ATAOL BEHRAMOĞLU
Yine ‘Türkiye Türklüğü’ Üzerine…
Bu sütunda 2006 yılının 8-15-22 Nisan tarihlerinde, demek ki yaklaşık yedi yıl önce, “Türkiye Türklüğünü Parçalamak” ortak başlığı ile üç yazım yayımlandı…
İnternet dosyamı taradım… Aynı konuda “Türkiyeli Kürtlerin Çıkmazı” (08.01.05), “Türklük Konusunda” (17.07.10) başlıklı iki yazı daha yayımlamışım…
“Cumartesi Yazıları”mı yayımladığım kitaplarıma göz attım… “Kimliğim: İnsan”da ikisi de 1995 tarihli “Kürtler ve Türkler”, ”Grekler ve Kürtler” başlıklı yazılarımı, daha sonraki kitaplarımdan “Gerçeklik Duygusunun Kaybolması”nda, ikisi de 1999 tarihli “Milliyetçilik Üzerine” ve “Yine Milliyetçilik Üzerine” adlı yazılarımı gördüm…
“Yeni Ortaçağın Saldırısı” adlı kitabımın “Omurgasız” başlıklı bölümünde yer alan “Yurtseverlik Duygusu Nedir?”, “Ulusal Gurur ve Sömürge Aydını” vb. adlı yazılarım da yine aynı konuyla, yani ulus, ulusçuluk, uluslaşma, etnik aidiyet vb konularla ilişkili…
Karşımıza bugün de olanca güncelliğiyle çıkan, zaten hep karşımızda olan bu konular üzerinde demek ki epeyce kafa yormuşum, şu anda da yormakta olduğum gibi…
Bugün yeni bir yazı yazmak yerine, yukarıdaki yazılardan birini, özellikle de “Türkiye Türklüğünü Parçalamak” başlıklı üç yazıdan ilkini yayımlamayı düşünüyordum. Fakat merak eden okur nasıl olsa arayıp bulacaktır. Bunu yapmaktansa, son günlerdeki hararetli tartışmalar ortamında düşündüklerimin kısa bir özetini yapmanın daha doğru olacağına karar verdim…
***
Öncelikle, bir konu, bir söz, bir olgu bu kadar mı saptırılarak neredeyse karşıtına dönüştürülmek istenir…
Bir iki gün önce, gazetesinin de kendisinin de adını anmaya değer görmediğim bir köşe yazarı, aklınca hem nalına hem mıhına vuruyor görünerek Sayın Birgül Ayman’ı da, Türkiye’nin yerlisi olma iddiasıyla kendisi gibi olmadığını düşündüklerine “haddinizi bilin” tehdidini savuran BDP milletvekilini de aynı kefeye koyarak eleştiriyordu…
Söz konusu BDP milletvekili, sonradan özür dilemiş olsa da yaptığı şey ırkçılığın, uluslaşma olgusundan ve Türkiye gerçekliğinden habersizliğin dik âlâsıdır… Sayın Ayman’ın söylediği ise, -insan bu açıklamayı bininci kez yapıyor olmaktan neredeyse utanç duyuyor- uluslaşma öncesi bir toplumsal kimlikle, ulusun, ulusal kimliğin aynı şey olamayacağıdır…
İçlerinde arkadaşlarım da olan bazı başkalarına göre, Sayın Ayman Meclis’te böyle konuşmamalıymış. Neden? Bir ülkenin parlamentosu, farklı ve karşıt görüşlerden de olsa, belli kavrayış düzeyine sahip insanların bulunduğu yer değil midir? Fakat Başbakan düzeyinden daha aşağılara doğru görüp tanık olduklarımız, bu eleştiriyi yapanları ne yazık ki haklı çıkarıyor…
***
“Türkiye Türklüğü” konusuna dönüyorum… Etnik kimliklerin bir sentezi ve ırksal çağrışımlarının önünü kesen bir kavram olarak, bu söz bana daha birleştirici görünmeye devam ediyor… Şöyle de söyleyebilirdim: “Türk” sözünü “Türkiye Türklüğü” olarak anlamalıyız… “Türkçe” ise, zaten Türkiye Türkçesidir… Bu kavramların çevresinde birleşmek, Türkçenin kökenlerini, Türkiye Türklüğünün soydaş akrabalıklarını yadsımak değildir. Ama biz bir ulussak; bu ulusun bütün bileşenlerinin, tarihsel, kültürel, coğrafi, ekonomik vb ortaklıklarının bütünü demek olan ulusal kimlik, elbette etnik kimliklerin, soydaş vb akrabalıkların üstünde olmalıdır ve öyledir de… Türkiye Türkçesi ise, sözünü ettiğim yazılarımda ve katıldığım söyleşi ve konferanslarda yeri geldikçe dile getirdiğim gibi, ulusun ortak dili olmayı herhangi bir zorlamayla değil, yüzlerce yıllık gelişimiyle ve bugün ulaşmış olduğu evrensel düzeyle kanıtlamış, hak etmiştir…
