GÖRKEMLİ BİR ESKİL KENT : AFRODİSYAS

AFRODİSYAS

 

Tüm Asya kentlerinin içinden  kendime Afrodisyas’ı seçtim!”

 

Roma İmparatoru Augustus’un yukarıdaki sözleri Afrodisyas’ın ayrıcalıklı olduğunun birinci ağızdan duyurusu sayılmalı. Sözlerden anlaşıldığı gibi ayrıcalıklı bir kent olmuş Afrodisyas Roma’nın gözünde. Görkemli Afrodisyas’ın Roma döneminde doruğa tırmanmış olması geçmişi olmadığının göstergesi değil elbette.

 

Afrodisyas’ı görmüş olanlar doğrularlar mı bilmem ama buranın bir mermer kent olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim bir ilk bilgi olarak.

 

Kentin geçmişi neredeyse insanlığın yerleşik yaşama geçtiği çağlara uzatılabilir. Şimdilik rahatlıkla 7500 yıl öncesine tarihlenen buluntulardan söz edilebilir. Pekmezhöyük, Kuşkalesi ve Akropolis’te tarih öncesinin izlerine rastlanabiliyor.  Özetle, Afrodisyas’ta her şey Roma değildir; ama, Roma’nın ayrıcalıklı Afrdodisyas’ı da karşımızda duran bir gerçektir.

 

Afrodit kültüne dayanan herkesçe bilinen adını almadan önce göçebe Lelegler LELEGONPOLİS adıyla anmışlar burayı.  Bir dönem MEGALEPOLİS  olarak adlandırılan bu eşsiz kent artık Afrodit kenti adıyla anılmaya yol almaya başlamıştır diyebiliriz.

 

İÖ III. yüzyılda Mezopotamya’daki çatışmalardan kaçan Suriye halkları gelirken elleri boş gelmemişler. Ninova kökenli önderleri NİNOE adıyla birlikte İştar’ı da taşımışlar bu Karya kentine. O İştar ki; batı dillerindeki Star sözcüğünü türetecek olan olan Astarte’ye analık etmiş. Aşk tanrıçası Afrodit’in yöreye gelişinin ilk adımı da sayılabilir bu buluşma. Yapılan kazılarda Ninus ve efsanevi karısı Semiramis’in adlarına rastlandığını ekleyelim.

 

Afrrodisyas’lı Apollonius’a göre kentin tarihsel geçmişi İÖ III. yüzyıla dayanıyor. İÖ II. yüzyıl ise komşu Plarasa ile ortak para basmaya varan bir işbirliğinin yapıldığı dönem.  İÖ I. yüzyıla tarihlenebilen dönemde Afrodisyas Roma’nın ilgisi ve kanatları altına girmiştir denilebilir. Afrodisyas ilk kez bu zaman aralığında bir kent kimliğiyle gösteriyor kendini. İÖ 82’de Romalı General  Sulla kente Afrodit ve altın tacın yanı sıra altından çift taraflı balta armağan ederek göstermiş oluyor ilgisini. Çift taraflı altın balta Karya’da kutsal bir nesne.

 

Afrodisyas’ın Roma egemenliğiyle koşut bir gelişme ve yükseliş gösterdiğini söylemek yanlış olmaz. İmparator Marcus Antonius döneminde  artan yakınmalar karşısında Afrodisyas ve Plarasa’ya vergi bağışıklığı gibi bir ayrıcalık sağlandığını görüyoruz. O denli önemsenmiş ki Afrodisyas o dönemde Roma imparatoru Hadrian kenti onurlandırma gereği duymuş. Kentteki Hadrian Hamamı’nın bu onurlandırmaya bir karşılık olduğu söylenir. Afrodisyas bir bakıma Roma-Afrodit ilişkisinin kurulduğu kenttir. Roma imparatorları soylarının Venüs’e dayandığını savlarlardı. Sezar, Venüs ile Afrodit’in özdeş kültler olduğu düşüncesindeydi. Bu özel durum Romalıların Asya’da başka hiç bir kente vermedikleri ayrıcalığı Afrodisyas’a tanımış olmalarını da akla uygun şekilde açıklamış olur.

