Daha önce iki kez daha daha gitmiştik Viyana’ya. Son gidişimizin üzerinden 20 yıl geçmiş.

Viyana hemen her yıl “yaşanabilir kentler” sıralamasında üstlerde yer alıyor.

On milyon nüfuslu Avusturya’nın başkenti Viyana’da 2 milyon kişi yaşıyor.

Kişi başına gelir 45 bin USD’yi aşıyor 83 bin km2 yüzölçümüne sahip küçük ülkede. Gönençli ülkenin başkenti yaşanabilir olmasın da ne olsun!

Viyana yaşanabilir olmasını önemli ölçüde doğayı, tarihi ve kültürü gündelik yaşamla bütünleştirmesine borçlu. Diğer yandan, kurumlar ve kurallar da göz ardı edilemeyecek denli egemen Viyana’da.

Eski kente taşıt girişi olabildiğince kısıtlanmış. Taşıt girişine kısıtlı da olsa geçit verilen caddelerin ve sokakların ortak özelliği son derece dar ve tek yönlü olmaları.

Trafiğin olduğu yerlerde ise hem sürücüler hem de yayalar kurallara tutkuyla bağlı.

Bizde büyük sorun olan çöp güvenliği Viyana’da sağlanmış. Çöpler ortalık yerde erişime açık değil. Dolayısı ile çöplerin karıştırılmasına, altlarının üstüne getirilmesine ve böylelikle çevre ve toplum sağlığının hiçe sayılmasına rastlamak da olanaksız.

Viyana’da damacana su dağıtımına da rastlamadık. Musluktan içilebilir su aktığı için kentte yaşayanların böylesi bir gereksinimi yok.

Önceki gelişlerimizde müzelerine zaman ayırdığımız için bu etkinliği yinelemek istemiyoruz.

Kentin sıfır noktası doğal uğrak yerimiz.

Viyana’nın simge yapısı Aziz Stefan katedrali ve aynı adı taşıyan meydan her zaman olduğu gibi canlı ve kalabalık.

Roma biçemli mimarisi gotikle harmanlanmış Aziz Stefan katedralinin. Viyana’nın birçok yerinden görülebilen kulesinin yüksekliği 107 metre.

1147’de yapılan katderal bugün Avusturya tarihinin önde gelen kişilerinden III. Friederich, Prens Eugene ve Franz König’in sonsuz uykusuna da mekân olmuş.

Prens Eugene’in Osmanlı’nın II. Viyana kuşatmasını alt etmede önemli rolü olduğunu anımsatalım.

Osmanlı kuşatmasının savuşturulması Viyana için son derece önemli bir dönüm noktası olarak görülüyor. Öyle ki, Türk kuşatması sonrasında savaş alanından toplanan metallerden dökülen Türk çanı olarak da bilinen Pummerin çanı katedrale eklenerek bu önemli olay ölümsüzleştirilmiş. Çan 316 cm çaplı ve 22.5 ton ağırlığında.

Katedralin içi de dışı kadar görkemli.

Aziz Stefan meydanında taşıta rastlamanız olanaksız.

Çevredeki yollarda ise duraklamaksızın akan seyrek bir trafikten söz edilebilir. Tam burada kentlerimizin sıfır noktasına tünellerle, geniş yollarla trafiği boca eden yöneticilerimizin kulaklarını çınlatmayı unutmayalım. Bu örnekten yola çıkarak kentlerimizin giderek azmanlaşması ve yaşanmaz olması üzerine de düşünmek gerek.

Viyana sokaklarında ve meydanlarında sayısız ünlünün adının yaşatıldığını görüyoruz.

Çağdaş baskı aygıtını bulan Gutenberg onlardan yalnızca birisi.

Gutenberg heykeline fon olan yapı da özenimizden kaçmıyor. Korumacılık ve geçmişi sahiplenme Viyana’ya değer katan önemli öğeler olarak karşımıza çıkıyor.

Görmezden gelinemeyecek bir başka ayrıntı ünlülerin ticari işletmelerde yaşatılan adı. Viyana’da ve başka gelişmiş ülkelerde rastladığımız önemli olumsuzluk olarak kayda geçmiş oluyor.

Korunan ve yaşatılan tarihsel yapılara çağdaş mimari örneklerinin eklendiğine de tanıklık ediyoruz.

Viyana’da ortaçağdan kalma dar sokaklara kıyılmamış.

Stefan meydanından biraz uzaklaşarak Hundertwasser evine uzanıyoruz. Türkiye’de 30-40 yıllık yapıların eski sayıldığını anımsıyoruz. Mimarı Friedensreich Hundertwasser’in adını taşıyan konut da 40 yaşında ve dimdik ayakta. Ayakta olduğu gibi içinde yaşayanlar var.

Yapıyı yaşatmanın önde gelen gereği içinde yaşamaktan geçiyor.

Dışavurumcu mimarlık örneği sayılıyor Hundertwasser yapısı.

Hatta, burada yaşayanlar dışarıdaki ilgili kitlenin içeriye de ilgi göstermesinden yılmış olacak ki girişe uyarı yazıları koymak zorunda kalmışlar.

Bu ilginç yapıyı gelip görmenizden yakınmıyoruz.

“Ama, içeriye girmeye kalkarsanız sizlerle başa çıkamayacağımızı da anlayışla karşılamalısınız.”

Elli iki konut ve 4 dükkândan oluşan yapının bunca ilgi göreceğini mimarı da kestirememiş olmalıdır.

Günümüz gezginlerinin ilgi odağı olan Hundertwasserhaus evi belediye projesi olarak yaşama geçirilmiş. Başka deyişle, sosyal konut olarak yapılmış.

Yapının ilginç bulunmasına karşılık mimar Wasserhaus’un şu sözleri bilinmeli :

“Sanatçı özgür olmak istediği evler, mimariler düşler ve gerçekleştirir.”

Ticaret burada da eksik değil. Konutun hemen karşısındaki dükkânlarda burayla ilgili ilgisiz çok çeşitli nesnelere rastlanıyor.

Konutun tek kusuru dış cephesinde kullanılan yumuşak gereçlere bağlı yıpranmışlığı. Viyana belediyesi kolaya yönelip yıkmak yerine onarımını gündemine almış bile.

Eski kentte Cafe Central bir sonraki durağımız oluyor. Adı yanıltmasın. Sıradan bir yapı değil.

1876’da açılmış.

Sigmund Freud ve Lev Troçki ağırladığı ünlülerden ikisi.

Hitler ve Alfred Adler de kafeye gelenler arasındaymış.

Viyana filozofları da birinci paylaşım savaşı öncesinde burada toplanmışlar.

Kafe Central’in ünü öylesine yayılmış olmalı ki, kapıda kuyruk görüyoruz. Neyse ki uzun sürmüyor içeriye girişimiz.

Posted in ,

Yorum bırakın