***
Sayın Birgül Ayman Güler’in bir cümlesi, sağ-sol, Türk-Kürt ayrımı gözetmeksizin söylüyorum, bir turnusol kâğıdı gibi, parlamento içi ve parlamento dışı entelektüel düzeyimizi, aydın kalitemizi açığa çıkardı… Ne yazık ki çok iyimser değilim… Ama kötümser de değilim…
Türkiyeli Kürtlerin Çıkmazı…
08.01.2005, Cumhuriyet
Geçen hafta Cumartesi gecesi Flash TV’de Sabahattin Önkibar ‘ın hazırlayıp sunduğu siyasal tartışma programı ”Alternatif” i izledim. Konu da, katılımcılar ve söyledikleri de ilginçti. ( ”AB Kürtlere Ne Getirecek” başlıklı bu programın, izleyiciden gelen istek üzerine önümüzdeki hafta Çarşamba gecesi bir kez daha gösterileceğini öğrendim.) Öyleyse, bu haftaki yazıma seçtiğim konu daha da güncelleşmiş oluyor…
****
Programın katılımcıları İstanbul bağımsız milletvekili Emin Şirin , Prof. Dr. Ümit Özdağ , HADEP Başkanı Murat Bozlak ve eski DEP milletvekili Sırrı Sakık idiler. İlk iki konuşmacı ”Türk” , öteki ikisi ”Kürt” tarafını temsil ediyorlardı… Tartışmaları elden geldiğince yansız kalarak izlemeye çalıştım. İzlenimim, Emin Şirin’in konuya çok iyi hazırlandığı ve mükemmel bir ”performans” sergilediği, Prof. Özdağ’ın (özellikle sonlara doğru zaman zaman ”gözdağı verici” denebilecek bir söyleme kaymakla birlikte) konusuna egemen ve kendisiyle tutarlı olduğu, buna karşılık ”Kürt tarafı” nı temsil eden konuşmacıların düşüncelerini dile getirmede bir sıkıntı içinde oldukları idi…
Bu sıkıntının nedeni ya da nedenlerinin neler olabileceğini düşündüm.
Yasaya aykırı bir şey söylemek korkusuyla sözcükleri seçmede aşırı bir titizlik mi?
Kürt gruplar arasında bilinen çelişkiler nedeniyle, belirli bir grubun temsilcisi olarak görünmeme çabası mı?
Ya da bunlara benzer başkaca nedenler mi?
Hepsinin payı olduğu düşünülebilir… Fakat bence sıkıntının asıl nedeni, dile getirme biçimiyle ilgili olmaktan çok, dile getirilmek istenen düşüncenin kendisindeydi…
Bir başka deyişle, bugün gelinen aşamada, Kürt arkadaşların zihinleri bana çok da açık görünmedi…
Nitekim ”federatif sistem” e karşı olduğunu söyleyen Sayın Bozlak, savunduğu ”özgür toplum” modelinin nasıl bir şey olduğunu bir türlü açıklayamadı…
Yine ”Kürt tarafı” temsilcilerine yöneltilen, federatif sistem benimsenmeksizin bir ülkede birden fazla üst kimliğin nasıl olabileceği sorusu da boşlukta kaldı…
Kürt arkadaşların konuşmaları, yineliyorum, bulanıktı. Ve kanımca bunun asıl nedeni, anlatım biçimi ya da tarzıyla değil, düşüncenin kendisiyle ilgiliydi…
Köşemin olanakları içinde, bu gözlemimi ve bence nedenlerini açıklamaya çalışayım…
****
Türkiye’ye örnek olarak gösterilen ”federatif” ya da benzer modellerden hiçbiri Türkiye’deki Türk-Kürt gerçekliğiyle bağdaşmıyor.