 

Doğu Roma diğer deyişle Bizans dönemi coğrafik bir dönüşümden çok dinsel bir değişimi simgeler. Her ne kadar bu değişim keskin bir şekilde gerçekleşmediyse de; İS 392’de İmparator Theodosius pagan döneme ilişkin ne varsa yasaklatmış, kırdırmış ve bu süreçte kentin adı da kendini bu yaklaşımlardan kurtaramamıştır. Artık, Stavropolis yani Haçkent olarak anılması istenecektir. Bu ad değişimi o dönemde bir ölçüde başarılmış olsa da günümüzde Afrodisyas’ın bir zamanlar Haçkent olarak adlandırıldığını bilenlerin sayısı bilmeyenlerden büyük farkla daha azdır. Bu değişim adını ve kimliğini değiştirse de önemini azaltmamış Afrodisyas’ın. Başpiskoposluk olan kentteki yontu işliği yerini kiliseye gelir sağlayacak olan zeytinyağı üretim yerine bırakmıştır. Doğal olarak Afrodit Tapınağı da kiliseleştirilmiştir.

 

XI. yüzyılda tiyatro üst bölümlerinde yapılan düzenleme ile kaleye dönüştürülmüştür.  Değişim ve dönüşümden payına bir şey düşmeyen kent yapısı kalmamıştır denebilir rahatlıkla. XIII. yüzyılda ise Afrodisyas’ın yeni sahipleriyle tanışma zamanıdır. Selçuklu kuşatması sonrası bir kaç kez el değiştiren kent için artık Karya’dan Geyre’ye dönüşmeye hazırlanacaktır. İzleyen Osmanlı döneminden sonra kent gün ışığına çıkmak için Cumhuriyet’i beklemek zorunda kalacaktır. Bir de Ara Güler’in yolunu yitirerek Geyre’de bir gece geçirmek zorunda kalmasını. Konuk olduğu köy kahvesinde eskil (antik) buluntular gören Ara Güler yanındaki tüm film makaralarını tüketmekten alamamış kendisini.  Bu fotoğraflar bir yabancı dergide yayımlanıp da Kenan Erim’in dikkatini çekince 1960’tan başlayarak tam 30 yılını Afrodisyas’a vermesi kaçınılmaz olmuştur. İşe eskil  kentin üzerinde kurulu Geyre köyü kamulaştırılarak ve 1.2 km batıya taşınarak başlanacaktır.

 

Otuz yılını Afrodisyas’a adayan Kenan Erim özverili çabalarının ürünü olan müzenin açılışından günler sonra coşkun ama aynı zamanda yorgun kalbine yenik düştüğünde geride yılda 150-200 bin konuk ağırlayan ve Türkiye’nin en iyi korunmuş eskil kentini bırakmıştı. Ona yaraşır şekilde Tetrapilon’un yanı başındaki alçakgönüllü anıt gömütünde hiç ayrılmamacasına kavuşmuştur Afrodisyas’ına!

 

Kuşkusuz Ara Güler bulmuş değildir bu önemli kenti. XIX. yüzyılda Fransız Charles Texier, XX. yüzyılın başında yine Fransız Gaudin ve 1930’ların sonlarında İtalyanlar bu tanrıça kentine olan ilgilerini esirgememişlerdir. Bu ilgi bilimsel olmaktan  çok kaz-götür odaklı olmuştur.

 

Afrodisyas İzmir’in 230 km güneydoğusundadır. İzmir’den Aydın’a otoyolla ulaştıktan sonra; Denizli’ye yönelmeniz ve Kuyucak’tan hemen sonra bu kez güneye Karacasu’ya ulaşmanız gerek. Karacasu’dan sonra önce yeni Geyre’ye hemen ardından da Bizans dönemi kent duvarları ile çevrili eskil kente varırsınız. Ören yerine girdikten sonra ancak fark edebilirsiniz bu eskil kenti. Deyim yerindeyse Afrodisyas kendisini bugün bile saklayan bir kent. Kolay erişilebilen yerlerin halini gördükçe iyi ki de saklanmış demeden edemiyorsunuz.

