İZMİR’İN ORTA YERİNDE
KEMERALTI’NDA…
Kent ilgisiz kalmayana, kendisinden köşe bucak kaçmayana elinde, avucunda ne varsa vermeye hazır bekler. Uzakları gezmeye üşenmeyen pek çok kentlinin ilgisini kendi kentinden esirgediği de seyrek olmayan bir olgudur. Nasıl olsa elinin altındadır, bugün değilse yarın! Olmadı başka bir gün! Kendi adıma bu eksikliği giderme kararlılığındaydım. Birbuçuk yıl önce Pagos’ta başlayıp Agora’da sonlanan büyüleyici gezi ilk adım olmuştu. Kentimle barışmaya, onu daha yakından tanımaya kararlıydım. Geçen ayki Tepekule-Kadifekale-Agora üçlemesine bu kez Kemeraltı’nı eklemek iyi geldi. Önünden değil yüzlerce, binlerce kez gelip geçtiğimiz ama göz ardı ettiğimiz ayrıntılarla tanışma fırsatı yakalamak heyecan vericiydi.
Yıllardır bu kentte yaşayanlar kadar buranın yabancısı olanlar için de tanıdık bir yerde buluşuldu yürüyüş turu için. II. Abdülhamit’in tahta çıkışının 25. yıldönümü onuruna başka bir çok Anadolu kentinde olduğu gibi İzmir’de de yükselen bir yapıt Konak Saat Kulesi. Yapımı 1901’de tamamlanmış neoklasik bir yapıt. 1930 ve 1974 depremlerinde hasar görmüş olsa da 112 yıldır dimdik ayakta. Kentin tartışmasız en tanınmış simgesi! Mart ayıyla ne ilgisi olduğunu anlayamadık belki ama, yanı başımızda 30-40 kişilik bir öğrenci grubu mezuniyetlerini kutlamaktaydı. Kızlı erkekli mezun grubunun cüppelerini, kızların başlarındaki üniformaları tamamlıyordu. İlahiyat öğrencileri olduğunu öğrenince taşlar yerine oturmuş oldu. Zamanın ruhuna uygun görüntülerle başlıyoruz baharın muştucusu bu pazar gününe. Törenin sonundaki Batılı işi kep fırlatma ritüeli çelişkiyi yaman kılan önemli ayrıntı! Biraz ileride heykeli olan Hasan Tahsin’in kurşun sıktığı düşman bu kez silah kuşanmaya gerek görmemiş belli ki! Tek kurşun atmadan da ele geçirmek olanaklı günümüzde ülkeleri!
Anıları tazeleme zamanı! Saat Kulesi önünde beklediğimiz bu yerde çok değil çeyrek yüzyıl önce her türlü motorlu taşıt aracı olanca gürültüyle ve dumanını savurarak geçerdi. İskeleden Kemeraltı’na giriş dönerek tırmanılan merdivensiz üst geçitten yapılırdı! Dilinin altına mı yoksa damağına mı yerleştirdiği anlaşılamayan bir nesne ile kuş sesi çıkartan satıcı tam da buralarda bir yerde miydi? Ondan başka kimse beceremese de bu nesneyle kuş sesi çıkartmayı; gelen geçen ilgisini esirgemez olmalıydı ki her zaman orada görebilirdiniz onu. Yoksa satıcı kılıklı bir polis ya da istihbaratçı mıydı? Çehresi şimdi görsem anımsayacağım kadar gözümün önünde!