Bunun belki de en önemli nedeni, Türkler ve Kürtlerin, hangi siyasal-kültürel-tarihsel vb. olgulardan kaynaklanıyorsa kaynaklansın, sonuçta ve karşılıklı olarak, aralarında bir kimlik farkı görmemeleri, hissetmemeleridir…
Bu, halk için olduğu kadar aydınlar için de böyledir. TV programına ”Kürt tarafı” sözcüsü olarak katılan konuşmacılar gibi, etnik kimliklerinde Kürtlük olduğu bilinen Yılmaz Güney, Ahmed Arif, Yaşar Kemal, yapıtlarını Kürtçe yazıyor ve İsveç’te yaşıyor olsa da Mehmet Uzun , ya da (isteyen kızıp köpürebilir) Abdullah Öcalan, Türkiye toplumunun ürünleridirler… Türkiyeli Kürt aydının Kürt olmayanla ortak kimlik özellikleri, herhangi bir başka coğrafyadaki ”Kürt” aydınıyla olduğundan çok daha fazladır… Örnek gösterilen ülkelerin hiçbirindekiyle bağdaşmayan bir olgudur bu… Türkiye’ye özgü bu gerçeklik bilinmeksizin, anlaşılmaksızın, irdelenmeksizin Kürt kimliği oluşturma çabaları ister istemez zorlama yanlar taşıyacak, sözünü ettiğim TV tartışmasındaki düşünce bulanıklık ve boşlukları ortaya çıkacaktır.
Türkiyeli Kürtlerin etnik aidiyete dayalı ulusal kimlik arayışı Türkiye’deki ”Türk” leri de ( ”Türkiye’deki Türkler” , çünkü ”Türkiyeli Türkler” biraz tuhaf kaçacak!) benzer bir arayışa yöneltirse, Türkiye Cumhuriyeti’nden geriye acaba ne kalır? TV’deki programda ”Kürt tarafı” temsilcilerine yöneltilen ve yanıtsız kalan sorulardan biri de buydu. Kürt ve demokrat ya da sosyalist olduğunu düşünen her TC yurttaşı bu soru üzerinde derinliğine düşünmelidir.
Kürt kimliği etnik bir aidiyet değil de ulusal üst kimlik olarak kabul edilecekse, ülkedeki öteki etnisiteler için bu neden kabul edilmesin? Sayıca azlık ya da çokluk, bu anlamda neden bir ölçüt sayılsın? Kürt arkadaşların bu soruya da ”Kürt şoveni” olmadan yanıt vermeleri bana güç görünüyor…
****
Türkiyeli Kürtler, federasyon istemediklerini söyleseler de isteklerinin toplamı federatif bölünmeyi zorunlu kılıyor… Federatif çözüm ise, tarihsel, kültürel, sosyal, ekonomik ve ayrıca da Türkiye’nin var oluşuyla ilgili güncel-siyasal gerçeklerin hiçbiriyle bağdaşmıyor… Türkiye’nin Kürt kökenli yurttaşları, başka ülkelerin (AB-ABD) desteği ile mi farklı toplumsal yapı oluşturacaklar… Bunun tarihte örneği yok… Kürt arkadaşlarda gözlemlediğim zihinsel ve psikolojik yorgunluk, ileri sürdükleri ve çoğu bugün zaten gerçekleşmiş olan demokratik talepleriyle ilgili olmaktan çok, bütün bu sorunlar yumağının çıkmazlarından ve çelişkilerinden kaynaklanıyor gibi geldi bana…
Bu sorunlar yumağını hep birlikte çözmemiz gerekiyor…
Çünkü onların çıkmazı hepimizin çıkmazıdır…
ATAOL BEHRAMOĞLU
‘Türkiye Türklüğü’nü Parçalamak
08.04.2006, Cumhuriyet
“Türk”lerin bugün Türkiye dediğimiz coğrafya üzerinde yaklaşık 1000 yıllık var oluş tarihi konusunda bilgi edinmek isteyenler bu tarihin karmaşıklığı karşısında şaşkınlığa düşeceklerdir.
Orta Asya bozkırlarından Anadolu topraklarına göç eden “Türk” topluluklarının kimliklerinin, bir başka deyişle de “Türk”lüklerinin irdelenmesi ayrı bir konu.