 

Eskil döneme geri dönülecek olursa izlediğiniz yol bir bakıma Roma Yolu’dur. Afrodisyas’ı içeren Karya’nın komşuları arasında doğudaki Frigya ve kuzeydeki Lidya’yı saymamak olmaz. Afrodisyas’ın doğusunda Tabae (Tavas) yer alır. Morsinos çayı günümüzde Dandaloz (Tantalos) adıyla anılmakta. Afrodisyas’ın giriş kapısı Antioecheia (Antakya) günümüzde Başaran Çiftliği olarak biliniyor.  Bildiğimiz Antakya ile ad benzerliğini Mezopotamya’dan göçmüş ilk kurucularına borçludur.

 

Müzekartı olanlar hızla içeri girebilirken bilet ya da müzekartı ilk kez edinecekler için kuyruk var. Buluntu sayısı o denli fazla ki; içeri adımınızı atar atmaz bir lahit bahçesi karşılıyor konukları. Ne müzeye ne de depolara sığmayan sayısız eser çaresizce serpiştirilmiş açık alana. Genelde yaşamı konu alan Afrodisyaslı mermer sanatçılarının bazı ürünleri ölülere de hizmet vermiş. Kentin belirli bölümlerini nekropole dönüştürürcesine dolduran çok sayıda mermer lahit bu görkemli kentin  ayrılmaz bir parçası olmuş.  Lahitler üzerindeki kabartmalar ölünün Afrodisyas toplumundaki sosyal konumunu belirlemesi bakımından da anlam taşımış. Lahitlerle ilgili bir başka ilginç nokta da siparişlerin ölmezden önce ölecek kişi tarafından verilmesi olmuş. Taslak lahitler üzerinde ayrıntılar konuşulup, karara bağlanmakta ve günü geldiğinde kullanıma sunulmaktaymış. Lahit pazarı oldukça hareketlidir. Herkes yeterli parasal güce sahip olamayabildiği için ikinci el lahit kullanımı da söz konusu olmuş. Pagan inanışının sonu gelince bir kaç kez kullanılmış olan bazı lahitler kiliselere yer döşemesi olmaktan kurtulamamış. Lahitler böylelikle bir bakıma cennete/cehenneme giden yolun taşlarını döşemede kullanılmış.

 

Müzeyi sona bırakarak Sebasteion ve Tiyatro’ya yöneliyoruz.

 

İmparatorlar Tapınağı olarak da adlandırılan Sebasteion çok tanrılı pagan inanışının simgeleriyle bezeli. Roma döneminde yaşayan imparatorlar da tanrılarla özdeşleştirilmişler. Afrodisyas Sebasteionu’nun eskil dünyada bir eşdeğerinin daha bulunmadığını belirtmekte yarar var. Kuzey-Güney ekseni yerleşimli Sebasteion üç katlı revaklardan oluşmuş bir kutsal mekan. İlk kat Dor, ikinci kat İon ve üçüncü kat da Korint biçeminin izlerini taşıyor.  İmparator Tiberius zamanında başlanan yapımı iki ailenin önemli parasal katkısı ile Claudius ve Nero döneminde tamamlanmış! Sebasteion’daki üç katta toplam 200 dolayında kabartma ya da yontu bulunduğu biliniyor. Üst iki katta imparatorlar ve Yunan kahramanlar betimlenmiş. Buradaki amaç çok açık. İmparatorlarla Yunan kahramanları özdeşleştirmek. Burayı bir tür tapınak da saymak gerek. Yüksekliği 14, uzunluğu 90 metre olan bu yapıt Roma-Afrodit-Yunan köprüsü olarak da tasarlanmış. İkinci kat tanrılara ayrılmış.  Baştanrı Zeus, zafer tanrısı Nike, savaş tanrısı Ares ve tanrıça Afrodit’in hizmetkarları olan Üç Güzeller  bu kattaki önemli yontular.

 

Baştanrı Zeus ateş hırsızı Promete’yi affetmez. Zincirlendiği yerde her gün dalışa geçen bir kartal Promete’nin ciğerinden bir parça kopartacaktır. Herakles bu duruma son verene değin… Kartalın Herakles tarafından öldürüldüğü bu önemli an da Sebasteion’daki yerini almış. Efsane de olsa bir an için dalıp gitmemek, Herakles’in kartalı öldürerek Promete’yi kurtardığı anı düşlemek  heyecan verici değil mi?  