Konak Meydanı’nın en kıdemli yapısı Konak ya da diğer adıyla Yalı Camisi. 1752’de Derviş Mehmet Ağazade Mehmet Paşa’nın kızı Ayşe Hanım tarafından yaptırılmış. Camiden çok mescit boyutunda. 1970 yangınında şimdiki kaymakamlık ve emniyet müdürlüğünün olduğu yere uzanan külliyesi geri gelmemecesine yok olmuş. Külliyenin yerinde yükselen ucubeler canımızı kim bilir kaçıncı kez sıkmaya yetiyor. 9 Eylül 1922’de balkonundaki göndere Yunan bayrağı yerine Türk bayrağı çekilmesi görüntüleri ile belleğimize kazınan Hükümet Konağı’na ayrıcalık yapılmış. Kentin Osmanlı dönemindeki arşivi ve belleği olan bu yapı belgeler geri getirilemese de yeniden yapılmış. Replika da olsam ucubeden iyiyim diye haykırır gibidir kendisiyle göz göze gelenlere!
Şu anda Hasan Tahsin anıtının bulunduğu yerde bulunan Atıf Kafe ve vapur iskelesini ve hatta hemen oracıkta denize giren çocukları anımsayanlar için deniz şu anda ne kadar da uzakta. Denizi doldurarak yer kazanıp üzerine yerleşmek dünyanın başka neresinde yaşanıyor ve yaşatılıyordur? Paranın gözü kör olsun diyoruz. Sırtımızı denize verdiğimizde sağımızda olması gereken Sarı Kışla da alanın 50’li yıllardaki kurbanlarından. Şimdilerde göze çarpan simgesel alçak bir duvar Sarı Kışla’dan geriye kalan tek iz gibi. Sarı Kışla’nın bulunduğu yerin yirmi yıl kadar önce AVM katliamından kıl payı kurtulduğunu anımsadığımızda bugünkü görünümden yakınmaya hakkımız olmasa gerek.
Hükümet Konağı’nın karşı köşesindeki görece modern görünümlü yapı Ankara Palas Oteli. Daha önce Askeri Otel olan yapının onarılmasıyla 1938’de hizmete girmiş. Döneminin en konforlu oteli olarak yıllarca ağırlamış konuklarını. Sonraki yıllarda geliştirilerek pasaj eklenerek yozlaştırılan yapının günümüzdeki varlığı bile teselli kaynağı.
Anafartalar Caddesi’ne girişte yaşamını çakmaklara gaz ve benzin doldurarak kazanan görme engelli yurttaşımızı saygıyla anıyoruz. Çok sonraları onun bir Tıbbiyeli olduğunu öğrenmek fazlasıyla heyecan verici olmuştu. Benzinci Kör Hafız bir patlama sonucu görme yetisini yitirince okulu bırakmak zorunda kalmış. Değerlerine sırt çeviren toplum olma özelliğimiz bir kez daha kendini gösteriyor. Asıl adı Mustafa Ayrıközü olan Benzinci Kör Hafız hekim olma düşleriyle yatıp kalkarken dönemin Anadolu koşulları pek çok yaşıtı gibi onu da ummadığı yöne savurmaktan geri kalmamış. Antep’te askerken yaşadığı patlama sonucu gözleriyle birlikte geleceğini de yitirmiş. Canını kurtarmış olmak pişmanlık yaratmış mıdır bilinmez ama ömrünün geri kalan bölümü yaşam savaşıyla geçecektir. Kemeraltı’na yolu düşüp de onu görmeyen, tanımayan olabilir mi? Hiç olmazsa bugün anısı yaşatılamaz mı? Böylesi bir emektar gaziye alçakgönüllü bir anıt çok mudur?
Kemeraltı’na doğrudan yönelmek yerine sağa dönerek Milli Kütüphane Caddesi’ne giriyoruz. Sonradan adı Nadir Nadi Caddesi olarak değiştirilmiş! Önceki adı geçerliliğini koruyor. Yer adlarını değiştirmek hiç de kolay değil. Caddenin Sarı Kışla’nın bulunduğu alan doldurulmadan önce rıhtım olduğunu öğrenmek biraz şaşırtıcı olsa da; denizi doldurarak rant yaratmak denen hastalıkla bir kez daha yüzleşmiş oluyoruz. Cadde girişinde soldaki Evliyazade ve Yusufoğlu hanları dimdik ayaktalar. Köşebaşındaki Evliyazade’nin öteden beri banka olarak hizmet verdiğini anımsıyoruz. Yanı başındaki Yusufoğlu hanı ise uzun yıllar fotoğrafçı ve dönerciye mekan olduktan sonra markaya teslim olmaktan kurtaramamış kendisini.