Fakat ortada çok açık olan bir gerçek, bu “Türk”lerin, Anadolu topraklarına ayak basmalarıyla birlikte, Anadolu’da yaşamakta olan halklarla karışmaya da başlamış olmalarıdır.
Bu halklardan adları ilk sırada akla gelenler, Anadolu Rum halkı, Ermeniler ve Kürtlerdir.
***
Anadolu Selçuklu tarihinin karmaşıklığı gerçekten baş döndürücü.
Selçuklu İmparatorluğu’nun kimliğini tek bir etnisiteye indirgeyerek açıklamak olanaksız.
Aynı gerçeklik Osmanlı için daha da geçerli.
Osmanlı zaten kendini “Türk” sözüyle tanımlamıyor.
“Osmanlı” sözü, imparatorluğun bütün etnisitelerini kapsayan bir “üst” (ya da birleştirici) kimlik…
Balkanlar’daki “bağımsızlık” ayaklanmalarına ve parçalanmanın başlayıp önlenemezce sürmesine karşın ilk dünya savaşı sonlarına kadar yaşanmış olan süreç budur…
Bu süreçte iki temel olgunun altını çizmek gerekiyor.
Bunlardan ilki, Anadolu’da, belki tüm dünya tarihinde eşine az rastlanır bir etnisiteler arası karışımının gerçekleşmiş olmasıdır.
İkincisi, Anadolu Türklüğünün, Türkçenin, bütün bu süreçler boyunca varlığını ve kimliğini yitirmeyişi; tersine, zenginleştirerek sürdürmeyi başarmasıdır.
Başka türlü, ne çok büyük zenginliğe sahip Anadolu Türk halk edebiyatı, ne 20. yy. başlarında “Genç Kalemler” hareketiyle modern ve ulusal kimlik kazanan yazınsal oluşum süreçleri, ne de bugün dünya ölçüsünde değere sahip çağdaş edebiyatımızın varlığı açıklanabilir…
****
“Türkiye Türklüğü” sözü, tek bir etnisitenin değil, yüzyıllar süren karmaşık bir süreçte oluşmuş; toplumsal ve kültürel yaşamın bütün alanlarını kapsayan bir sentezin adıdır.
Bu sentez, başarıyla sonuçlanan ulusal kurtuluş savaşı ve onu izleyen Cumhuriyet dönemindeki ekonomik ve kültürel gelişim ve entegrasyon süreçlerinde, yine tek bir etnisitenin değil, Türkiye toplumunun bütün etnisitlerini kapsayan ulusal kimliğimizin adı olmuştur.
Başka türlü zaten “ulusal” bir var oluşun sözü edilemez, bir başka deyişle de Türkiye dediğimiz bir ülkenin var oluşu gerçekleşemezdi…
****
Kavranılması hiç de güç olmayan bu olgular özet olarak yinelenecek olursa:
Türkiye Türklüğü kavramını ırkçı, ayrılıkçı, etnisiteye indirgenmiş bir kavram olarak görmek, tarihsel, sosyal, kültürel gerçekliğe aykırıdır.
Türkiye Türklüğü sözü, hangi etnisiteye ait olursak olalım, ulusal kimliğimizin birleştirici, ortak adıdır.
Bu bizim istencimize bağlı olmayan, isteyelim ya da istemeyelim, yaşanmış ve yaşanmakta olan siyasal, sosyal, kültürel tarihin sonucudur.
Bu nedenle de Türkiye’de etnik ayrımcılık, etnisiteye dayalı siyaset, amacı ve türü ne olursa olsun, yeni ulusallıkların doğup gelişmesine değil, gerçekleşmesini büyük ölçüde tamamlamış olan etnik-sosyal-kültürel (sonuç olarak ulusal) kaynaşmanın parçalanmasına, daha açık bir deyişle de ülkenin (bölünmesine değil) parçalanmasına ve yok olmasına yol açacaktır…
“Türkiye Türklüğü” sentezi, onu oluşturan unsurların (Yugoslavya vb. örneklerinden farklı olarak) yapay, siyasal vb. etkenlerle değil, doğal süreçlerde kaynaşmasından oluşmuştur.