 

Üçüncü katta ise Yunan kahramanların eşdeğeri Roma imparatorları boy göstermektedir. Karaların ve denizlerin efendisi Claudius! Yanındaki toga giysili kimse tüm Roma imparatorluğundaki halkları simgeler. Yerdeki kadın ise tutsak bir barbardır. Barbarlara karşı savaş ve zafer öyküyü tamamlamaktadır. İmparator ve tutsak metaforu Nero ve Tiberius yontularında da gösterir kendisini.

 

Fetihlere de gönderme vardır. Claudius yontusunun altında Britanya, Tiberius yontusunun altında ise Ermenistan yazılarını görünce şaşırmayın! Fatih ve fethettiği ülke anıtlaştırılmıştır.

 

Bir başka önemli yontu arkasında dramatik şekilde dalgalanan pelerini ile Hemera(Gün)’nınkidir. Pelerin metaforuna Okeanos kabartmasında da rastlanmaktadır. Gece figürü ile tamamlanan gün imparatorluk düzeninin sonsuza dek var olacağı varsayımına dayanmaktadır.

 

Andrea (Cesaret) tarafından taçlandırılan Afrodit  bit başka önemli kabartıdır.

 

Dile kolay! Tam 200 mermer kabartı ya da yontu. Tek başına bu bile Afrodisyas’ın yontu cenneti olduğunun belgesidir. Bu görkemli mermercilik olgusunda Roma’ya miras kalan Bergama Krallığı’ndan çevre kent ve devletlere göçen heykeltraşların önemli etkisi olduğu akla yakın varsayımlardan birisidir. Bu varsayımı destekleyen bir başka veri de Bergama’ya egemen olan Helenistik biçemin Afrodisyas’ta varlığını sürdürmüş olmasıdır. Belki de bu yolla Helenistik yontu anlayışı Afrodisyas’ta Helenistik dönemin bitiminden 700 yıl sonra da varlığını sürdürebilmiştir.

 

İkinci ve üçüncü katlarda yer alan bazı kabartmalar yoluyla eskil Yunan mitoloji kahramanlarıyla Roma imparatorları arasında bağ kurulması unutulmamış. Bir bakıma Afrodisyas’ın Roma gözünde varlık nedenidir bu!

 

İmparator Claudius zamanında imparatorluğa katılan 50 halkın betimlenmesi de unutulmamıştır. Burada yer alan bir başka önemli kabartma da Nero ve annesi Agrippina’yı bir araya getirenidir. Nero annesini İS 59’da öldürdüğüne göre kabartma önceki yıllarda yapılmış olmalıdır.

 

Troya savaşı da unutulmamış. Zırhını kuşanmış ve babası Ankhises’I sırtlamış Aineas küçük oğlu Iulus’un elinden tutarak Troya’dan kaçmaktadır. Aineas’in hemen arkasındaki annesi Afrodit’tir. Afrodit’in Romalıların da anası sayıldığını unutmayalım. Romalıların soyağacını önemsediklerini ve babasız kişiyi köle saydıklarını anımsatmış olalım. İÖ 1. yüzyılda Roma’da secere yazıcılığının önemli bir iş olduğunun altını çizelim.Vergilius’un önemli yapıtı Aineas,  Afrodit’in Romalıların anası sayılmasında önemli etkiye sahiptir. Aeneas Troya’dan İtalya’ya yolculuğu sırasında karaya çıktığı Meriç deltasındaki bugünkü Enez’e adını verip yoluna devam etmiş.

 

Sebasteion’dan tiyatroya geçerken sayısız mask bulunan duvarın yanından geçeceksiniz. Geçerken birkaç dakikalığına duraklamanız kaçınılmaz. Bu arada kendinizden geçip zamanın nasıl aktığını fark edemeyebileceğiniz konusunda uyarmakta yarar var. Bir tiyatronun fuayesine yaraşır bir köşe olduğu kuşku götürmez. Roma tiyatrolarında rol alan karakterler konusunda bir resmi geçittir bir bakıma bu yapıtla gözlerinizin önüne serilenler. Rolleri yalnızca görünmek olup neredeyse ağzını açmayanların yanı sıra gülen, ağlayan, öfkelenen sayısız karakter yüzyıllar öncesinden çıkıp da dikilmiştir karşınıza. Sesleri eksiktir! Ama, bakışlarıyla fazlasıyla anlatmakatdırlar her şeyi. Bir an için yüzyıllarca önceye yolculuğa çıkmanız işten bile değildir bu yapıtların karşısında.