Yolun sonunda caddeye adını veren kurum tüm görkemiyle karşılıyor bizleri. Milli Kütüphane. Kuruluş yılı 1912! Her ne kadar kuruluş tarihi 1912 olsa da bu özgün yapının tamamlanma tarihi 1933’tür. Adına tanışık olduğumuz bu kurumun Türkiye’de ikisi İstanbul’da üçü de Ankara’da bulunan toplam altı eşdeğer kütüphaneden birisi olduğunu öğreniyoruz. Sıradan bir kurum değil! Yararlanmak için ya öğrenci olmak ya da özel izin almak gerekiyormuş. Milli Kütüphane statüsündeki kurumlara Türkiye’de basılan her süreli ya da süresiz yayın gönderilerek arşivlenmesi sağlanıyormuş. Kütüphaneye gelir getirsin diye zamanında yanı başına yaptırılan ve bir zamanların Elhamra Sineması şimdilerde Opera ve Bale salonu olarak kullanılmakta. Elhamra adı da işletmecisinin İstanbul’daki aynı adlı sinemasından gelmekteymiş.
Karşı köşedeki sevimsiz katlı otoparkın yerinde bir zamanlar tutukevi olduğunu öğreniyoruz. Cumhuriyet öncesi hukuk sisteminde tutukevlerine fazla gereksinim duyulmadığından özel durumlar ve tutuklular için kullanılmış olduğu bilgisini ediniyoruz.
Otoparkın hemen yanında adını taşıyan küçük parkın girişinde Süleyman Ferit Eczacıbaşı heykeli karşılıyor ziyaretçilerini. Pek çoğumuz kim bilir kaç kez önünden gelip geçtiği bu parktaki heykelin varlığıyla şaşkına dönmüş durumda! Eczacıbaşı İzmir’in ilk müslüman eczacısıymış. Uzun yıllar Kemeraltı girişindeki Şifa Eczanesi’ni işletmiş. Ama, pek çok ünlü gibi o da İstanbul’un yolunu tutmuş. Bugün adını taşıyan holdingi bilmeyenimiz olmasa gerek.
Parkın karşısındaki tarihi yapı İzmir Memleket Hastanesi. Başlangıçta Sarı Kışla ile birlikte askersel amaçla inşa edilen yapı 1903’te yapılan onarım ve eklemelerle İzmir Memleket Hastanesi’ne dönüştürülmüş. 1950’de İzmir Devlet Hastanesi adı altında hizmet vermeyi sürdüren yapı İzmir’deki üniversite hastaneleri kurulana dek kentin önde gelen sağlık kuruluşu olmayı sürdürmüş. Son dönemde Doğumevi olan hastanenin bu işlevine de son verilmiş. Bu yorgun tarihsel yapıya bundan sonra müze olmak yaraşmaz mı?
Birinci Beyler’deyiz. Bundan 30-40 yıl önce İzmir’de rantın doruk yaptığı yerdeyiz. Eski görkeminden çok uzakta. Önce doktorların, sonra da taşınan Adliye’yle birlikte avukatların bölgeyi terk etmesi bugünkü dibe vuruşu kaçınılmaz kılmış.
Birinci Beyler’den ilk sağa dönüp ilerlediğimizde Hacı Mahmut Camisi ve haziresine varıyoruz. Yine çok kez önünden geçip de farkına varamadığımız bir başka yapıtın avlusundayız. Alçakgönüllü ve dar alana sıkışmış bir cami. Bahçede camiyi yaptırnaların yanı sıra önemli kişilere ait mezartaşları çarpıyor gözümüze.