Unsurlardan herhangi birinin şu ya da bu nedenle ayrılma girişiminin, bölünmeyle değil bütünün parçalanmasıyla sonuçlanacak olması bundandır…
Türkiye sentezinin parçalanarak yok olması ise uygarlık tarihindeki geriye gidişlerin (ve yok oluşların) en acı, en acımasız, en kanlı, en utanç vericilerinden biri olabilecektir…
Bu apaçık gerçekleri görmeyenleri, görmek istemeyenleri; “ayrılıkçı”lığa ilişkin terimleri sürekli olarak ve büyük bir hevesle savunmayı ya da kullanmayı sürdüren (yazar, gazeteci, politikacı, akademisyen vb.) kişi ve çevreleri tanımlamaya “omurgasız” sözü artık yeterli değil…
Bu gibi kimseler bugün ne yazık ki ABD emperyalizminin Ortadoğu’daki kanlı oyununun bilinçli ya da bilinçsiz oyuncuları, daha da aşağılayıcı bir deyimle kuklaları konumundadırlar.
ATAOL BEHRAMOĞLU
‘Türkiye Türklüğü’nü Parçalamak (2)…
15.04.2006, Cumhuriyet
Netameli bir konuda düşünce üretmeye çalışmak yerine susup oturmak mümkün. Böylece ne Kürt milliyetçilerinin, ne Türk milliyetçilerinin hedefi olur, ne ”omurgasız” ların öfke ve nefretini çekersiniz. Bundan başka, ABD emperyalizminin Ortadoğu’daki egemenlik hesaplarını kurcalamaz, başınızı derde sokmamış olursunuz. Fakat ben böyle yapmayacak, geçen haftaki yazımın konusu üstüne düşünce üretmeyi sürdüreceğim. Çünkü söylediklerimin ve söyleyeceklerimin, bu ülkede sağduyunun, hangi etnik kökene ait olunursa olunsun sessiz ve büyük çoğunluğun sesi olduğuna inanıyorum. İnanmaktan da öte, bunun böyle olduğunu biliyorum. Halk insanlarının bulunduğu yerlerde konuşmalara kulak kabartın, onları suskunluklarını bozup konuşmaya yönlendirin, duyacağınız sözler farklı olmayacaktır. Bu ülkede büyük çoğunluk, etnik kökeni ne olursa olsun, kendini Türkiye Türkü olarak hissediyor. Bu kavram, geçen hafta da yazdığım gibi, dar bir etnikçiliği değil, kültürel, sosyal bir aidiyeti ifade ediyor. Türkiye Türklüğü Türkiye’deki ulusal sentezin adıdır. Tıpkı Fransa’da, Kuzey Amerika’daki sentezler gibi. Ve bence o ülkedekilerden daha güçlü, daha köklü olarak…
****
Fransa’da Fransızca duyduğum bir cümle hep aklımdadır. Türkçesi şöyle: ”Ermeni asıllı Fransız’ım” . Bunu söyleyen Ermeni asıllı Fransız, ”Ermeni” sözüyle etnik aidiyetini dile getirmiş oluyordu. ”Fransızlık” ise onun sosyal, kültürel, kısaca ulusal aidiyetinin adıdır. Bu cümledeki Fransızlık kavramı, yurttaşlık kavramına indirgenemez. Hem yurttaşlık kavramını, hem etnik aidiyet kavramını içeren daha geniş ve derin bir bağın, ulusal sentezin adıdır.