 

Tiyatro sahne, orkestra ve izleyici bölümlerinden oluşmaktadır.

 

Üç katlı olan sahne bölümü alttan üste doğru sırasıyla Dor, İon ve Korint biçemlerinin izlerini taşır. Kazılarda Apollon, trajedi tanrıçası Melpomene, iki boksör, Demos ve Nike’yi betimleyen figürlerle Afrodit büstleri gün yüzüne  çıkartılmış. Sahne arkasında oyuncu odaları ve tiyatroya ilişkin çeşitli nesnelerin depolandığı bölümler yer alıyor.

 

Yarım daire biçimindeki orkestra bölümü sahnenin hemen önündedir. Bu bölümün zaman zaman gladyatör ve vahşi hayvan gösterileri için de kullanıldığı bilinmektedir.

 

Oturma sıralarına gelince, bugün için yalnızca alt bölümler ayaktadır. İS 7. yüzyılda büyük ölçüde hasar gören tiyatro işlevini yitirmiştir. Tiyatro, izleyen yıllarda yanı başına yapılan kalenin bir parçası olmuş. Tiyatronun 8 bin dolayında izleyici koltuğuna sahip olduğu kestirilmektedir.

 

İzleyici bulmuş olmanın keyfiyle sahnede değilse de sahneye yakın izleyici sıralarından birinde kendini gösteren bir sürüngen oynamakla oynamamak arasında gelip gitti. Bu kararsızlığı sırasında bize düşen deklanşöre basmak oldu.

 

Sahne bölümünün kuzey duvarına Yunanca yazıtlar yerleştirilmiş. İmparator Sezar tarafından Laodikea hükümdarı Stafanus’a seslenen bir kaçını paylaşalım :

 

“Sezar’dan Stefanus’a selamlar! Arkadaşım Zoilos’a olan sevgimi biliyorsun!”

 

“Bu kentin yurttaşlarını kendiminkiler gibi koruyacağım!”

 

“Bütün Asya’dan kendime bu kenti seçtim!”

 

Tiyatronun sahne bölümünün hemen gerisinde komşuluğu nedeniyle bu adla anılan tiyatro hamamları yer alıyor. Kentin yaşadığı yıkıcı depremlerin izini bu yapılarda da görmek olası! İS 4. yüzyıldaki büyük depremden sonra su baskını yaşayan kentte bu bölge yeni (kuzey) agora alanı olarak düzenlenmiş. Tetrastoon olarak adlandırılan bu bölgede doğu-batı caddesine bağlanan geçitte çok sayıda imparator yontusu bulunduğu için İmparatorlar Geçidi olarak da adlandırılmış.

 

Tiyatroyu geride bırakıp ilerlediğimizde hafif bir yükseltiden Güney Agora’nın ve biraz daha ilerideki Hadrian Hamamları’nın gözlerimizin önüne serdiği soluk kesen manzarayı görünce bir süre duraklıyoruz. Fonda su birikintilerini mesken tutmuş olan kurbağa vıraklamaları. Ortadaki antik havuzun burayı kentin çekim merkezine dönüştürdüğüne kuşku yok. Tam da bu anda yüzyıllarca geriye gidip kentteki yaşamı gözümüzde canlandırmamak elde değil.

 

Güney Agora’nın önemli yapılarından birisi de Tiberius Portikosu. Roma’da yeni imparator tahta çıktığında kentlere onların onuruna yeni yapıtlar eklenmesi bir geleneğe dönüşmüş. Güney Agora Tiberius tahta çıkınca  yaptırılmış. Agora ortasında yer alan havuz 260 metre uzunlukta, 25 metre eninde ve 1.20 metre derinlikte. Havuz görüntüsel güzellik katmasının yanı sıra su toplama amaçlı olarak da yaptırılmış.