İkinci Beyler yoluyla Anafartalar Caddesi’ne başka deyişle Kemeraltı’na yöneliyoruz. Şan Pasajı ve Sema Sineması’na anılarımızın buğulu derinliklerinde gezinti yaparcasına göz attıktan sonra Meserret’in tarihi atmosferinde bir sabah çayı iyi gider diyerek soluklanıyoruz. Ondokuzuncu yüzyıl yapımı olan Küçük Barut Han’ın düzenlenmesiyle otele dönüştürülen Meserret 1911’de hizmete açılmış. Bu ad da İstanbul’da aynı adlı oteli işleten Meserret ailesi tarafından İzmir’e taşınmış. Bugün çarşıya dönüştürülmüş şekliyle hizmet vermeyi sürdürüyor.
İçine girmeseniz de tam karşıdaki Şükran Oteli’ne bir selam vermeden geçmemek gerek. Köşede tarihi yapısıyla varlığını sürdüren bir zamanların Kemeraltı Polis Karakolu kaçmayacaktır dikkatinizden. Anafartalar Caddesi’ne değil de sola doğru yürüdüğünüzde hemen sağdaki yapıdır Kemeraltı Camisi. Daha bir kaç cami daha görülecek olmakla birlikte sonda söylenecği şimdiden paylaşalım. İzmir’de görkemli cami ararsanız düş kırıklığı yaşarsınız. Hemen tüm tarihsel camiler alçakgönüllü görünümleriyle deyim yerindeyse biz burada yokuz der gibidirler. İzmir ne Selçuklu ne de Osmanlı başkenti olmak bir yana her iki imparatorluğun çok da önemsenen kenti bile ol(a)madığı için padişah ya da şehzadeler tarafından yapılmış camiden yoksundur. Vakıflar ya da diğer varlıklı kişilerce yaptırılan camilerin ne parasal olanak ne de yerleşikleşmiş eğilimler gereğince görkemli olmak gibi bir şansı olmadığını anımsatalım. Şimdilerde yoz beğeni ve mimari ürünü çifte minareli, çok şerefeli camilere kentin varoşlarında rastlayabileceğinizi ve şaşırmamanız gerektiğini anımsatalım.
Gümrük yönüne biraz daha ilerlediğimizde köşede 4 metal çubuktan yapılma bir başka anıt görüyoruz. 1. İzmir İktisat Kongresi anısına dikilmiş. Pek çoğumuz çokça önünden geçtikleri bu anıtın farkına böylelikle varmış oluyor. Çiftçi, işçi, tüccar ve sanayiciden oluşan dörtlü anıtı oluşturan çubukların anlamını kavramamızı sağlamış oluyor. Kongrenin gerçekleştirildiği yapının yerinde yeller esiyor. Neyse ki fotoğrafı var.
Biraz ileride tarihi bir yapıyla karşılaşıyoruz. Paslı ve belli belirsiz tabelasında Çakaloğlu Hanı yazılı. Tarihi kapısına da koli deposu olduğunu belirten bir duyuru iliştirilmiş. Çeşmesi ve kitabesi de çevreye egemen olan görüntü kirliliği nedeniyle farkedilir gibi değil. Çakaloğlu Hanı 1806 yılında dikdörtgen planlı ve tonozlu tasarımla yapılmış. İzmir’in Mısır Çarşısı’ymış. Mısır’dan gelen ürünlerin dağıtımının yapıldığı kapalıçarşı olarak işlev görmüş.