Charles Aznavour ‘un anıları Türkçeye de çevrildi. Ben okumadım, fakat onun bir cümlesini Oral Çalışlar arkadaşımızın gazetemizdeki bir yazısından aynen aktarıyorum: ”Ben Fransa’da doğduğuma göre Ermeni asıllı Fransız’ım. Annem Ermeni asıllı Türk’tür”
Hürriyet gazetesi pazar ekinde bir süre önce kimlik konusunda bir soruşturma yapılmıştı. Ünlü ya da medyatik kişilerimize kendilerini ”kim” olarak hissettikleri soruluyordu. Bu yazar, çizer, artistlerimizden kimileri ”Türk” (ya da herhangi bir ulusal, siyasal, kültürel aidiyet) sözünden özenle kaçınarak ”kedi severlik” , “pul koleksiyonculuğu “, ”mavi yolculuk tutkunluğu” vb. kimlik özelliklerini öne çıkarmaktalarken, ”Türk asıllı” olmayan büyük sanatçımız, fotoğraf sanatımızın en büyük adı Ara Güler , ”Türküm” demekteydi…
İspanyol asıllı Fransız ressam Picasso ‘nun ve onun Rus asıllı ilk eşinin torunu olan zat, Picasso sergisi nedeniyle İstanbul’a geldiğinde, bir gazetenin kimlik konusundaki sorusunu aklımda kaldığınca şöyle yanıtlamıştı: Dedem ve ninem İspanyol ve Rus asıllı. Ben Fransız, hatta Parisliyim…
Fransa’nın Kanal 5’inde izlediğim bir açıkoturumda, Paris Belediye Başkanı ”melezleşmiş kimlik” (identit´e m´etis´ee) diye, bence çok ilginç bir kavram kullandı. Bu kavramda ve onun böylece dile getirilebilmiş olmasında, Fransa’nın, Fransız kültürünün büyüklüğünün gizli olduğunu düşünüyorum…
Benim ”Türkiye Türklüğü” derken düşündüğüm de böyle bir şeydir…
****
Ve bu nedenle ”Türk” ve ”Kürt” sözcüklerini iki dar etnisitenin adı ve iki karşıt kavram gibi kullanan herkes (iki tarafın milliyetçileri, şovenleri, serüvencileri, hayalcileri, Pantürkçüler, Pankürtçüler ve her türden ”omurgasız” ) bana öfke duyacaktır.
”Türkiye Türklüğü” kavramı yerine ”İslamcılığı” koymak isteyen ve bu alanda epeyce de yol alan Panislamcılar rahatsız olacaklardır.
Ortadoğu’yu ve bu arada Türkiyeyi bölüp parçalamada ”Kürt” kartını oynamakta olan ABD emperyalizmi, birleştirici, bütünleştirici, çağdaş (ve zaten sosyal-kültürel-tarihsel süreçlerin doğal sonucu) ”Türkiye Türklüğü” kavramının altının çizilmesinden hoşlanmayacaktır…
Tartışmaya ve (elbette belli düzeydeki eleştiriye açık olarak) bu konuda yüksek sesle düşünmeyi sürdüreceğim…
ATAOL BEHRAMOĞLU
Türkiye Türklüğünü Parçalamak(3)
22.04.2006, Cumhuriyet
İlk iki yazı kısaca şöyle özetlenebilir: Türkiye Türklüğü tek bir etnisitenin değil bir etnisiteler sentezinin adıdır. Bu sentezi bileşenlerine (tek tek etnisitelere) ayırmaya kalkarsanız ülkeyi bölmüş değil parçalamış olursunuz. Bileşenlerine ayrılamayacak kadar birleşmiş, bütünleşmiş bir sentezdir çünkü bu.
İtiraz seslerini duyar gibi oluyorum: Öyleyse Güney Doğu’da yaşananları, ülkenin başka yerlerindeki terörü, bir bütün olarak Kürt hareketini, özel olarak PKK olgusunu nasıl açıklayacaksınız?
Bu soruların yanıtı, Anadolu’nun uzak ve yakın tarihinin irdelenmesinde, çağdaş Türkiye tarihinin oluşum süreçlerinin iyi anlaşılmasında ve yaşadığımız günlerde de ABD emperyalizmi başta olmak üzere emperyalizmin Ortadoğu politikalarındadır.
Bu irdelemeler yapılmaksızın ”ulusların kaderlerini tayin hakkı” gibi klişelerle, Türkiye gerçekliğiyle hiçbir benzerliği bulunmayan (her biri kendi içlerinde irdelenmesi gereken) İngiltere (İrlanda), İspanya (Katalan- Bask), Fransa (Breton-Korsika), Belçika, İsviçre, Yugoslavya, daha yakın coğrafyamızda Irak, İran (Fars-Azeri) vb. örnekleriyle hiçbir yere varılamaz.
Ya da sadece Türkiye’nin parçalanmasına, isteyerek ya da istemeksizin, bilerek ya da bilmeksizin hizmet edilmiş olur.