 

Güney Agora komşuluğunda yer alan Sivil Bazilika hıristiyanlık öncesinde mahkemeleri, askersel ve yönetsel görevlilerin bürolarının yer aldığı bir yapıymış. Hıristiyanlık sonrasında ise dinsel içerikli yapılara dönüştürülmüş. Sivil Bazilika’da ayrıca ürünlerin üst ederlerini duyuran listelere de yer verildiği bilinir. Böylelikle karşılıksız para ile kendisini gösteren enflasyona bağlı olarak fırlayan fiyatların dizginlenmesi amaçlanmış. Sivil Bazilika’nın önemli yapıtlarından birisi olan dörtnala giden Mavi At yontusuyla Truva Savaşı betimlenmiş.

 

Yine bu bölgede yer alan bazı sütunlar graffiti duvarı olarak işlev görmüş.

 

“Askerlerimiz çok yaşasın!” “İmparatorumuz çok yaşasın!” gibi yazılarla süslenmiş sütunlar olduğu biliniyor.

 

Bouleterion ya da Senato yapısı yönetsel toplantıların yanı sıra gösterilerin de gerçekleştirildiği bir Odeon!  İzleyici kapasitesi 1750. İki katlı sahne yapısının girintilerini ünlü felsefecilerin yontuları süslemiş. Afrodit Tapınağı ile arasında kalan alan heykel işliği olarak kullanılmış. Bu özelliğiyle Afrodisyas, kent merkezinde heykel işliği barındıran belki de tek şehirdir. Bu yerleşimden de anlaşılır ki; heykel işleri Afrodisyas’ın hem sanatsal hem de ekonomik gelişmişliğinin önde gelen itici gücüdür.

 

Meclis yapısı içinde yer alan Dometeinos ve Tatyana yontuları da müzede görülebilir. Dometeinos 2. yüzyıl sonlarında yaşamış bir rahip ve kent ileri geleni. Tatyana da yeğeni.

 

Meclis üyeleri kentin en varlıklı ve ileri gelenlerinden oluşuyor. Bu üyeler duruma göre Roma’ya gidip gelen temsilciler olarak da işlev görüyorlar. Meclis üyesi olmanın önde gelen koşullarından bir kaçı yönetsel beceri, otorite ve parasal güç sahibi olmak şeklinde sıralanabiliyor.

 

Meclis yapısının işlevi Afrodisyas’ta kendisini gösteren yaşam biçimi değişiklikleri nedeniyle zamanla değişmiş. Geç eskil dönemde Afrodisyaslı daha ışıltılı ve bohem bir yaşam sürmeye başlayınca Bouleterion da bu eğilime koşut olarak daha sıklıkla eğlence amaçlı kullanılır olmuş.

 

 

İÖ 1. yüzyılda aslında salıverilmiş bir köle olan ama sonraları Afrodisyas’ın ikinci yaratıcısı olarak da bilinen Zoilos kentin bir numaralı yapıtını koyacaktır ortaya! Afrodit Tapınağı! İS 3. yüzyılda tapınağa eklenen Tetrapilon tapınağın görkemini tamamlamada önemli rol oynamış. Tetrapilon giriş kapısından Babadağ (Salbakos) görünümü bir başka güzeldir. Babadağ’ın karlı doruğunun görkemli ve etkileyici bir görünüm sunmasının yanı sıra Afrodisyas’ın gelişmiş mermer sanatına ham madde sunan bir oluşum olduğunu da unutmayalım. Tapınağa gelenler bu kapıdan girerek kutsal alana erişmişler.

 

Tetrapilon’u Sebasteion ve tiyatroya bağlayan kentin  kuzey-güney caddesini ortaya çıkartma amaçlı kazılar sürmektedir. Bu caddenin üzerinde yaşamının yarısını ve akademik çalışmalarının tümüne yakınını buraya adayan Prof Dr Kenan ERİM’in gömütü yer alıyor. Kenan ERİM gibi bir Afrodisyas sevdalısının ölmeden önce isteyebileceği tek şey olsa gerektir bu! Bu kente gelen gezginlerin burada olmalarının da önde gelen nedenidir bu dünyadan bir Kenan ERİM’in gelip geçmiş olması. Nasıl ki Afrodisyas Roma’nın ayrıcalıklısıdır, Kenan Erim de Afrodisyas’ın ayrıcalıklısı bir kişiliktir.