Kızlarağası Hanı bir sonraki durağımız. Yakın zamanda onarılan ve kullanıma açılan han Kemeraltı’nın seçkin tarihsel yapıtlarından birisi. Özellikle, gezginlerin uğrak yeri konumunda. 1744’de Hacı Beşir Ağa tarafından yaptırılmış. İki katlı ve avlulu bir yapı. Çuha ve Cevahir Bedesteni adlarını taşıyan iki çarşısı var. Batı girişindeki çeşmedeki 1675 tarihi yanılgıya yol açabilir. Olasılıkla çeşme başka bir yerden buraya taşınmıştır. 1675 bu çeşmenin yapım tarihini yansıtıyor olmalıdır. Bir kapısından girip diğerinden çıkarak hızlıca geçiyoruz Kızlarağası Hanı’nı.
Kendimizi Hisar Camisi avlusunda buluyoruz. Alçakgönüllü İzmir camilerinden bir başkası. Belki de en çok bilineni. Cami adını yapıldığı yerdeki hisarlardan almaktadır. Yapanı ve yaptıranı tam olarak bilinememekle birlikte XIV. Yüzyılda kiliseden bozularak camiye dönüştürüldüğü bilgisi oldukça yaygındır. Molla Yakup ya da Yakup Bey Camisi olarak da bilinir.
Bölge son derece renkli ve hareketli. Günlerden pazar olmasına karşın her yer cıvıl cıvıl insan kaynıyor. Çevredeki bir başka tarihsel yapı eski Belediye. Günümüzde artık başka kurumlara ev sahipliği yapıyor. İzmir’in efsane belediye başkanı Dr Behçet Uz’un da oturduğu belediye binasından söz ediyoruz. Bu yapının yıkılan Ok Kalesi yerine XIX yüzyıl sonlarında yaptırıldığı ve 1891’den başlayarak İzmir Belediye Binası olarak uzun yıllar kullanıldığı bilinmektedir.
Bir sonraki durağımız Ali Paşa Meydanı Şadırvanı. Şadırvanın damlatan çeşmesinden büyük bir beceriyle su içen kedi bir anda hepimizin ilgi odağı oluyor. Geçmişi bir yana bırakıp o ana yani kediye odaklanıyoruz. Şadırvana gelince! Sekiz mermer sütun üzerine oturtulmuş ve kurşun örtülü büyük bir kubbesi var. Hekimoğlu Ali Paşa tarafından 1754’te yaptırılmış olduğu sanılıyor. Bu meydanın bir özelliği de halkın açık idam cezalarının infaz edildiği mekan olması.
Anafartalar Caddesi boyunca ilerliyoruz. İçine girmesek asla farkına varamayacağımız bir özgün ortamda buluyoruz kendimizi. Yeşildirek Pasajı’ndayız. Onyedinci yüzyılda Merzifonlu Kara Mustafa Paşa tarafından odunla ısıtılan hamam olarak yaptırılmış. Pek çok yapının alışveriş yerine dönüştürüldüğünü anımsıyoruz. Ama, bir eski hamamın bu türlü bir düzenlemeyle kullanıma kazandırılmasıyla ilk kez karşılaşmış oluyoruz.
Biraz ileride düzenlemesi son yıllarda tamamlanmış Abacıoğlu Hanı’ndayız. Kahve molası için iyi bir seçenek. Bu hoş ortamda kendisini gösteren görüntü kirliliği gözleri yoracak düzeyde. Abacıoğlu Hanı XVIII. Yüzyılda Hacı Mustafa Ağa tarfından yaptırılmış. Uzun zaman kullanım dışı kalan han 2006’da yeniden hizmete açılmış. Elbette turistik amaçla.
Bir sonraki durağımız olan Kestanepazarı Camisi çevreye göz atmak için de uygun bir mekân. Altında yer alan dükkanların üzerinde yükselen “fevkani” tipte bir cami. Gökdelen-minare ikilisi fotoğraf makinelerimizin belleğindeki yerini alıyor. Kestanepazarı Camisi’nin bir kaynağa göre 1636 yılı yapımı olduğu söylense de; 1668’de Baruthane Nazırı Eminzade Hacı Ahmet Ağa tarafından yaptırıldığı Evliya Çelebi tarafından da doğrulanmıştır. Dolgu alanında yer aldığı için minaresinin güçlükle oturtulduğu ayrıntısına bile girmiştir Evliya Çelebi.