****
Dil, bir ulusu oluşturan tek ve biricik öğe değildir. Öyle olsa aynı dili konuşan farklı uluslar bulunmazdı. (Hiç kimse Avustralyalıların Amerikalı olduğunu iddia etmiyor.) Bunun gibi, ana dilleri farklı halkların tek bir ulusu oluşturmaları da pekâlâ olasıdır. Türkiye tam olarak böyle bir ulusun ülkesidir. Bu gerçeklik, ilk iki yazıda da değindiğim gibi en az bin yıllık tarihin sonucudur.
”Türkiye Türklüğü” diye adlandırdığım sentezde, Anadolu’dan gelmiş geçmiş ve bu gün de yaşamakta olan bütün halkların katkıları vardır. Bu halklar arasında Kürt halkı, hem kimlik özellikleri, hem sayıca çokluğuyla özel bir yere sahiptir. ”Türkiye Türklüğü” kimliğinden, bu kimliğin oluşumunda, özellikle de Cumhuriyet döneminde büyük katkısı olmuş ”Kürt” öğesini, basit bir cerrahi işlem yapar gibi çıkarıp alamazsınız. Bunun gibi ve bundan daha da çok, Türkiye’deki Kürt kökenli halkı ”Türkiye Türklüğü” nden bağımsız olarak tanımlayamazsınız. Halk dilinin deyimlerinden ”et ve tırnak gibi” sözü, bu olgularda, duygusal vurgusundan daha da fazla, sosyal, kültürel, psikolojik bir gerçekliğin tam olarak karşılığıdır
****
Daha çok şey söylenecek ve söylenmesi gereken konuyu ben şimdilik iki gözlemim ve belki sitemimle (ve son olarak da bir özlemimle) tamamlamak istiyorum. Mehmet Ali Aybar ‘ın istifasından sonra 1969 Kasımı’nda Mehmet Ali Aslan ‘ın Türkiye İşçi Partisi başkanı olmasıyla, partinin başına bir ”Kürt” mü, yoksa bir Türkiye sosyalisti mi geçmiş oluyordu? Yoksa biz sosyalist gençler kandırılmış mıydık? Bunun gibi, o yılların en sevgili sosyalist ağabeylerimizden ve 1980’lerde de Paris’te sürgün arkadaşım Tarık Ziya Ekinci , nasıl oluyor da bu gün sadece ”Kürt aydını” vurgusuyla tanımlanıyor? Yoksa bu günlerin modası, (sözüm ona demokrat, aslında ırkçı) bu ”Kürt” , ”Türk” vurguları dışında, yaşadığımız bütün şeyler yalan mı, göz boyacılığı mıydı?
Ben böyle olmadığına inanıyorum. Yaşadığımız ülkede sayısız etnisitenin, bir ırk adı değil bir sentezin adı olan ”Türkiye Türklüğü” nü oluşturduğunu, Kürt etnisitesinin de bu sentezin temel öğelerinden biri olduğunu düşünüyorum.
Ve bu birleştirici anlayışın temelinde, hem farklı kültürel özgünlüklerin korunup geliştirilmesini sağlayacak, hem ulusun bütünlüğünü perçinleyecek ve belki hepsinden daha önemli olarak da aynı ulusu oluşturan halkların hızla düşman kamplara bölünmekte oluşunu önleyecek bir Türkiye sosyalist hareketinde yeniden bir araya gelinmesini özlüyorum.
ATAOL BEHRAMOĞLU
Türklük Konusunda…
17.07.2010, Cumhuriyet
Aslında “Yine Türklük konusunda” demem belki daha doğru olurdu.
Çünkü bu köşede bu konuda neredeyse bir kitap oluşturacak sayıda yazım yayımlandı.
Fakat ne yapalım ki konu güncelliğini koruyor.
Şu ara yine yakıcı güncellikte…
Türkler ve Kürtler birbirinden ayrılabilir mi vb. bağlamlarında.
Soruyu Orhan Bursalı sormuştu.
Arkasından ben de görüşlerimi yazmıştım.
Derken Ertuğrul Özkök (belki azıcık da magazin tadı katarak) sorunun tartışma ortamına taşınmasına yol açtı.
Bunu BDP Milletvekili Hasip Kaplan’ın, kimileri için şaşırtıcı “Biz ayrılamayız…”ı izledi…
Kimileri için diyorum, çünkü beni asıl şaşırtan, çok yıllar önceden arkadaşlığımız olan Hasip Kaplan’ın bu sözleri değil, onun parlamentodaki aşırı şahin tavırlarıdır.
