna bağlı olarak ırk farkı üzerinden yapılan “üstünlükçü” tanımlamaların en küçük anlamı ve değeri yoktur.

Bu pencereden bakıldığında “nüfus planlaması” kavramı emperyalist bir yaklaşım olarak nitelenebilir. Bu kolaycılık olduğu kadar yanlış bir yaklaşımdır.

Avrupalı sömürgecilerin nüfus planlamasını, değersiz saydıkları insanların sayıca azaltılması doğrultusunda kullandıkları kuşkusuzdur. Örneğin, bu amaçla Kenya’da kadınların doğurganlığını önleyici katkılı tetanus aşılarının kullanıldığına ilişkin yayınlar yapılmıştır.

Bundan 10 yıl kadar önce Suriye sınırımızdaki mayınların temizlenmesi sırasında sayısız olumlu yorum yapıldığı belleklerdedir. Böylelikle tarıma kazandırılacak uçsuz bucaksız topraklardan söz edilmiştir.

Cumhuriyetin 100. Yılında yaşamakta olduğumuz demografik bozgunu öngören olduğunu anımsamıyoruz.

Yeryüzünde kendisini gösteren gelir dağılımı eşitsizlikleri ve sürdürülen sömürü düzenekleri “mutlu azınlık-mutsuz çoğunluk” ikiliğini besledi. Gelişen teknoloji ve ulaşım olanakları mutsuz çoğunluğun mutluluk arayışını diri tuttu. Milyonlar mutluluk arayışıyla umuda yolculuğa çıktı.

Kitlesel insan hareketleri mutlu azınlığı ürküttü. Bu türden kitlesel insan hareketleri emperyalist dürtülerle özendirilirken, o kalabalıkların batı emperyalizminin topraklarından uzak tutulması da önem kazandı.

Türkiye, varoluş nedenleriyle uzaktan yakından ilintisi olmayan bir tampon devlete dönüştü. Çok da fazla sayılmayacak paralar karşılığında sayısını bilemediğimiz kadar çok sözde sığınmacıyı topraklarımızda konuk etmek bir yana ülkemizle bütünleştirmeye bile koyulduk. Öyle ki, bu kimselere birçok alanda tanıdığımız ayrıcalıkları doğma, büyüme bu toprağın insanlarından esirgemeye başladık.

Son zamanlarda nüfus artış hızımızın azaldığı bilgisi paylaşıldı kamuoyuyla. Cumhurbaşkanının en az 3 çocuk öğüdü kendi arka bahçesinde bile tutulmamıştı anlaşılan.

Buna karşılık başta Suriye kökenliler olmak üzere ülkemizde barındırdıklarımızın nüfus artışı hızı azalmak bir yana patladı. Yeri gelince kendisinden saymadığı insanların üremesini sorun eden, sınırlamaya çalışan emperyal güçler söz konusu insanlar Türkiye topraklarında tutulduğu sürece böyle bir sorunu dert etmedi.

Demografi kılıcının keskin kenarı boğazımıza dayanmıştır.

Bu kılıcın bir kenarı milyonlarca yabancıyı ülkemize yerleştirirken diğer kenarı da sığınmacıların üreme hızı üzerinden Türkiye’nin birliğini, dirliğini ve varlığını ateşe atmış olmaktadır.

Ne yapmalı?

Türkiye kötü ve öngörüsüz yönetimle çağın değiştiği günümüzde var olmanın gereklerini yerine getirmekten uzak kalmıştır. Savunma sanayisi ve ona eklenebilecek birkaç cılız yüksek teknoloji üretimi bir yana bırakıldığında Turizm-İnşaat-Tekstil üçgenine sıkışmış durumdayız. Bu kısır üçgenden gönence katkıda bulunacak sıçrama beklemek hayaldir. Bu uğursuz üçlü olsa olsa “karın tokluğu” sağlar.

Ayrıca, Türkiye geçtiğimiz çeyrek yüzyıl boyunca “kendi kendisini besleyen” olmaktan çıkmış, besin kaynaklarını aritmetik olarak bile artırmaktan uzaklaşmıştır. Hızla yeniden tarım ve hayvancılık üretkeni olma görevi karşımızda durmaktadır.

Tüm bunlar bugünden yarına başarılamayacak hedefler olduğuna göre “nüfus planlaması” ve ona mutlaka eklenecek sığınmacıların ülkelerine gönderilmesi ivedi gereklilikler olarak belirmiştir.

Bunları başaracak bir yönetimin yokluğu önde gelen bir başka sorundur.

Son Türk devleti ciddi bir krizle karşı karşıyadır.

Hepimizin bu olumsuzluğa şu ya da bu şekilde katkısı göz ardı edilemez.

Hiç olmazsa bundan sonra çözüm safında yer almak kaçınılmaz görevdir.

Demografinin iki tarafı keskin kılıcı soluğumuzu kesmeden…

Yorum bırakın