Bir sonraki cami Şadırvan adını taşıyor. Adını yanındaki şadırvandan alıyor. Onaltıncı yüzyıl sonlarında yaptırıldığı düşünülmekle birlikte yaptıranı kesin olarak bilinmiyor. Dikkatle bakıldığında şadırvan kubbe içi süslemelerinin islâm geleneğinde çok rastlanan türde olmadığı kolaylıkla fark edilebiliyor. Bu durum Kalkandelen’deki (Makedonya) Alaca Camisi ve Tiran’daki Ethem Bey Camisi’ni çağrıştıran bir özellik olarak gösteriyor kendisini.
Artık Havra sokağındayız. Burasının da adı Türk Pazarı olarak değiştirilmiş vaktiyle. Hâlâ Havra sokağı olarak bilindiğine göre tutmamış belli ki. Küçük bir alanda saymakta zorlandığımız kadar çok sayıda havra olduğunu farkediyoruz. Taşınmadan önce ayakkabı imalatçılarını barındıran bu bölge artık terk edilmiş bir görünüm sergiliyor. Ama, Havra sokağı canlılığını korumayı sürdürüyor.
İkiçeşmelik Caddesi’ndeyiz. Karşımızda tüm görkemiyle Agora boy göstermekte. Çarpık ve plansız yapılaşma sonucu yıllar boyunca çektirdiğimiz acı nedeniyle geçmişten özür diler gibiyiz bölgedeki tarihsever düzenlemelerle. İskelelerle donatılmış eski yapının Sabetay Sevi’nin evi olduğunu öğreniyoruz. Yaşadığı dönemde olduğu kadar bugün de tartışılan bir önemli kişilik olan kentlimiz Sabetay Sevi yakında onarılan eviyle de aramıza dönmüş olacak. Sabetaycılık ve Sabetay Sevi aradan geçen zamana karşın bugün de söz konusu olmayı sürdüren bir gerçeklik.
Anafartalar Caddesi boyunca bu kez Tilkilik yönüne ilerlemeden önce girişte solda yer alan tarihsel yapının polis müzesi olarak düzenlendiğini görüyoruz. Bir tarihsel yapı daha kurtulmuş diyerek seviniyoruz. Çakma minareli cami görmezden gelinecek gibi değil elbette. Hasan Hoca Camisi olarak biliniyor.
Sağlı sollu metruk yapıları geride bırakıp da ilerlediğimizde Dönertaş’a varıyoruz. Hatuniye camisi ve buraya adını veren dönertaşlı sebil ilgi çekici yapılar olarak göstermekte kendisini. Dönertaş olarak yapılan ama artık dönmez olan düzenek bulunduğu yerdeki zeminin çökmekte olduğunun belgesi sayılmalı. Dönertaş 1813’te yapılmış aynı adlı sebile eklenmiş bir düzenek. Hatuniye Camisi’ne gelenlerin Dönertaş’ı çevirmeyi uğur saydıkları söyleniyor.
Sokak içindeki bir otelin önündeki tanıtım yazıları da arkadaşların İngilizce’ye çeviri için hiç kimseden yardım almadıklarını göstermesi bakımından ilginçti. Bölge için “no problem” nitelemesi çok da ikna edici gibi gelmedi pek çoğumuza.
Oteller Sokağı’na gelmiş bulunuyoruz. Basmane’nin son yıllarda yeniden düzenlenerek kullanıma kazandırılan bir bölgesindeyiz.
Saat Kulesi önünden başlayan yürüyüş turumuz Basmane Garı önünde sonlanıyor. Buraya kadar yazılanların eksiği çoktur, fazlası ise hiç yoktur!
Ceyhun BALCI, 23.03.2013


Abbas Gökçe için bir cevap yazın Cevabı iptal et