Şimdi ben bu eski arkadaşa şu soruyu sorma hakkını kendimde buluyorum:
“Türk” olduğunu söylediğin değerli eşinden olan iki oğlunuzun “etnik” aidiyeti Türk mü yoksa Kürt müdür?
Yoksa bu delikanlılar için “TC yurttaşı” demekle mi bu bahsi kapatacağız?
***
Söz buradan açılmışken şu anda da masamda duran bir gazete kesiğindeki haberden ve habere ilişkin fotoğraftan söz etmek isterim.
Haber başlığı “Meclis’te ‘kafatasçı’ kavgası”…
Fotoğraf, BDP’ni ve genelde de Kürt hareketinin saygın kişiliklerinden, derli toplu giyim kuşamıyla da dikkat çeken Sırrı Sakık’ı, bağımsız milletvekili Tayfun İçli’nin üzerine bir hamle yapmak üzereyken gösteriyor.
Eğer bir başka milletvekili Sakık’ı kolundan tutarak engellememiş olsa sonuç belli ki İçli için pek hayırlı olmayacak…
Sebep ise şu:
BDP Büyük Millet Meclisi’ne “nüfus sayımında etnik kimlik de sorulsun” diye bir önerge vermiş.
Tayfun İçli bunun üzerine önerge sahiplerini “faşist, ırkçı, kafatasçı” olarak suçlamış…
Sırrı Sakık’ın ve bu arada “biz ayrılamayız”cı Hasip Kaplan arkadaşımın öfkesi bu suçlamalara.
Şimdi ben, yukarıdaki soruyu Sırrı Sakık’a da sorayım:
Kaplan ailesinin oğullarının etnik kimliği nedir?
***
“İğneyi kendine…” özdeyişimize uyarak şimdi aynı soruyu kendime yöneltiyorum:
Benim annem de babam da etnik aidiyet olarak “özbeöz” Azeridirler… Şimdi ben etnik aidiyet olarak kimlik kartıma Azeri diye mi yazdırmalıyım?
Bunun kime ne yararı ve ne anlamı var?
Biricik kızımın annesi Türkiye’de doğup yetişmiş Rus asıllı bir Türk’tür…
Kızım, kimlik kartında böyle bir hane açılacak olursa, etnik köken olarak acaba ne yazdırmalı?
Bu gibi soruları herkes kendine mertçe, açıkça, çekincesizce sorsun.
Her birimizin, çok uzak değil üç beş göbek ötesinde kim bilir neler çıkabilecektir..
***
Önceki yıllarda bizi her şeyden önce sol kimliğimizin birleştirdiği Hasip Kaplan arkadaşımın “biz ayrılamayız”ını anlıyorum ve elbette alkışlıyorum.
Kaldı ki bu sözün söylenmesi, Kürt ya da bir başka etnisitenin, her türlü farklı etnik vb. aidiyetin, sosyal, demokratik vb. haklarını savunmaktan vazgeçmek anlamına elbette gelmiyor.
Yanlış (ve ülkemiz koşullarında yanlış olduğu kadar da tehlikeli) olan şey, etnik aidiyetleri ulusal kimlik yerine geçirme çabasıdır.
Bunu yaptığımızda ne kadar biz ayrılamayız desek de ayrılma dinamitinin fitilini ateşlemiş oluruz.
O zaman, Anadolu gerçekliğinde ortada ne Kürt ne Türk ne de bir başka etnisite kalır.
Ülke bin parçaya bölünür…
Bunun yanı sıra, daha önce de defalarca yazdığım gibi “ulusal aidiyet” kavramının yerine onun kültürel derinliğini karşılamaktan uzak “yurttaşlık” kavramını geçirmeye çalışmak, boşuna bir çabadır.
Bir ülkenin yurttaşlığına, isteğinize bağlı olarak da, girer ya da çıkabilirsiniz.
Bir ulusa ait olmak bundan çok daha fazla bir şeydir.
Öyleyse neden, her türlü etnik farklılığa saygılı, fakat bütün ulusu birleştiren, bir etnik kimliğin adı olmaktan çok Anadolu’da özgün bir sentezin adı olan ve dünyanın yüzlerce yıldır “Türk” diye andığı “Türkiye Türklüğü” kavramı üzerinde anlaşamıyoruz?..

suavi tuncay için bir cevap yazın Cevabı iptal et