 

Caddede ilerlemeyi sürdürelim! Caddenin iki yanında sütunlar yer alıyor. Zamanında bu sütunlar arasında stoa adı verilen küçük aşevleri varmış. Buradaki hayvan kemiği ve deniz kabuklusu gibi buluntulardan denize kilometrelerce uzaktaki Afrodisyaslıların  son derece gönençli ve hiç de alçakgönüllü sayılmayacak bir yaşam sürdükleri kolaylıkla anlaşılabilmiş.

 

Caddenin iki yanına dizilmiş sütunların başlıkları da süslemeden payını almış. Buralardaki yaşamı anlatan kabartmaların yanı sıra Afrodit’e de rastlamak olası bu sütun başlıklarında. Ama, bu Afrodit başka Afrodit! Afrodisyas Afrodit’i! Ana tanrıça olan değil de Yunan mitolojisinin köpüklerden doğan Afrodit! Lübnan kıyılarından bakıldığında günbatımı pembeliğinde tuzlu sulardan doğan Afrodit’in Kıbrıs’ta karaya çıktığına inanılmaktadır. Afrodit Tapınağı’nın yanı başındaki tuzlu su kuyusunun varlığı Afrodit’in bu kentle olan ilintisini açıklamak için yeterlidir. Bu tuzlu su kuyusundan bir tane de Atina Akropol’de bulunduğunu söylmekle yetinelim.

 

Yaşamı boyunca rahip unvanı taşıyan Zoilos’un dışındaki rahipler kent meclisi tarafından seçilmiş.

 

Dinsel dönüşüm başka deyişle Hıristiyanlığa geçiş Afrodisyas için son derece sancılı bir süreç olmuş. Kente adını veren Afrodit Tapınağı kiliseye dönüşünce ve bu doğrultuda köklü değişiklikler geçirince; kentin adının  değişmesi kaçınılmaz olmuş. Afrodisyas artık Stavropolis yani Haçkent olmuş! Yontu ve kabartmalarla sorunu olan bu tek tanrılı dinin heykel işliklerini de barındırması söz konusu olmayacaktır bundan böyle. Bir zamanların heykel atölyeleri artık kiliseye parasal katkı sağlayan zeytinyağı üretim yerlerine  dönüştürülecektir.  

 

Afrodisyas kentinin çok sayıda insanı coşkuyla bir araya getiren yerlerinden birisi de hiç kuşkusuz stadyumdur. Bazen başka kentlerden ve devletlerden gelenlerin katılımyla gerçekleştirilen olimpiyatlar (Afrodisieia İsolimpia), kimi zaman araba yarışları ve sirk gösterileri hatta Kuzey Afrika’dan getirilen vahşi hayvanlarla gerçekleştirilen kanlı ve korkunç gösterilere sahne olmuş

stadyum. Afrodisyas kentinin nüfusunun tam iki katı olan otuz bin izleyici kapasiteli stadyum İS 1. yüzyılda yaptırılmış ve özgün bir mimariye sahip. Stadyumun yapı olarak uzunluğu 270 metre ve eni de 59 metredir. Pist uzunluğu ise 178 metre ve eni 40 metredir.

 

Yarım daire şeklindeki iki ucunun yanı sıra kenarlardaki eliptik biçim bir uçtaki izleyicinin diğer uçtakini görmesi olanağı vermiş. İki uçta stadyuma açılan tünellerden batıdaki Hermes doğudaki ise Herkül adını taşıyor.

 

Sayfalara sığması güç Afrodisyas’tan küçük bir kesit umarım biraz olsun fikir vermiştir okuyanlara. Afarodisyas daha fazlasını isteyenleri bir gün ayırmak koşuluyla ağırlamaya hazır bekliyor. Anadolu’daki sayısız eskil kentten günyüzüne çıkartılmış en iyilerden birisi olan Afrodisyas’a bir gün ayırmayı çok görmeyin. Az geleceğini günün sonunda siz de doğrulayacaksınız ….

 

Ceyhun BALCI, 13.04.2013

 

 

 

GÖRKEMLİ BİR ESKİL KENT : AFRODİSYAS” için 3 yorum

Yorum bırakın